1944’te hıfzını tamamladıktan sonra hocanın ilmî ve fikrî gelişmesinde en büyük pay, İzmir’in Kestanepazarı’ndaki Kur’an Kursu ve çevresindeki dinî muhite aittir. Kendisi de “1946-1950 yılları, İzmir’deki tahsil hayatımın en önemli ve en verimli yıllarıdır” derdi. Özellikle Türkiye’nin dinî ve ilmî hayatına önemli katkılarda bulunmuş olan şahsiyetlerin yetiştiği bu Kur’an Kursu’nun hocası Hacı Salih Efendi, geleneksel İslamî ilimlere her bakımdan vâkıf, zihni ve ufku açık bir Hoca Efendidir.
Prof. Dr. Mahmut Kaya
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Ali Özek Hoca, Osmanlı uleması ile Cumhuriyet dönemi ilim adamları arasında yetişen, her iki dönemin bilgi ve kültür birikimine şahit, onların zihniyet dünyasını çok iyi bilen ve eleştirel bir yaklaşımla onları değerlendiren, çok yönlü bir kişiliğe sahipti.
1927’de Muğla/Fethiye’nin Doğanlar Köyü’nde dünyaya gelen Ali Özek hoca, kendi köyünde Elmalı Medresesi’nden icazetli 17 hocanın bulunduğunu anlatırdı ki, o dönemde ve öncesinde Toroslar bölgesinde ilim ve kültür hayatının ne kadar canlı ve yaygın olduğunu göstermesi bakımından fevkalade önemlidir. 1944’te hıfzını tamamladıktan sonra hocanın ilmî ve fikrî gelişmesinde en büyük pay, İzmir’in Kestanepazarı’ndaki Kur’an Kursu ve çevresindeki dinî muhite aittir. Kendisi de “1946-1950 yılları, İzmir’deki tahsil hayatımın en önemli ve en verimli yıllarıdır” derdi. Özellikle Türkiye’nin dinî ve ilmî hayatına önemli katkılarda bulunmuş olan şahsiyetlerin yetiştiği bu Kur’an Kursu’nun hocası Hacı Salih Efendi, geleneksel İslamî ilimlere her bakımdan vâkıf, zihni ve ufku açık bir Hoca Efendidir. Cumhuriyet döneminin ilk çeyreğinde din eğitim ve öğretimindeki boşluğu doldurmak amacıyla ortaya çıkan gönüllü kuruluşlar arasında ilk kurulan Kur’an Kurslarından biri, adı geçen bu kurstur ve çok bereketli ürünler vermiştir. Bunlar, İmam-Hatip Okulları ve Yüksek İslam Enstitüleri ve bugünkü İlahiyat Fakültelerinde farklı bir neslin ortaya çıkmasını sağlayan hasbî kuruluşlardandır.
Yüksek tahsil yapmak üzere 1950’de Mısır’a giden Ali Özek hoca, Câmiü’l- Ezher’in Usûlü’d-dîn Fakültesi’ni bitirdikten sonra yüksek lisansını tamamlayıp 1957’de Türkiye’ye döner. O sırada Kral Faruk’un yönetimindeki Mısır’da Osmanlı bakiyesi çok önemli bir kültürel ve sosyal çevre mevcuttur; hatta o demde Mısır’daki Türklerin sayısı dört milyondan az değildir. Hoca orada Osmanlı şehzadelerinden Şevket Bey, veliaht Ömer Faruk Efendi, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, ders vekili Zahid Kevserî ve Yozgatlı İhsan Efendi gibi önemli şahsiyetlerle yakın ilişki kurma imkânını elde ederek üniversite dışında geniş bir sosyal ve kültürel çevre edinmiştir. Bu hususta ilginç tespit ve hatıralarından sık sık söz ederdi. Ayrıca; 1952’de Kral Faruk’a karşı Cemal Abdunnâsır ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği ihtilalde yeni kurulmuş olan İsrail Devleti ile İngilizlerin büyük rolü olduğunu ve bunda İhvân- ı Müslimîn hareketinin de vebali bulunduğunu iddia ederdi.
Hocanın İhvan’a karşı olan olumsuz kanaati bugüne kadar hiç değişmemiştir. Bununla birlikte Cemaleddin Afgânî ve Muhammed Abduh’un yenilikçi fikirlerinin Ali Özek Hoca’nın düşünce dünyasında önemli bir yere sahip olduğundan şüphe yoktur. O dönem Ezher’de okuyan Türk talebelerinin bir kısmı, söz konusu yenilikçi fikirlere şiddetle karşı oldukları halde Ali Hoca’nın her ortamda büyük bir cesaretle yenilikçi fikirlerini savunması ve eleştirel bir tarzda onları ortaya koymasında onun Usûlü’d-dîn Fakültesi’nde aldığı eğitimden kaynaklandığı düşünülebilir. Burada şu hususu belirtmek gerekir ki, Ezher’den mezun olan Türk talebelerinin hiçbirinden, okudukları klasik metinlerin muhteva ve yöntemine dair ya da dinî ve sosyal hayatta bunların karşılığının bulunup bulunmadığı hususunda hiçbir eleştirel yaklaşım duymadım. Mesela Usûlü’d-dîn Fakültesi’nde okutulan Adudiddîn el-Îcî’nin el-Mevâkıf isimli eserinin dörtte üçünün dinî akide ile ilgisi yoktur. Bunlar, eski dünyadan intikal eden arkaik bilgilerdir ve yüzyıllar boyu bizim medreselerimizde ilim diye okutulmuştur. İşte bazı kesimlerin Muhammed Abduh ve arkadaşlarına yöneltilen eleştirilerin temelinde, onların bu eğitim sistemini ve bu zihniyetle yetişenlerin çağdaş dünyada İslam’ın anlaşılmasına ve karşılaşılan problemlerin çözümüne katkı sağlamayacağını söylemeleri gerekmekteydi. Her şeye rağmen Ali Özek Hoca bu durumun farkındaydı ve bunun için 1970’te İslamî İlimler Araştırma Vakfı’nın kurulmasına öncülük etmişti.
