Peygamber Varisi Cihanşümul Bir Alim: Hüccetü’l-İslam Muhammed el-Gazâlî et-Tûsî

Mülayim Sadık KUL



Gazâlî kimdir ve İslam ilim geleneği ve mirası açısından ne ifade eder. Bugünün şartlarında aktüel bir değeri var mıdır? 

Bu ve benzeri sorulara verilebilecek cevap bir yönüyle hem çok kolay hem de çok zordur. Zira raflarında Gazâlî ile ilgili bir kitabın olmadığı İslami duyarlılığı olan bir ev düşünülemez. O kadar ki annemin elinde Abidler Yolu ve Kalplerin Keşfi kitabı çocukluğumdan kalan tatlı bir hatıra olararak zihnimde hala tazedir. Bu yönüyle Gazâlî yazdığı kitaplarla sadece havasa değil ilimle ilgili bir birikimi olmayan insanlara da ışık tutacak ve İslam’ı zevkle okuyabilecekleri eserler bırakmıştır. Oğlum Ahmed, İslam’ın temel eserlerinden birini okumak için bana kitap sorduğunda tavsiye ettiğimin yine “Abidler Yolu” olması, elbette Gazâlî hakkında akademik çalışma yapmış olmamla irtibatlandırılabilir. Hiç şüphesiz bu ölümsüz eserin, İslam’ın ibadet ve kulluk kodlarını her kesimin anlayabileceği uygun bir dille yazılmış olmasının da bunda payı olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla Gazâlî manevi gönül dünyamıza hitap etmesi açısından örnek bir âlim portresi çizmektedir. Aynı ifadeleri elbette onun ayarında olan İmam Nevevî gibi âlimler ve eserleri için de kolaylıkla söyleyebiliriz. Riyazu’s-sâlihîn’i bu kadar vaz geçilmez kılan ve her okuduğunuzda sizi Kur’an ve Peygamber iklimiyle buluşturan tılsım nedir? İşte bu yönleriyle Gazâlî ve Nevevî gibi âlimler, İslam Âleminin Kur’an ve Sünnet sonrasında ilk başvuru kaynakları olma imtiyazına haklı olarak sahip olmuşlardır. Bu saydıklarımız Gazâlî hakkında hemen aklımıza gelebilecek kolay cevaplardır.

Zor olan kısmı ise geçen 900 yılı aşkın bir süreye rağmen belli konularda hala aşılamamış ve aşılamaz olmasıdır. Bir hocamın, Gazâlî hakkında doktora çalışması yapmak istediğimi söylediğimde tebessüm ettiren ama aynı zamanda bir hakikati ifade eden şu sözlerini hiç unutmam: “Gazâlî üzerinden yerli-yabancı niceleri doktor profesör olup ekmek yediler. Sen de ve daha niceleri yer, mübareklerin büyüklüğünün bir işareti de yazdıklarının tüketilememesi ve her dönem ilham kaynağı olmaya devam etmesi” demişti. Öyle de oldu, o zamanlar parya muamelesi gördüğümüz vatanda başladığım Gazâlî serüveni gurbette de devam etti. 

Gurbette beni hem sevindiren hem de üzen bir tecrübem de Gazâlî hakkında yapılmış ciddi çalışmaların çoğunun maalesef oryantalistler tarafından yapıldığına muttali olmamdı. Fuat Sezgin Hocanın sitayişle bahsettiği Helmut Ritter’in -Annemarie Schimmel tarafından kaleme alınan enfes takdim yazısıyla basılmış- Almanca Kimyâ-ı Saadet tercümesi elime geçtiğinde kendi İslam mirası hazinelerine açılan bir kapının da Batı’da olduğunu görmenin hazzını ve burukluğunu birlikte yaşamıştım. Son yıllarda Türkiye’de yapılan ilmî çalışmaların kalite olarak hiç şüphesiz uluslararası standartları çoktan yakalamış olması çok sevindirici bir durum olmakla birlikte, gidilecek hayli uzun bir yolun henüz başında olduğumuz da göz ardı edilememelidir. Buna örnek verebileceğim pek çok eser ve çalışma olmakla birlikte burada misal ve takdir sadedinde İhsan Fazlı Hoca’nın el-Münkiz üzerine verdiği seminerlere işaret etmekle yetinelim. İhsan Hoca’dan söz açılmışken yine onun bir konferansında bu bağlamda İbn-i Sina hakkında yapılan en kaliteli çalışmaların İsrailli ilim adamları tarafından yapıldığını söylemesi, henüz nerde olduğumuzu tespit etme sadedinde önemli olduğunu düşünüyorum.

