İstanbul’un Kültürel Yüzü -Cağaloğlu Sultanahmet Beyazıt- Üzerine

İNSİCAM

Gün geçmiyor ki, İstanbul hakkında yeni bir çalışma çıkmamış olsun. İşte bunlardan, son çıkanlardan biri, Cevat Özkaya editörlüğünde otuz yedi yazarın imzasının bulunduğu, “İstanbul’un Kültürel Yüzü -Cağaloğlu Sultanahmet Beyazıt”. Adı geçen semtlerin mimari dokusu, gündelik yaşamı, kültür ve sanat etkinliklerinden tutun da gelenek ve göreneklerine kadar birçok husus detaylıca işlenmiş eserde. Bu kitap bağlamında, kitabın editörü Cevat Özkaya ile İstanbul’u, bu muhteşem şehrin kültürel veçhesini konuştuk.

Efendim, öncelikle sorularımızı cevaplamayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

Sizi böyle bir çalışmaya sevk eden sebepler nelerdir?

– Doğrusunu isterseniz bu kitabın yapılış kararı, Türbe’den başlayıp, Sirkeci’ye kadar devam eden bir gece yürümesinde verildi. İTO yönetim kurulu üyeleri İsrafil Kuralay ve Mehmet Ali Devecioğlu ile beraber yaptığımız yürüyüşte ben, Cağaloğlu’nun tarihi ile ilgili, bazı binaları da göstererek anlatımlarda bulundum. Cağaloğlu, Beyazıt, Sultanahmet’in hem Bizans’ın hem de Osmanlı Devleti’nin idare edildiği mekânlar olduğu konusunda sohbetimiz devam etti. Bu tarihi mekânların hayli yıpratıldığını, ancak hiç olmazsa kalanların korunması ve kayıt altına alınmasına ilişkin bir temenni ile noktalandı konuşmamız. Buraya ilişkin kitap oluşturma düşüncesi, bu sohbetin sonucunda oluşan bir fikirdir. Bu fikrin uygulanması ise İsrafil beyin talebi ile hayata geçti.

Editörlüğünü yaptığınız kitabın adı, İstanbul’un Kültürel Yüzü -Cağaloğlu Sultanahmet Beyazıt-. Bu üç bölge, son zamanlara tarihî dokusunu ve özelliklerini büyük ölçüde kaybetti, meskûn mahal olmaktan da çıktı. Bu durum, sizce İstanbul’un kültürel yüzünü nasıl etkileyecek?

– Şimdi eskiye dönük olarak neyin yapılmadığını eleştirmek ve telâfi edilemez kayıplara uğradığımızı söylemek, bir tespit olmanın ötesinde herhangi bir sonuç üretmiyor. Bu tespit, geleceğe dönük bir eylemi şekillendiriyorsa önemlidir. Bu bölgelerin, tarihi dokusunu ve özelliklerini epeyce kaybettikleri doğrudur. Ancak, kalanları koruyamazsak çok daha sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalacağız. Hiç olmazsa şu anda ayakta kalabilen yapıların tespiti ve bunların orijinal durumlarına uygun restore edilerek, normal hayatta kullanılır hale getirilmesi önemlidir. Şu anda kalan eserlerin, restorasyonu, kaybolanlara ilişkin de hafızayı hareketlendirecektir. Bizim de bu kitapla yapmak istediğimiz, insanların hafızalarını hareketlendirmek ve bu yönde daha yetkin çalışmalar yapmak konusunda arzu uyandırmaktır.

Kitabın alt başlığını oluşturan bölgeler, neredeyse İstanbul’un merkezini oluşturuyordu. Günümüzde İstanbul’un bir merkezi var mı? Varsa neresidir sizce?