Büyük bir azmin, bitmez tükenmez gayretin timsali olan Ali Özek Hoca, Mısır’dan aldığı diploma kabul edilmediği için Türkiye’ye dönünce dışardan imtihanlara girerek liseyi bitirmiş. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars dilleri ve edebiyatları bölümünü bitirdikten sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde uzun yıllar hocalık ve müdürlük yaparken bir yandan da doktorasını tamamlamıştır. Müdür olduğu dönemde Yüksek İslam Enstitüsü’ne 150 öğrenci kontenjanı verilmiş. Kayıt döneminde bu sayı dolunca, müdür yardımcıları Hoca’ya durumu bildirmişler; hoca, siz gelen talebelerin kayıtlarını yapın, sayı 200, 250, hoca devam diyor. Nihayet sayı 450’ye çıkınca hoca tamam diyor ve telefon açarak Din Eğitimi Genel Müdürü’nü arıyor ve diyor ki; “Sayın müdürüm ben sizin tahsis ettiğiniz kontenjana 300 daha ilave ederek 450 öğrencinin kaydını yaptım. Dolayısıyla suç işledim, beni görevden alın”. Genel Müdür; “Aman hocam siz ne yaptınız, bu nasıl olur?” diye dövünse de iş olup bitmiş, Hoca hakkında da herhangi bir işlem yapılmamıştır. Bu olay, onun görevini yaparken hiç çekinmeden risk aldığını göstermesi bakımından gerçekten önemlidir. Doğru olduğuna inandığı ve gerçekleştirmek istediği bir konuda Hoca’yı kimse kararından vazgeçiremezdi. Mesela İslam Enstitüsü arsasında bir mescit inşa edilecektir, Hoca bunun kubbeli, çift minareli, dışardan gelecek cemaatin ihtiyaçlarını karşılayacak iki bin kişilik bir cami olmasını istemektedir. Fakat diğer hocalar çeşitli nedenlerle buna karşıdırlar. O günün sınırlı imkânlarına rağmen hoca projesini gerçekleştirir. Açılış merasiminde söz alan hocalar Ali Özek Bey’e ayrı ayrı teşekkür ederler. Fakat buna karşı Hoca’nın verdiği cevap çok ilginçtir, der ki “Asıl ben size teşekkür borçluyum, çünkü beni yetkili makamlara şikâyet etmediniz. Eğer şikâyet etmiş olsaydınız, bu işi bize yaptırmazlardı”. Gerçekten bu korkunç bir ironidir; fakat Hoca ironi olsun diye değil, bir gerçeği ifade etmek için böyle bir ifade kullanmıştır.
İslam ile sosyal ve iktisadî hayat arasında bulunması gereken ilişki, eski ulemamızın yeterince üzerinde durmadığı bir konudur. Sadece geçmişten intikal eden birikimle günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermenin mümkün olmadığını bilen Ali Özek Hoca, Mahir İz Hoca ile birlikte, çoğunluğu tarih şuuruna bağlı, hamiyet sahibi iş adamlarından oluşan 48 kurucunun maddi desteği ile 1970 yılında İslamî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV)’nı kurmuştur. Geçen yıl kuruluşunun 50. senesini idrâk eden bu vakıf, gerçekten Türkiye’de ilmî araştırmalarda bulunan emsali vakıflar arasında en başarılı olanıdır. Kurulduğundan bugüne kadar 103 sempozyum düzenlemiş, bunlardan 27’si milletlerarası, 56’sı milli ve 16’sı da ilmi ihtisas toplantısıdır. Oturumlarda sunulan tebliğ ve müzakere tutanakları ile birlikte bunlar yayımlanmıştır. Bu bereketli çalışmalarda Hoca’nın unutulmaz katkıları olmuştur. Hatta bir bakıma İSAV, Ali Özek ismi ile özdeşleşmiştir.
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine, Türkî Cumhuriyetlerde ortaya çıkan ilmî ve kültürel boşluğu doldurmak amacıyla Hoca büyük emekler sarf ederek Kazakistan’da bir üniversite ve bir kolej kurdu. Ayrıca Almatı başta olmak üzere ülkenin çeşitli şehir ve kasabalarında 6 cami yaptırdı. Dostları kanalıyla bazı Arap ülkelerinden ve Türkiye’den temin ettiği yardımlarla büyük işler başaran bu vakıf insan, ilme ve hizmete doymadan 94 yaşında 19 Nisan 2021’de âlem-i bekâya irtihal etti.
Cenab-ı Hak, bu aziz dine hizmet eden bütün mü’minlere ve Ali Özek Hocamıza rahmet eylesin. Âmiiin!