Ashab, Hadis ve Eleştiri

Rivayetlerdeki aktarım ve anlaşılma hatalarını fark edip karşısındaki diğer sahabi arkadaşını düzelten ve birbirlerini eleştirmekten çekinmeyen isimler arasında Abdullah b. Abbas, Ubade b. Samit, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Enes b. Malik gibi isimleri görmek mümkündür. Hadislerin anlaşılması açısından yanlış anlaşılmaların düzeltilmesi konusunda çaba sarf eden en önde gelen isimlerden bir diğeri ise Müminlerin annesi Hz. Aişe’dir.

Fatma Betül ALTINTAŞ

Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilimdalı

İslam düşünce tarihi boyunca Allah’ın kelamı dışında hiçbir söz, eleştiriden muaf olmamıştır. Eleştiri, hakikate ulaşmak için bir araç olarak kullanıldığı sürece düşünceleri geliştirir ve yanlışların düzeltilmesine vesile olur. Her Müslüman kendi üzerine düşen tebliğ görevi gereği, yanlış gördüğü ve düzeltilmesi gerektiğini düşündüğü noktaları açık yüreklilikle ve cesaretle dile getirmekten sorumludur. Ayet-i Kerime’de bu duruma “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 104) denilerek vurgu yapılmaktadır.

Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünneti, dünya hayatını istikamet sahibi bir mümin olarak yaşamak isteyenler için birer ışık ve yol gösterici rehberdir. Kur’an-ı Kerim’in bugün elimizde bulunduğu şekliyle Allah’tan Hz. Peygamber (s.a.v.) vasıtasıyla nakledildiği konusunda ümmet arasında ittifak mevcuttur. Bir beşer olan Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından söylenen rivayetlerin sonraki nesillere hem metin hem de mana itibariyle bozulmadan aktarımı yani bilginin tedkiki noktasında ise sahabenin titiz ve eleştirel bir yaklaşım içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Sahabe “Burada bulunanlar sözlerimi burada bulunmayanlara ulaştırsın” (Buhârî, İlim, 9) ve “Allah bizden herhangi bir şeyi işiten ve işittiği gibi de tebliğ edip başkalarına aktaran kişinin yüzünü ak etsin” (Tirmizî, İlim, 7) fehvalarınca Hz. Peygamber’den (s.a.v.) tam duydukları ve anladıkları şekilde aktarmaya gayret etmişlerdir. Aynı zamanda da “Her kim benim adıma bilerek yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Müslim, Mukaddime, 2) rivayetinden çekinmeleri, onların bu konuda fazlaca titiz davranmaya yöneltmiştir. Sahabeden bazıları, bu titiz tavırlarının neticesinde yanlış anlama sonucunda Hz. Peygamber’e (s.a.v.) aslında söylemediği veya kastetmediği bir şeyi izafe etmekten çekinmişlerdir. Bu çekinceleri kimi sahabilerin çok az sayıda hadis rivayet etmesine sebep olmuştur.

Sahabe, Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken duydukları (ve tam anlamadıkları/ne denildiğinden emin olamadıkları bilgileri) Hz. Peygamber’e (s.a.v.) sormuş ve duyduklarını/anladıklarını bizzat kaynağından -Hz. Peygamber’den (s.a.v.)  doğrulamaya çalışmışlardır. Mesela Abdullah b. Amr’ın oturarak kılınan namazın ayakta kılınan namaza nisbetle ecrinin yarım olduğuna dair duyduğu haberin tasdiki için bizzat Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gitmesi ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bu sözü söylemesinin nedenini anlamaya çalışması, bu kapsamda hatıra gelebilecek bir örnektir (Ebu Davud, Salât, 179). Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken sürdürülen bu titizlik, onun vefatının ardından da devam etmiştir. Sahabe, rivayetlerin Hz. Peygamber’e (s.a.v.) aidiyetinin tespiti ve bu aidiyetten emin olmak için birçok tedbire başvurmuştur. Bu amaçla birbirlerinden rivayeti işittikleri esnada yanlarında var olan başka şahitler göstermelerini isteyebilmişlerdir. Bazı durumlarda ise Hz. Ali’nin yaptığı gibi sahabeden aktardıkları rivayeti Hz. Peygamber’den (s.a.v.) duyduklarına dair yemin etmeleri istenmiştir.