– Günümüz İstanbul’u bir tek merkezle yetinebilecek büyüklüğü çok aşmıştır. Onun için şehrin tek değil birçok merkezi var bana göre. Taksim, Kadıköy, Üsküdar, Bakırköy birçok yer, şehrin merkezleri olarak kabul edilebilir. Ancak Suriçi (Biliyorsunuz Eminönü belediyesi kaldırılarak Fatih belediye sınırları Suriçi’nin tamamını kapsadı) İstanbul denildiğinde ilk akla gelen yerdir. İstanbul’un silueti denildiğinde Topkapı Sarayı’ndan başlayan, Sultanahmet Camii, Ayasofya Camii, Nuruosmaniye, Beyazıt Kulesi, Fatih Camii ve Yavuz Selim Camii’ni de içine alan o manzara gelir herkesin aklına. Yüz, yüz elli yıl önceki gravürlere bile baktığınızda bu silueti görürüz. Umarım bir 16/9 kuleleri faciası bundan sonra yaşanmadan bu siluet devam eder.

Yaşanan değişimler nasıl bir İstanbul insanı tipini oluşturdu?

– Zaman içinde çok şeylerin değiştiği açıktır. Ancak bu değişim, geçmişi tamamen yok ederek bir yenilenme şeklinde olmamalıdır. Bizde maalesef geçmişin yok farz edilmesi zihniyetinin hâkim olduğu bir dönem yaşandı. Bunu arızi bir hal olarak kabul edip var olanları müzeleştirerek değil hayatın içinde kullanıma sunarak yaşatmalıyız. Her değişimi bir kimliksizleştirme olarak görmek, çok doğru değil. Bu bağlamda Tanpınar’ın şu sözü, galiba yapılması gerekeni çok doğru ifade ediyor: “Değişerek devam etmek, devam ederek değişmek.”

Zaman zaman tartışılan İstanbul’un silueti meselesi var. Şehir değiştikçe siluet de değişir mi sizce? İstanbul’un kimliksizleşme tehlikesi var mı? Ne diyorsunuz bu konuda?

– Evet, bir mekânın sadece turistlere terkedilmesi geçerli bu turizm anlayışı açısından da kabul edilebilir bir durum değildir. Kendimizden örnek alalım, bir bölgeye turistik seyahat yaptığımızda, o bölgenin yerel ahalisinin nasıl yaşadığını, neler yaptığını, hayatlarını nasıl sürdürdüklerini görmek isteriz. Hatta mümkünse bölgede yaşayanlarla konuşmak, bizde mukayese edilebilecek hatıralar bırakır ve hayatımızı zenginleştirir. Sadece lokantalar, oteller ve kafelerden oluşan bir bölge bizi, tek tipleştirilmiş insan tipleriyle muhatap kılar. Türkiye’deki otel, kafe ve lokantaların dizaynıyla başka bölgelerdekiler arasındaki fark çok azdır. Komiler, garsonlar gibi bu yerlerde görev yapanlarda dünyanın her yerindeki meslektaşlarına çok benzerler, farklı olan bu kurumların dışında yaşanan yerel hayattır. Asıl merak edilen de budur kanaatimce.

Kitabın Önsöz’ünde (syf. 7) “Dünyanın en çok turist çeken şehirlerinde, tamamen turistlere terk edilmiş mekânlar yoktur.” diyorsunuz. Peki, bizde niye böyle oldu?

– İstanbul’un bu hale gelmesinde saydığımız üç davranışın da değişik oranlarda payı vardır. Aslolan son dönemde başlamış ve epeyce bir mesafe kat edilmiş bulunan, tarihî eserlerin hayata kavuşturulmasının, daha bir yetkinlikle devam ettirilmesidir.

Sizce İstanbul’un bu hale gelmesinde ihmal mi, kasıt mı, ilgisizlik mi var?

– İstanbul’un yönetim sorununa ilişkin söz söylemek, benim haddimi aşar. Ancak bir temennimi söyleyebilirim; Suriçi’nin ayrı bir kânunla yönetilmesi gerektiğini düşünüyorum. Herhangi bir ilçenin yönetimiyle, Türkiye’nin tarihi birikiminin büyük bir kısmını bünyesinde barındıran Suriçi’nin yönetiminin aynı şekilde olmaması gerekir gibi geliyor bana.

 Dergimiz ve okuyucularımız adına teşekkür eder, daha iyi, daha güzel bir İstanbul’da yaşamak temennisiyle saygılarımızı sunarız.