Gazâlî’nin büyüklüğünü gösteren en basit tecrübelerden birisi de İSAM gibi herhangi bir İslam eserleri Kütüphanesi kataloglarında Gazâlî maddesine tıkladığınızda ortaya çıkan devasa listedir. Sadece bu listeleri gözden geçirmek günlerinizi alabilir. Son yıllarda gerek İslam coğrafyalarında gerekse Batı’da yapılan çalışmalar da yine bu konuyu izah açısından önemli bir göstergedir.

Gazâlî’nin pek çok eseri maalesef henüz ciddi bir edisyon kritiği yapılarak ilim dünyasına kazandırılamamıştır. İslam düşünce atlasının bu eserler günyüzüne çıkarılmadan yapılabilmesi de pek mümküm gözükmemektedir. Fuat Sezgin Hoca’nın hocası Ritter ile Süleymaniye veya Ayasofya kütüphanelerinde yalnız başlarına çalıştıkları günlerin artık çok geride kalmış olması elbette umut vericidir. Buna rağmen Fuat Hoca’nın gurbette tek başına meydana getirdiği çapta devasa çalışmaların henüz yapılamadığı da ortadadır. Biz de hala zeki çocukların İlahiyat/İslami İlimler dışındaki daha prestijli alanlara yönlendirilme sendromunun -bu bağlamdaki birçok güzel gelişmeye rağmen- henüz aşılamamış olması gerçekten düşündürücüdür. Batı’da bu tür alanlarda çalışma yapan insanların eserlerine baktığımızda mutlaka bir vakıf veya dernek tarafından finanse edildiğine şahit olmaktasınız. Asıl söylemek istediğim Gazâlî ve benzeri alimlerin ilim mirası sadece şahısların himmetiyle sağlanabilecek bir mesele olmadığıdır. Buna rağmen Fuat Sezgin örneğinde gördüğümüz gibi şahısların da azmettikleri takdirde tek başlarına yapabileceği çok güzel çalışmalar olduğu izahtan varestedir. Türkiye’nin zor şartlarında İSAM gibi bir proje gerçekleşebiliyorsa bugün elbette çok daha fazlası yapılabilir.


Felsefeye yaptığı itirazı felsefe düşmanlığı olarak okuyan ve bu kabulle onu suçlayanlar olduğu gibi bunun üzerinden felsefe düşmanlığı yapmaya çalışanlar da az değildir. 


Gazâlî hangi konuda vazgeçilmez diye sorulduğunu farzedelim? Başka bir ifadeyle sorumuzu tersinden de şöyle formülize edebiliriz. Gazâlî’ye atıf yapılmadan bahsedilebilecek İslam ilim mirası ile alakalı geleneksel bir diziplin, bir ilim dalı var mıdır? Bu soruya “evet” deme imkânınız yok gibidir. Zira bugün de İlahiyatların vazgeçilmez İslami Anabilim Dalları söz konusu olduğunda aklımıza gelen Tefsir, Hadis, Fıkıh, Usul-u Fıkıh, Kelam, Tasavvuf, İslam Felsefesi, Mantık ve Ahlak gibi alanlar da ya bizatihi o konuda bir veya birkaç eser vermiştir ya da dolaylı olarak o konuda mutlaka göz önünde bulundurulması gereken önemli bir kural vazetmiştir. 

