Tarihin Tanıkları: İstanbul Müzeleri

Türk Müzeciliğinin temeli, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin de başlangıcı olan Mecma-ı Asar-ı Atika’ya (Eski Eserler Koleksiyonu) dayanmaktadır. Osmanlı padişahı Abdülmecid’in 1845’te Yalova seyahati sırasında gördüğü Doğu Roma yazıtlarını İstanbul’a naklettirmesiyle eserler, Ahmet Fethi Paşa tarafından o vakte kadar silah deposu olarak kullanılan Topkapı Sarayı avlusundaki Aya İrini’de toplanmaya başlanmıştır.

Ekrem Aytar

TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi Müdürü

Müze kelimesi söylendiğinde zihnimizde ister istemez hemen antik heykeller, lahitler, arkeolojik buluntular gelir. Neden mi? Çünkü “müze” kelimesi köken olarak Latince’den gelmektedir. Yunanca Mouseion, Fransızca Musée, İngilizce’de Museum olak kullanılmaktadır. İnsanların geçmişe ve farklı kültürlere yolculuk yapmasına vesile olan müzeyi Milletler Arası Müzeler Konseyi (ICOM) şöyle tanımlamaktadır. “Toplumun ve gelişiminin hizmetinde halka açık, insana ve yaşadığı çevreye tanık malzemeleri araştıran, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonunda inceleme, eğitim ve zevk alma doğrultusunda sergileyen, kar amacı gütmeyen sürekliliği olan bir kurumdur.”[1]

İnsanoğlu yeryüzünde var olduğundan beri inanç ekseninde dinî yapılar, tapınaklar, bu dünyadan göçen yakınları için mezarlar inşa etmiştir. Bu dinî yapıların içerisinde de farklı türde eserler muhafaza edilmiştir. Bu yapılar ve muhafaza edilen kutsal emanetler koleksiyonculuğun başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Geçmişteki medeniyetlerin tüm bu faaliyetleri de müzeciliğin temelinin ilk yapı taşlarıdır.

Antik Çağ’da tapınaklarda heykeller halka açık olarak sergilenmiştir. Atina’da Proplei’de ressamların eserleri sergilenmiştir. Yine Roma ve İskenderiye’de sanat eserleri tapınaklarda toplanmıştır. Ayrıca tiyatrolarda, devlet ve imparatorluk saraylarında, zengin kişilerin konaklarında, şatolarında sergilenen koleksiyonlar mevcuttu.[2]

Orta Çağ’da kralların, kilisenin, manastırın ve önemli kişilerin koleksiyonları vardı. Müzeciliğin ilk nüveleri bu koleksiyonların halka sergilenmesi fikri ile atılmış oluyordu. Rönesans ile birlikte müzecilik faaliyetleri de gelişme göstermeye başladı. Fransa’nın başkenti Paris’te Louvre Sarayı’nda Avrupa’nın ilk ulusal müzesi 1793 yılında Louvre Müzesi adıyla kuruldu. 1852 yılında Victoria ve Albert Müzesi İngiltere’de hizmete girdi. Akabinde İngiliz hükümetinin kararıyla British Museum, halkın ziyaretine açıldı.

Amerika’da ise müzecilik 19. yüzyıldan itibaren oluşmaya başlamıştır. Burada ilk kurulan müzeler, sanat müzeleri olarak karşımıza çıkar. Devamında ise tarih, bilim ve teknik, açık hava müzeleri birbiri ardı sıra gelmiştir. Dünyanın en eski koleksiyonları, Çin ve Hindistan müzelerine aittir.

Tarihimizde Türk Müzeciliğinin ilk izlerine ise Selçuklu Dönemi’nde (13. yy) rastladığımızı söyleyebiliriz. “Türklerde müzeciliğin tarihini Selçuklu tarihine kadar indirmek mümkündür. Konya’nın ortasındaki höyüğün etrafını bir sur duvarı ile çevirirken Türk tarihinde ilk müze denemesini yapan Selçuklular, buldukları her döneme ait, her çeşit işlenmiş taşı bu sur duvarlarının görünür yerlerine yapıştırarak sergilemek suretiyle, bir bakıma bir müzeci anlayışıyla davranmışlardır.”[3]

İstanbul, Roma, Bizans ve Osmanlı’ya başkentlik yapmış özel ve güzel bir şehir olması hasebiyle müzecilik faaliyetlerimizin de başlangıç noktasıdır. Türk Müzeciliğinin temeli, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin de başlangıcı olan Mecma-ı Asar-ı Atika’ya (Eski Eserler Koleksiyonu) dayanmaktadır. Osmanlı padişahı Abdülmecid’in 1845’te Yalova seyahati sırasında gördüğü Doğu Roma yazıtlarını İstanbul’a naklettirmesiyle eserler, Ahmet Fethi Paşa tarafından o vakte kadar silah deposu olarak kullanılan Topkapı Sarayı avlusundaki Aya İrini’de toplanmaya başlanmıştır. İlk müze burada Mecma-i Eslihai Atika ve Mecma-i Asar-ı Atika olmak üzere iki bölüm halinde düzenlenmiştir. Bugünkü Harbiye Askeri Müzesi’nin temelini de buradaki Mecma-i Eslihai Atika oluşturmuştur.

