Sosyal Hareketlerde Kuşak Çatışması

Genç bir insandan elli yaş olgunluğunu beklemek abesle iştigal olsa gerektir. Hatta bir adım ileri gidip gençlerin onarılabilir çizikler olarak nitelendirebileceğimiz yanlış yapmalarına müsaade edilmelidir diyorum.

Derviş Çelebi

Ne olacak bu gençlerin hali meselesi, ne olacak bu memleketin hali meselesinden muhtemelen daha kadim bir problemdir. Bazı kaynaklar bu meseleyi Sümerlere kadar götürüyorlar, ancak bunlar yazılı olan metinler; muhtemelen mesele Hazreti Âdem’den bu yana insanlığın her daim ana meselelerinden birisi olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Bu makaleyi meselenin çözüm reçetesi olarak değil de daha ziyade problemi doğru bir şekilde ortaya koyma, vektörleri belli bir açıyla aynı hedefe yöneltme, bir başka deyişle bir konsensüs denemesi olarak okuyabilirsiniz

Dilerseniz önce mutabık olacağımız bir gerçeğin altını çizmekle başlayalım. Bazı doğrular kadim, bazıları ise konjonktüreldir. Yani bir kuşak öncenin ortam şartlarına göre doğru olan eylem biçimi, bugün doğru olmayabilir. Genellikle çatışmaların önemli bir kısmının bu dönemsel doğruların eski kuşak tarafından yeni kuşağa dayatılması sonucu ortaya çıktığını gözlemliyorum. Misal, biz eskiden su içerdik testiden, şimdi bizim zamanımızda bedava olan suyu pet şişelere koyup satıyorlar. Çocukları evdeki musluk suyuna zorlamanın bir alemi var mı? Bir başka misal eskiden yamalı pantolon giyerdik şimdi bunu yeni nesle yaptırmanın imkânı yok gereği de yok (mu)? Bunları tartışmak niyetinde değilim. Yukarıda zikrettiklerim elbette ekstrem örnekler. Zaten çatışma bu uç örnekler üzerinden değil, daha çok ilişkiler düzeyinde, geleneklerin yeni kuşağa aktarımı konusunda ortaya çıkıyor. Mesela bayramlarda akraba ziyaretleri. Yeni nesil bayramları akraba ziyaretleri olarak değil daha çok tatil fırsatı olarak görüyor gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir.  

Ben meseleyi yazının başlığında zikrettiğim üzere daha çok sosyal hareketler bağlamında ele almak istiyorum. Sivil toplum kuruluşlarında aktif görev alanlar şahit olmuştur. Sosyal hareketlerde de malum kuşak çatışmasına, değişik ölçeklerde şahit oluyoruz.

Meseleye eski kuşakların gözü ile bakarsanız; şimdiki nesil daha sorumsuz, aidiyet bilinci gelişmemiş, dava dertleri yok, meseleye pragmatist bakıyorlar, bulundukları zemini kariyerleri için sıçrama tahtası olarak görüyorlar… gibi düşük ya da yüksek tonda yakınmalar, tespitler göreceksiniz.

Dolayısıyla büyükler mevcut yetkilerini (koltuklarını) yeni nesle devretme konusunda isteksizler. Ancak, istisnalar hariç bu genellemelerin büyük ölçüde abartılmış ve haksız yargılar olduğunu düşünüyorum. Genç bir insandan elli yaş olgunluğunu beklemek abesle iştigal olsa gerektir. Hatta bir adım ileri gidip gençlerin onarılabilir çizikler olarak nitelendirebileceğimiz yanlış yapmalarına müsaade edilmelidir diyorum. Büyüklerin bu olumsuz yaklaşımlarında “evin danası, öküz olmaz” mottosunun payını olduğunu da söylemeliyim. Çocuklar babalarının gözünde büyümüyor maalesef. Meselenin sürdürülebilir bir ilişki zeminine kavuşması için büyüklerin bu bakış açısından kurtulması gerekir. Evet, gençlerin tecrübeleri az olabilir, bazı yaklaşımları davranış kalıpları bizim zamanımıza uymayabilir, yöntemleri farklı olabilir. Ama kurumlarımızın büyümesini, daha önemlisi varlığını ve misyonunu devam ettirmesini istiyorsak “eski köye yeni adet” getirmelerine müsaade etmek gerekir. Yönetim kurullarını gençleştirmeli ve gençlere daha fazla alan açmalı, yetki vermeliyiz, çünkü onlar zamanın ruhuna eski nesilden daha yakındırlar ve enerjileri çok daha yüksektir. İstikamet değişmediği sürece yöntem değişmesinden korkmamak gerekir. Gençlerin önüne set çekmek doğru değil diye düşünüyorum. Burada ölçümüz elbette usulün esasa mukaddem olmasıdır. Çünkü meşru olmayan yollardan hedefe yürünmez.