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatının ardından sahabe arasında hem metinlerin aktarımı hem de metinlerle ilgili yanlış anlaşılmaların düzeltilmesi noktasında bir eleştiri geleneğinin devam ettiğini görmek mümkündür. Sahabe bu amaçla zaman zaman birbirlerine itirazlarda bulunmuşlar ve birbirlerini eleştirmişlerdir. Rivayetlerdeki aktarım ve anlaşılma hatalarını fark edip karşısındaki diğer sahabi arkadaşını düzelten ve birbirlerini eleştirmekten çekinmeyen isimler arasında Abdullah b. Abbas, Ubade b. Samit, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Enes b. Malik gibi isimleri görmek mümkündür. Hadislerin anlaşılması açısından yanlış anlaşılmaların düzeltilmesi konusunda çaba sarf eden en önde gelen isimlerden bir diğeri ise Müminlerin annesi Hz. Aişe’dir. Hz. Aişe’nin sahabeden çeşitli kişilere yönelik dile getirdiği altmış civarındaki bu düzeltmeleri el-İcâbe li-îrâdi me’stedrekethü Âişe ale’ṣ-sahâbe adlı eserinde Bedrüddîn Zerkeşî (ö. 794/1392) tarafından bir araya getirmiştir.[1]

Hz. Aişe’nin bu düzeltmelerinden birini dile getirmek, belki düzeltmelerin mahiyetini anlamak açısından katkı sağlayacaktır. İbn Ömer’in aktardığı “Arkasından ağlanması sebebiyle ölüye azap edilir” rivayetiyle ilgili olarak Hz. Aişe’nin bir düzeltmesi vardır. Hz. Aişe bu rivayet için “Allah Ebu Abdurrahman’ı bağışlasın! Ama o yalan söylememiş, unutmuş ve hata etmiştir.” diyerek Rasulullah’ın Yahudi bir hanımın cenazesine uğradığını ve oradakilerin ağlamasını görünce “Onlar bu cenazeye ağlıyorlar, o ise azap görüyor” buyurduğunu ifade etmiştir.  Burada Hz. Aişe’nin diğer bir sahabiyi eleştirirken onun yalan söylememiş olduğunu vurgulaması ve cümlesine dua ile başlaması, eleştiride bulunurken karşıdakini itham etmeye varmayacak ve incitmeyecek bir üslup kullanmanın önemine işaret etmektedir. İbn Abbas, Hz. Ömer vefat ettikten sonra bu rivayeti Hz. Aişe’ye danışmıştır. Hz. Aişe bu konuda bir yanlış anlaşılma olduğunu söyleyerek “Allah Ömer’e rahmet eylesin. Hayır vallahi Rasulullah Allah’ın bir mümine birisinin ağlaması sebebiyle azap edileceğini haber vermedi. Lakin o şöyle buyurdu: ‘Allah ailesinin ağlaması sebebiyle kafirin azabını artırır’. Sonra Aişe şöyle dedi: “Size bu hususta Kur’an yeter. ‘Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez’ (En’âm, 164)”. Burada Hz. Aişe kendi bilgisi ve Hz. Peygamber’den (s.a.v.) duydukları ışığında İbn Ömer’in bu yanlış anlamasını düzeltmiştir.

Bunun dışında Hz. Aişe’nin Kur’an’a, sünnete ve başka hadislere arz ederek, tarihe ve vakıaya uyumsuz oluşundan yola çıkarak ve akıl, mantık ile dil kaidelerine dayanarak çeşitli eleştiriler yaptığını görmek mümkündür. Bu eleştirilerde dikkat çeken boyut, eleştirilerin sahabenin şahsına yönelik değil, aktarımlarıyla ilgili oluşudur. Zira sahabenin de kişisel özellikleri ve hayat tarzları açısından farklılıklar mevcuttur. Kimisi uğraştığı işler ve günlük yaşamını idame ettirmek için Hz. Peygamber’le (s.a.v) çok uzun birlikte olamazken kimisi daha uzun zaman geçirme nimetine nail olmuşlardır. Ayrıca her sahabi Hz. Peygamber’in (s.a.v.) her sözünü işitmemiş olabilir. Bunun dışında sahabenin anlama kapasiteleri ve kabiliyetleri de birbirinden farklıdır. Kimisi daha unutkan iken kimisi aktarım konusunda daha mahirdir. Tüm bu etkenler neticesinde sahabiler bazen birbirlerinin yaptıkları nakillere eleştiriler getirmişlerdir. Tekrarlamak gerekirse, bu eleştiriler sahabenin (ya da fetva veren tabiinin) yanıldığı, yanlış anladığı, yanlış veya eksik işittiği veya iyi anlayamayıp yanlış yorumladığına işarette bulunmaktadır.