Mecma-i Asar-ı Atika koleksiyonu Sadrazam Ali Paşa döneminde düzenlenmiş ve 1869’da dönemim Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından Müze-i Hûmayun (İmparatorluk Müzesi) adıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk müzesi İstanbul’da kurulmuştur. İlk müze müdürü olarak Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden Edward Goold görevlendirilmiştir. Bu dönemde tüm vilayetlere bir genelge gönderilerek çevrelerindeki tüm tarihi eserlerin tahrip edilmeden İstanbul’daki müzeye nakledilmesi istenmiştir. Yine aynı yıl Asar-ı Atika Nizamnamesi yürürlüğe girmiştir. Eserlerin gelmeye başlamasıyla yer problemi çıkmış ve Aya İrini’deki müzenin Topkapı Sarayı’nın ilk binası olarak inşa edilen Çinili Köşk’e taşınmasına karar verilmiştir. Müze, Çinili Köşk’te 1880 senesinde faaliyete başlamıştır.

Çinili Köşk’e taşınan müzenin müdürü Anton Dethier’dir. Müze müdürünün ölümü üzerine, Türk müzecilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Osman Hamdi Bey 11 Eylül 1881’de müze müdürü olarak atanmıştır.

Osman Hamdi Bey 1887’de Sayda’da gerçekleştirdiği kazılarda İskender Lahdi’nin de dâhil olduğu bir grup lahit ortaya çıkarılmış ve eserlerin nakli ile yeni müze binası yapımı başlamıştır. Mimar Alexandre Vallaury’nin tasarladığı bu bina, ülkemizin ilk müze binasıdır. Aynı zamanda dünyada müze binası olarak inşa edilmiş ender yapılardan biri olma özelliğine de sahip olan bina, 13 Haziran 1891’de Müze-i Hümayun ismi ile açılmıştır. Açılıştan sonra kütüphane, fotoğraf laboratuvarı ve maket atölyesi kurulmuştur. Kazılarda elde edilen eserlerin daha iyi sergilenebilmesi için de 1903 ve 1907’de müzeye ek binalar yapılmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri açıldığı tarihten günümüze, dünyanın en zengin koleksiyonlarına günden güne yenilerini ekleyerek gelişimini sürdürmektedir.

Bu tarihlerde İstanbul dışında Anadolu’da da, 1902’de Konya, 1904’te Bursa müzeleri açılmıştır.

İstanbul’daki medeniyetimizin temellerini tescilleyen önemli müzelerimizden bir diğeri de, 27 Nisan 1914 yılında Türk ve İslam Eserleri için Süleymaniye Külliyesi İmareti’nde açılan Evkaf-ı İslamiye Müzesi’dir. Bu müze arkeolojik eserler yanında, Türk ve İslam tarihine ait eserlerin farklı bir koleksiyonda toplanması ve sergilenmesi fikri ile hayata geçirilmiştir. Tabi Anadolu’daki cami, türbe vb. dini yapılardaki hırsızlık olaylarının artması, bu fikri bir an önce hayata geçirmeye vesile olmuştur. Evkaf-ı İslamiye Müzesi, Osmanlıların açtığı son müzedir. 27 Nisan 1914’te Evkaf-ı İslamiye Müzesi adıyla açılan müze, 1926 yılında bu günkü ismi ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet vermeye başlamıştır. Süleymaniye Külliyesi’ne ait İmaret binasında faaliyetlerini sürdüren Türk ve İslam Eserleri Müzesi, 1983 yılında restorasyonu tamamlanan Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’na taşınmıştır.[4]