Gençlerin gözünde eski nesil ise, yavaş, hantal, sosyal organizasyonun önünü tıkayan, büyümenin önünde engel, çağın gerçeklerinden habersiz, ceberrut, bütün yetkileri kendi elinde toplayan, eleştiriye kapalı, sabit fikirli, geçtiğimiz yüzyılda kalmış, gelenekte direten, yeniliğe kapalı, köylü bir tip olarak resmediliyor. Elbette kısmen haklı yönleri olsa da bu genellemeleri de abartılı buluyorum.

Mutabakat noktası nedir, derseniz, karşılıklı “saygı ve değer vermedir” derim. Bunu hem duygu hem eylem olarak göstermek gerekir. Sever gibi, saygı gösterir gibi, değer verir gibi yapmak meseleyi çözmez aksine kronikleştirir. Ve kopuş kaçınılmaz olur. Sonuç, ya geleneksiz, köksüz ama yeni bir yapımız olur ya da geleceği olmayan tarihi bir eser sahibi oluruz.

Büyüklere tavsiyem şudur: Sosyal organizasyonlarda gençlere daha fazla rol verin, yetki verin, önlerini açın. İyi bir nesil yetiştirdiğinizi düşünüyorsanız zaten sorun yok. Hâla eksikleri olduğunu düşünüyorsanız ki çoğunlukla öyledir (çünkü gençken siz de öyleydiniz, şimdi unuttunuz). Küçük hatalarına göz yumun, onarılabilir çizikler iyidir, (aşı gibidir) bünyeyi güçlendirir. Her düştüklerinde (yanlış yaptıklarında) azarlar ve ellerinden tutup kaldırırsanız, yürümeyi çok geç öğrenirler. Daha vahim olanı, gölgenizde kaldıkları için, kendilerine has bir yürüyüş sahibi olamazlar. İşlerine çok az müdahil olun, ama hep ulaşılır olun. Mutlaka kapınız çalınacaktır. 

Gençlere tavsiyem ise, büyüklerin her sözü ayet değildir, tamam. Onlara “hikmetinden sual olunmaz” bir mertebe vermenize de gerek yoktur. Ama onların birer deniz feneri olduklarını aklınızdan çıkarmayın. Gözünüz, gönlünüz onlara açık olsun. Bir adım ötenizde, ama yanınızda dursunlar. Hani arsaların sınır taşları vardır arazinin ölçeğini, konumunu belirler, haritalandırır. İşte büyükler, özellikle de bir hareketin ilk temelini atanlar öyledir. Bulunduğunuz arazinin tapu senedidir onlar. Onlara bakarak konumunuzu belirlersiniz. Zira onlar sadece sizin bulunduğunuz arazinin değil, bulunduğunuzun coğrafyanın da harita bilgisine sahiptirler. Nerede bir bağ var, neresi bataklık; nerede bir çukur var, neresi dağ, bilirler. Ne zaman bir ihtiyacınız olsa oradadırlar, gidip sorabilir bilgilerine ve dualarına talip olabilirsiniz. 

Doğru bir yürüyüş, gelenek ve geleceğin mezcedilmesiyle mümkündür, vesselam.