Münekkit sahabilerde görülen bu eleştirel yaklaşım sonraki nesillerde de devam etmiştir. Fakat sahabeden sonraki dönemlerde görülen râvilerin tenkidi işlemi daha teknik düzeyde gerçekleştirilmiştir. Elle, dille yahut da bir aletle yaralamak anlamına gelen cerh, “râvinin kusurundan dolayı hem kendisinin hem de rivayetinin reddedilmesi” anlamına gelir. Cerh faaliyetleri kapsamında Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözlerini gelecek nesillere nakleden kişilerde rivayetin naklini etkileyebilecek herhangi bir özellikleri varsa zikredilir. “Tezkiye etmek” anlamdaki ta‘dîl ise Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözlerini gelecek nesillere nakleden kişilerde rivayetin naklini yapabilecek olumlu özelliklerin bulunduğunu ve rivayetinin kabul edilmesi gerektiğini ifade etmek demektir. İsnad ilmi kapsamında yapılan cerh-ta‘dîl faaliyetleri sayesinde râvilerin tümü, hem râvinin rivayet ehliyeti anlamına gelen adalet hem de râvinin öğrendiği hadisi başkasına rivayet edinceye kadar saklayabilmesi anlamında zapt yönünden incelenmiştir.Bu inceleme neticesinde râvinin varsa kusurlu yönleri ortaya konulmuştur.

Cerh-ta‘dîl ilmi kapsamında râvilerin güvenilirlikleri ile ilgili bütün bilgiler araştırılarak titiz bir şekilde arşivlenmiştir. Bu durumun gıybet kapsamında kabul edilip edilmeyeceğinin de kaynaklarda tartışıldığı görülmektedir. Râvilerin cerh edilmesinin gıybet kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Zira burada, hakkın ortaya çıkması ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözünün mümkün olan en düzgün şekilde aktarılması amacına matuf olarak kişilerin değerlendirilmesi söz konusudur. Bu sebeple cerh-ta‘dîl faaliyetleri kapsamındaki bu değerlendirmeler eleştiri, gıybet ve dedikodu değil dinin korunması babından sayılmıştır. Abdullah b. Mübarek’e (ö. 181/797): “Gıybet mi ediyorsun?” diye sorulduğunda onun “Sus! Eğer biz durumu açıklığa kavuşturmazsak, hakkı bâtıldan nasıl ayırt edebiliriz ki?” şeklinde verdiği karşılık, cerh-ta‘dîl faaliyetinin ve bu kapsamda yapılan eleştirilerin gıybet değil gerçeği ortaya koymak niyetiyle yapıldığını vurgulayan bir anekdottur. 

Râvilerin cerh ta‘dîl açısından değerlendirilmesi esnasında da dengeli ve tutarlı bir eleştiri üslubunun korunduğu söylenebilir. Bu kapsamda yazılmış kitaplarda bir râvi hakkında neden böyle olumsuz bir hüküm verildiğinin anlaşılmasına yardımcı olacak şekilde bir cerhin sebebi açıklanmamış ise bu cerhler makbul karşılanmamıştır. Bu durumun aksine, sebebi açıklanmasa dahi bir kişi hakkında dile getirilen olumlu görüşler kabul edilmiştir.

 Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatta olduğu, vefatının ardından sahabenin yaşadığı ve onların vefatlarının ardından gelen neslin yaşadığı zamanlardaki aktarımların tümünde bir titizlik görülür. Bu titizlik, aktarılacak rivayetin kimden duyulduğu, o esnada kimlerin rivayeti işiten kişiyle birlikte oldukları ve rivayetin anlamının doğru anlaşılması ve aktarılması dâhil birçok boyutta mevcuttur. Tarihi birer veri kabul edilebilecek rivayetleri bozulmadan gelecek nesillere aktarmak üzere korumak, bir nevi arşivciliktir. Bu anlamda, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözlerini, fiillerini ve onaylarını, onun kendisinden sonraki döneme yol gösterici olacak mirasını sonraki nesillere aktarmak görevi, ümmetin arşivcileri kabul edilebilecek muhaddislere düşmüştür. Bu noktada titizlikleri, sorgulayıcı ve eleştirel tavırlarıyla muhaddislerin bu görevi ellerinden geldiğince hakkıyla gerçekleştirdiklerini söylemek mümkündür. Allah onlardan razı olsun.


[1] Bu mühim eser, Bünyamin Erul tarafından “Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler” adıyla Türkçeye çevirmiştir (Ankara 2002, Kitabiyat).