Şimdi Bir Nostaljinin Adıdır Selânik

“Thessaloniki” Selânik ismine bakınca ne kadar itici bir isim. Ama şimdi öyle. Neyin nesi diye merak edenler için hemen söyleyelim: Büyük İskender’in kız kardeşinin ismi imiş.

Rıdvan Canım

Prof.Dr., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Fotoğraf: Rıdvan Canım

Herkes bir şey söyleyebilir Selânik için. Ben ne söylerim, ne söylemeliyim… Selânik’i anlatmak zor aslında.. Bazıları İzmir diyor hemen görür görmez. Bazıları İstanbul diyor. Bazıları için mübadele yıllarının acılarını taşıyor hâlâ bu şehir. “Muhacirler Şehri” demek istiyorum o zaman da. Ben Selânik adını ilk kez ilkokul Türkçe kitabımda görmüş ve tanımıştım. Atatürk’ün doğduğu evin resmi var hâlâ gözlerimin önünde. Selânik denilince de hep Atatürk’ü hatırlamışım.

Zamanında iyi bir Osmanlı şehriydi kuşkusuz. Zengin. Yani aristokrat, gösterişli, havalı bir şehir Selânik… Belki hep öyleydi. Belki bir deniz şehri olması ona bu unvanları kazandırmıştı kim bilir? O kadar çok çağrışımları var ki Selânik’in. Yahudiler şehri, dönmeler şehri…

“Thessaloniki” Selânik ismine bakınca ne kadar itici bir isim. Ama şimdi öyle. Neyin nesi diye merak edenler için hemen söyleyelim: Büyük İskender’in kız kardeşinin ismi imiş Thessaloniki. Yunanistan’ın Pire Limanı’ndan sonraki ikinci büyük limanıymış. Önce sanayi ve ticaret, belki sonra kültür ve sanat şehri Selânik… Nüfus olarak da Atina’dan sonra ülkenin ikinci büyük kenti.

Bütün Balkan şehirleri gibi O’nun da bir “Osmanlı” geçmişi var tabii. Bu Bizans bedenine Osmanlı gömleğini giydiren Osmanlı Sultanı İkinci Murad olmuş ve zamanla İspanya’dan bu şehre gelen 20 bin civarındaki Yahudi, Selânik’i çok değiştirmiş. Sabetay Sevi denilen meşhur dönme işte bu kültürel ortamda yetişmiş.

Selanik, İmparatorluğun Avrupa kıtasında seçkin ve zengin bir merkezi olmak üstünlüğünü her zaman sürdürmüş. Selanik limanı, doğu – batı arasındaki ticaretin önemli bir iskelesi olmuş, halkın ticaret ve sanayiye bağlanmasına yol açmış. Meselâ Yeniçerilerin giydikleri mavi ve yeşil renkli çuha, öteden beri Selanik’te dokunurmuş. 19. asrın başlarında sahip olduğu geniş caddeleri, büyük binaları ve mağazaları, tiyatro binaları, su, havagazı tramvay tesisleri ile çoktan bir batı şehrine dönüşmüştür Selânik… İstanbul ve İzmir’de tramvaylar atlarla çalışırken, Selanik’te elektrikle hizmete girmiş. Bu itibarla, Osmanlı şehirlerinde ilk elektrikle çalışan tramvay, Selanik’te görülmüş.

Kısa zaman öncesine kadar iki Selânik’ten söz etmek mümkündü: Eski ve asıl Selânik, denizden Şeyhsu Dağı’na doğru yükselirken, Hamidiye adıyla anılan yeni şehir ise, yalılar boyunca Karaburun’a kadar uzanırdı. Üç ünlü kapısı vardı o zamanlar Selânik’in… Kente, güneybatı yakasında, tepelerden denize doğru alt alta sıralanan üç kapıdan girilirdi. Bunlar; Yenikapı, Vardarkapı ve Topkapı idi.