Askeri Müze’nin temeli, yukarıda bahsettiğimiz Aya İrini’de toplanmaya başlayan Mecma-i Eslihai Atika’ya dayanmaktadır. Modern anlamda Türk müzeciliğinin temeli, Tophane Müşiri Ahmet Fethi Paşa’nın gayretleri ile 1846 yılında atılmış ve bu tarih Türk müzeciliğinin ve Askerî Müze’nin gerçek anlamda ilk kuruluşu olmuştur. Askeri Müze’nin bugünkü birikimli hale gelmesini sağlayan en önemli şahsiyet, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’dır. 1908-1923 yılları arasında bu müzede müdürlük yapan Paşa, Mecmua-i Esliha-i Âtika olan müzenin adını, Müze-i Askeriye-i Hümayun olarak değiştirtmiştir. 1940 yılına kadar Aya İrini’deki faaliyetlerini sürdüren Askeri Müze, II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye sıçrayabileceği düşüncesi ile faaliyetlerine bir süre ara vermiştir. Savaş tehlikesinin ortadan kalkmasından sonra 1949 yılında Maçka Silahhanesi’nde depolanan eserler, 1959 tarihinden itibaren Harbiye Mektebi Jimnastikhanesi binasında tekrar sergilenmeye başlanmıştır. Bu binanın zamanla Askeri Müze koleksiyonları için yetersiz kalması ve çağdaş anlamda gelişime imkan vermemesi üzerine, 1966 yılından itibaren restorasyon çalışmaları sürdürülen eski Harbiye binasının Askeri Müze olarak kullanılmasına karar verilmiş ve 10 Şubat 1993 günü yeni bir düzenleme ile ziyarete açılmıştır.[5]

Türk ve İslam Eserleri Müzesi zengin bir koleksiyona sahiptir. Koleksiyonlarında İmparatorluğun farklı coğrafyalardaki önemli dini yapılarından toplanan eserler, çeşitlilik göstermektedir. İslam sanatının en erken dönemlerinden başlamak üzere kronolojik olarak Emevi, Abbasi,  Kuzey Afrika, Endülüs, Fatımi, Selçuklu, Eyyubi, İlhanlı, Memluk, Timurlu, Beylikler, çeşitli Kafkas ülkeleri ve zengin Osmanlı Dönemi eserlerini barındıran koleksiyon, çok değerlidir. Müzeyi ziyaret edenler eserleri inceleyerek İslam medeniyetinin eserlerini ve Türklerin İslam sanatına katkılarını kronolojik olarak takip edebilmektedir. Şam Evrakı, Mukaddes Emanetler, halılar gerçekten ender örnekleri ile ilgi çekmektedir.[6]

Topkapı Sarayı, altı asır dünyanın en güçlü devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun sultanlarının ikametgâhı olan mekândır. Fatih Sultan Mehmed Han tarafından İstanbul’un fethinden sonra 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılan saray, 19. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı sultanları ve saray halkının kullanımında bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde 3 Nisan 1924 tarihinde müzeye dönüştürülmüştür. Kendisi de ülkemizin en önemli anıt eserlerinden olan Topkapı Sarayı’nın müze koleksiyonları son derece zengindir. İmparatorluk Hazinesi, Avrupa Porselenleri ve Camları, Bakır ve Tombak Mutfak Eşyası, Çin ve Japon Porselenleri, Gümüşler, Hırka-i Saadet Dairesi ve Kutsal Emanetler, İstanbul Cam ve Porselenleri, Padişah Elbiseleri, Padişah Portreleri ve resim koleksiyonu, silahlar müzede sergilenen değerli koleksiyonlar arasındadır.[7] İstanbul’a gelen ziyaretçilerin ziyaret listelerinin başında yer alan Topkapı Sarayı, kurulduğu günden günümüze en çok ziyaretçi çeken müzelerimizin başında gelmektedir.

İstanbul Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan; Marmara’ya, Boğaz’a ve Haliç’e hâkim, klasik tabirle yedi tepeye hâkim Roma, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmış dünyanın en gözde şehirlerinden biridir. Şair Nedim’in mısralarında

Bu şehr-i Sıtanbûl ki bîmisl ü bahâdır

Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır

diyerek tek taşına o vakitlerin İran ülkesinin feda edilebildiği bir şehir olarak ifade edilmiştir. Dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olan İstanbul, geçmişten günümüze hâlâ tarihte yaşadıklarının izlerini ve belgelerini bizlere sunmaya devam etmektedir. İstanbul tarihine tanıklık etmiş bu eserlerin birçoğu görmesini bilenlere gözlerimizin önünde durmaktadır. Bununla birlikte tarihin bu tanıkları İstanbul’da kurulan 95 müze ile ziyaretçilerini, bu zengin geçmişin tanıkları ile karşı karşıya getirmektedir.


[1] Tomur Atagök, Hale Özkasım, Kadriye Tezcan Akmehmet, “Okul Müze Günleri Öğretmen Paketi”, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2006

[2] A. Gani Bilgin, “İstanbul Müzeleri”, İBB Kültür AŞ, 2010

[3] Semavi Eyice, Müze (Sayı;2-3), 1989-1990

[4] Hayrullah Cengiz, İstanbul Müzeleri Literatürü, Türkiye Araştırmaları Dergisi, 2010

[5] https://askerimuze.msb.gov.tr/tarihce.html

[6] Evkaf-ı İslamiye Müzesinin Kuruluşunun 100. Yılı ve Vakıf Müzeleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 2014.

[7] https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/istanbul/gezilecekyer/topkapi-sarayi