Dolayısıyla Gazâlî İslami İlimler geleneğinde önemli bir dönüm noktasını ifade eder. Kelam ilmi ele alındığında Gazâlî öncesi ve sonrası mutekaddimin ve muteahhirin dönemi olarak ikiye ayrılmıştır. “Mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz” sözüyle Usul-u Fıkıh ve Kelam ilmine mantığı dâhil etmesi diğer önemli bir gelişmedir. Tasavvuf, İslam âlimleri arasında meşruiyeti tartışılan bir konu olmaktan çıkararak, Cibril Hadisiyle ifadesini bulan ihsan anlayışının karşılığı olarak yerini daha çok Gazâlî’nin katkısıyla almıştır. Bu dönemden sonra fukaha daha fazla tasavvufa yönelebilmiş ve böylece zahir-batın tartışması belli ölçüde belli bir mutabakatla çözülmüştür. Ama bizim Gazâlî hakkında asıl bahsetmek istediğimiz konular bunlar değil, zira bu konular Türkiye’de her yönüyle ele alınmış ve hakkında sayısız ilmi araştırmalar yapılmış, herkes tarafından bilinen meselelerdir. İslam Ansiklopedisi Gazâlî maddesi başta olmak üzere onunla ilgili gerek yazılı gerekse dijital-web sayfaları bu manada yeterli bilgi aktarımı yapmaktadır. 

Biz daha çok onun örnek âlim şahsiyetinden hareket ederek hem onun daha iyi tanınmasına katkıda bulunmak hem de onun örnekliğinden hareketle yeni yetişen nesle yürümesi gereken hedefin ne olduğunu hissettirmeyi amaçlıyoruz. Usulsüz vusulün olamayacağı kaidesinden hareketle de bugün yeniden bir dirilişin meşalesi olmak gibi ülvi bir davanın sahibi olanların, hem dimağlarını hem de gönüllerini aydınlatacak yolun ne olduğu noktasında birlikte tefekkür edelim diyoruz.

Elbette Gazâlî’nin eleştirildiği ve kitaplarının yakıldığı dönemler de tarihte (maalesef) olagelmiştir. Asrımızda da ilimde geri kalmışlığın faturasını ona kesenler yok değildir. Felsefeye yaptığı itirazı felsefe düşmanlığı olarak okuyan ve bu kabulle onu suçlayanlar olduğu gibi bunun üzerinden felsefe düşmanlığı yapmaya çalışanlar da az değildir. Altı çizilmesi gereken en önemli husus onunla ilgili iddia sahiplerinin ister lehte ister aleyhte olsun bu iddialarını tam olarak Gazâlî’nin ne demek istediğini anlayarak yapmadıklarını görüyor olmamızdır. İslam ve İslami ilimlerle ilgili pek çok değerlendirmenin hala oryantalist yaklaşımların uzantısı mahiyetinde olması dikkat çekicidir.


Bizim âcizane kanaatimiz, Gazâlî’yi vazgeçilmez kılan onun ilimle amel arasında dünyevi ikballe ahiret beklentisi arasında dengeyi kurabilmiş olmasıdır. 


Bizim âcizane kanaatimiz, Gazâlî’yi vazgeçilmez kılan onun ilimle amel arasında dünyevi ikballe ahiret beklentisi arasında dengeyi kurabilmiş olmasıdır. Kitaplarındaki derin tefekkür ve ilim muktesabatı sadece malumatfuruşçuluk olmayıp, aynı zamanda kendi ebedi kurtuluşunu ararken elde ettiği tecrübelerin bir bileşkesi gibidir. Onlar ilmi daha iyi bir kul olmak için talep etmişlerdi. İmam Şafi’nin bir beytinde mana olarak çok güzel ifade ettiği gibi “Biz ilmi Allah’tan başka gayeler için talep etmiştik. Allah ise ilmi sadece kendi rızasını gözetenlere müyesser kılar.” A. A. Çığman Hocaefendi yurt dışına ilim tahsili için giderken bana yaptığı tavsiye işte böyle bir anlayışın sonucudur. “Evladım kuş tek kanatla uçamaz, uçabilmesi için iki kanata ihtiyacı var. Bunlardan biri ilim diğeri irfandır, ihlastır unutma demişti.” Ve Rabbim, Hayrettin Karaman Hocamın da dua makamında dediği gibi “hep bir kapı kapanırken ummadığımız nice yeni kapılar nice nimetler, Nimetullah’lar” bahşetti.