Eski Selânik, bir bakıma şehrin tepesindeki tarihî surlar içine sıkışıp kalmıştı. İç içe girmiş cumbalı evleriyle daracık sokakların üzerleri adeta kapanmış gibiydi. Islahat adına bu şehirde yapılan icraatlar Osmanlı Selânik’inin de sonu olmuş bir bakıma. Üstelik bunu kendi ellerimizle yapmışız. Son dönem valilerinden Sabri Paşa eğer ferman buyurmasaymış belki de zamanımızın Selanik’i ortaya çıkmayacakmış. Önce kıyıdaki tarihî surlar ortadan kaldırılmış, sonra hükümet konağından denize uzanan ve birbirine paralel olan belediye ile şimdiki adı Odos Ermu olan Sabri Paşa Bulvarı ve ardından da ünlü Beyaz Kule’de noktalanan kordon açılmış. Diğer taraftan Selanik’in doğu yakası da meşhur Mithat Paşa tarafından ortadan kaldırılmış. Ve bir zamanların Mithat Paşa Caddesi şimdi Agios Dimitrios Caddesi olmuş. Evet, yeni Selanik bu Osmanlı paşalarına çok şey borçlu gördüğünüz gibi.

Meşrutiyet yıllarında ortaya çıkan “İttihad ve Terakki”nin merkezi de Selânik’tir. Biz edebiyatçılar 1910 ile 1912 yılları arasında ve sadece 8 sayı çıkan bir dergiyi,  “Genç Kalemler” dergisini Selânik’le birlikte hatırlarız. Ali Canib var, başyazar olarak. Sonra Ömer Seyfeddin’in o meşhur “Yeni Lisan” başlıklı meşhur makalesi… Aslında şu söylenebilir: Son dönem Osmanlı hafızasında bu Selânik, “gâileli” yani sıkıntılı bir şehir olmuştur hep.

İkinci Dünya Savaşı yılları, daha çok şehirde yaşayan Yahudiler için kâbus yılları olur. Bize kalmayan Selânik, Yahudilere de kalmaz ve yaklaşık 60 bin Yahudi Almanlar tarafından katledilir veya sürgün edilir. Şimdi Selânik’in ne kadarı Yahudi, ne kadarı dönme, ne kadarı Rum ve ne kadarı Türk çok da belli değil. Belli olan bir şey var, Türk kavminin artık buralarda esâmesinin okunmadığı. Bu şehirde yıkıla yıkıla bitirilemeyen Osmanlı eserlerinden yer yer kalıntılar da olmasa 5 asırlık bir beraberlikten geriye neyin kaldığını söylemek çok zor.

Bugün Selanik’te Kasım Paşa ya da Kasimiye Camii’ni ararsanız onu Mithat Paşa Caddesi’nde Odos Agiyos Dimitris adıyla bir kilise olarak bulacaksınız. Şehrin en büyük caddesi olan Vardar Caddesi yani Odos Egnatia üzerinde Fatih Sultan Mehmed’in akıncı beylerinden Hamza Bey’in veya bir rivayete göre kızı Hafsa Sultan’ın yaptırdığı Hamza Bey Camii var bir de. Uzun yıllar Alkazar Sineması olarak faaliyet göstermiş bu mübarek yapı.  Şimdilerde dört bir tarafından iskeleye alınmış, gûyâ restorasyon çalışmaları yapılıyor. Kıyamete kadar süreceği kesin bu restorasyonun..! Yine aynı cadde üzerinde ağaçlar arasında zar zor göze çarpan ve aslında bir “çifte hamam” olan Sultan Murat Hamamı, bugün Selânik’te ayakta kalabilen nadir Osmanlı eserleri arasında. Duvarı üzerinde zor zahmet okunan bir “Beyhamam” yazısı göze çarpıyor. Zarif bir kubbe kaplaması var, ama o da kapalı.

Selânik Valisi, İnegöllü İshak Paşa’nın yaptırdığı Alaca İmaret Camii ya da İshak Paşa Camii de bir ara izciler merkezi imiş sonra sergi salonu haline getirilmiş. Bir zamanlar Selânik’teki en güzel Osmanlı eserlerinden biri imiş. O da onarım bekleyen eserlerden biri.. Ekmekçioğlu Ahmed Paşa tarafından yaptırılan Selânik Mevlevîhânesi, bu şehirdeki 23 tekkeden birisi imiş bir zamanlar. Şimdi yerini bilen varsa göstersin! Ben bulamadım. 

Vardar yakınlarındaki Buğluca Hamamı, yakın zamana kadar “Lutra Finiks” adıyla yine hamam olarak kullanılmış ama son yıllarda bundan da vazgeçilmiş ve kendi kaderine terkedilmiş. İkinci Bayezid döneminde yaptırılan Selânik Bedesteni ile Terpsitheas meydanındaki Musa Baba türbesi harâbe halinde ama hâlâ ayakta nasıl kalmışsa? 20. yüzyılın başlarında II. Abdülhamid’in Selanik’te yaptırdığı Hamidiye Camii, diğer adıyla Yeni Cami’nin minaresi yıktırılarak bu yapı da Eski Eserler Müzesi’ne dönüştürülmüş. Cami’den ziyade bir kiliseyi andırıyor. Böylece çeşitli vesilelerle ayakta durabilenlerin dışında hemen hemen hiç bir eser kalmamış Selânik’te. Buna Yedikule Surları da dahil!

Bir zamanlar Selânik’in nasıl bir Osmanlı şehri olduğunu hayâl edebilmeniz için Evliya Çelebi’nin bu şehirde tespit edebildiği tarihî mirasın dokümanına bakmak yeterli olur sanırım. Çelebi’nin listesine bakar mısınız? 150 cami, 150 mescit, 23 tekke, 21 sinagog, 16 kilise, 27 fabrika, 5 matbaa, 1 bedesten, 11 hamam, 16 imaret ve 16 han… Şimdi bunların nerede olduğunu kime sormalı?

Şehrin en önemli caddesi olan Via İgnetia üzerindeyim şimdi. Selânik kolay bir şehir. Kalenin eteklerinde uzayıp giden bu şehri üç yol enlemesine üçe bölüyor. Aşağı inen yolların hangisine girseniz sizi İgnetia’ya götürür. İgnetia’yı da geçerseniz zaten sahildesiniz, demektir bu. İgnetia caddesi ile sahil arası gökdelenler ve modern yapılardan oluşuyor, bir zamanlar buralar Yahudilerin en önemli yerleşim alanları imiş.

Yürüyerek sahile iniyorum. İşte Selânik’in sembolü Beyaz Kule.. Aslında kalesi gitmiş “kulesi” kalmış. Osmanlı devirlerinde hapishane olarak kullanılan Beyaz Kule’nin, Kan Kulesi veya Yeniçeri Kulesi gibi isimler aldığını da söyleyelim.

Kule’den tekrar yukarılara doğru dönün, büyük cadde üzerinde Osmanlı öncesi Bizans Selânik’inin kalıntılarını ortaya çıkarma çalışmalarına tanık olacaksınız orada. İgnetia’ya ulaştığınızda ise sizi garip yapısıyla Hortacı Sultan veya Hortacı Süleyman Efendi  Camii karşılayacak orada. Minaresi fabrika bacasına benziyor, ilginç mi ilginç. “Rotonta” diyorlar, Yunanlılar şimdi ona. Zaman içinde Agios Georgios Kilisesi haline gelivermiş,  “Hortacı Süleyman Efendi Camii”…

Kale, Selânik’i görebileceğiniz en güzel yer belki de. Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han geliyor aklıma birden. Alatini Köşkü’nde geçen 4 yıllık sürgün günlerinde neler yaptı, neler düşündü bu şehirde kim bilir? Hiçbir Osmanlı Padişahı hiçbir Osmanlı şehrinde bu kadar kalmamış. Belki de onun kader şehriydi burası. Âh Selânik..! Bin bir hatırayla dolu caddeleri, sokakları, evleri, yıkık dökük Osmanlı yâdigârları ile “şimdi ellerin olan” Selânik…

Hoşça kal Balkanların çileli ve isyankâr şehri…