Gazâlî’nin kitaplarına verdiği isimler, bu bakış açısını yansıtan en önemli belgeler hükmündedir. Dalaletten Kurtuluşa, Abidler Yolu, Kimya-ı Saadet, İhya-ı Ulumu’d-din ve diğerleri. Özellikle de yaşadığı devrin hastalığı olarak gördüğü iman-ilim-amel ve ihlas bütünlüğünü koruyamamaktan kaynaklanan eksiklikleri gidermek niyetiyle kaleme aldığı en önemli eseri İhya tam bir toplumsal yeniden diriliş projesidir. Müslümanların yaşadığı fikri ve imanı sıkıntıları kendine dert ederek Peygambere varis olmanın hakkını vermeye çalışmış ve İslam’ın hucceti lakabını bihakkın kazanmış örnek bir âlim prototipidir. 

Bugün eksik olan da sahabe misali örnek insanlar değil midir? Bu liyakat ve ehliyet eksikliği bugün Müslümanların düçar olduğu en büyük musibetlerden biri değil midir? Bağdat’ta ikbalin en zirvesinde iken tasını torbasını toplayıp insan-ı kâmil ve tam bir kul olabilmek için dünyasından geçebilmiş İslam ilim geleneğinin en önemli örneklerinden biridir Gazâlî. Zerrinkubun iddia etiği gibi o bir medrese kaçkını asla değildir. Ne medreseyi ne de orada öğretilen zahiri ilimleri küçümsediği iddiası da doğru değildir. Bağlamından koparılarak ona isnat edilen iddialarında ya yanlış anlamaya dayalı bir bilgi eksiliğinden ya da maksadını aşan aşırı bir yorum sonucu olduğu aşikardır. Elbette Gazâlî’nin eleştirilebilecek pek çok görüşü ve iddiası olabilir, olmalıdır da. İslam ilim paradigması da aslında bu eleştirel yaklaşımı besleyen ve meşru gören bir anlayıştır. Ama bu usulüne uygun ve doğru ilmî kurallar içerisinde insafla yapılmalıdır. Gazâlî bunun ölçüsünü çok güzel koymuştur. Hiçbir görüşü ve anlayışı o görüş sahipleri kadar anlamadan eleştirmediğini bildirmektedir. Bugün maalesef Müslümanlar olarak ne iddialarımız ne de eleştirilerimiz kendi ilim geleneğimizin hassasiyetlerini temsil etmekten çok uzaktır.

Âlim olmanın sorumluluğunu hayatının her safhasında yerine getirmeye çalışmış ve bunun gereği olarak pek çok eser kaleme almıştır. Bu eserler bu sorumluluk bilinci çerçevesinde ele alınmadığı takdirde yanlış sonuçlar kaçınılmaz olur. Mesela Tehafüt’ünü havasın kafa karışıklığını belli ölçüde izale etmek maksadıyla kaleme almıştır. O gün din üzerinden kafaları karıştıran, saf dimağları zehirleyen en tehlikeli ve organize hareket olan Bâtınilerin şerrinden Müslüman halkı korumak için de “Bâtınilerin Zırvaları/Saçmalıkları” anlamına gelen “Fadaihu’l-Batıniyye” adlı kitabı kaleme almış ve onların İslam’ın özünü bozmaya yönelik gayretlerini boşa çıkarmıştır. İslam’a dışardan verilen zarar içerden verilen zarara nispetle çok küçüktür. Belli bir usule ve geleneğe sahip olmayanların düştüğü fahiş hatalar ve sapkınlıklar ortadadır. 

İşte bugünün en büyük vazifesi, ân’ın vâcibi de Gazâlî kalitesinde asrın problemlerine kalıcı çözümler üretebilecek âlimler yetiştirmek olmalı değil midir? Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakma niyetiyle çıktığımız bu yolda yazdıklarımızı bereketlendirmesi ve katından gelecek rahmet ve hidayete bizi ortak etmesi, Mevlâ’dan en büyük temenni ve duamızdır.