Bayram

Müminin/umudun olmadığı bir dünya cahiliyye karanlığında yolunu kaybetmiş bedbaht bir dünyadır. Bu nedenle yeryüzünde mümin/müslüman mevcudiyetinin bizatihi kendisi bayram sebebidir!

Kemal MANSUR

Bayramlar Müslümanlar için cennette yaşayacakları vuslat sevincinin dünyadaki provasıdır. Bu nedenle içinde bulundukları kültürel, ekonomik, sosyal, siyasal gerçeklikten bağımsız olarak hep bir umut ve heyecanla karşılarlar bayramları. En hüzünlü anlar bile bayramın taşıdığı lâhûtî esinti ile buluştuğunda umudun ve neşvenin eteklerine yapışır.

‘Dünya sürgününde’ anayurt özlemidir bayram. Bir yol hazırlığıdır. Yolculuğu unutmama ritüelidir. Akıbetin kapısında asılı kurtuluş levhasının muştusudur bayram.

Dertlerin, acıların, sıkıntıların geçiciliğinin ama cennetten şerha şerha yayılan umudun kalıcılığının delilidir bayramlar.

Mümin/Müslüman, inançta kararlılığı ve Hakk’dan gelene teslimiyeti ile umudun her dem canlılığını pratik olarak yaşayan kişidir. Müminin/umudun olmadığı bir dünya cahiliyye karanlığında yolunu kaybetmiş bedbaht bir dünyadır. Bu nedenle yeryüzünde mümin/müslüman mevcudiyetinin bizatihi kendisi bayram sebebidir!

Tarihe gücümüz ölçüsünde göz attığımızda bayram olgusunun temelinde dinsel inançların yattığını görüyoruz. Her bir inanç grubunun tarih içerisinden süzülerek gelen ve ortak kimlik haline dönüşmüş anma günlerinin aynı zamanda kendileri için istikbalin garantisi sembollere dönüştüğünü görüyoruz.

Bayramların genel itibariyle tarihi süreç içerisinde dini ve etnik toplulukların hayatlarında dönüm noktası teşkil eden kimi olaylar üzerine bina edildiğini görüyoruz. Ortak yaşanmışlığın sembol an(ı)ları, ortak duyguyu oluşturan birer enstrümana dönüşüverir bayram formatında. Pagan dinlerden, ‘insanların eline düşmüş’ semavi dinlere kadar bu çerçevede bir bayram algısını gözlemleyebiliyoruz.

“Kâşgarlı Mahmud’un tesbitine göre kelimenin aslı Farsça beẕrem/beẕrâm (بذرام/بذرم) olup “sevinç ve eğlence günü” demektir ve beyrem/bayram telaffuzu Oğuzlar’a aittir (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 263, 484; III, 176).”

“Bayram kelimesinin Arapça’sı, sözlüklerde “âdet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü” anlamlarıyla karşılanan îddir (el-ʿıyd/العيد). Bu kelimenin aslının ise ʿıvd (عود) olduğu ve “tekrar dönmek” anlamını taşıdığı bilinmekte ve bu durum İbnü’l-A‘râbî ve Zebîdî gibi lügatçiler tarafından, “çünkü o her yıl yeni bir sevinçle döner” şeklinde yorumlanarak mevsimlerin dönmesine bağlanmaktadır (geniş bilgi için bk. Lane, V, 2190).” (Sargon Erdem TDV İslam Ansiklopedisi, Bayram maddesi.)

Müslümanların bayramları mekânla değil zamanla mukayyettir. Bu müthiş bir evrensellik simgesidir. Her yıl Ramazan ayının bitiminde ve Zilhicce ayının onuncu gününde yer kürenin her yanına yayılmış Müslümanlar aynı heyecanı -farklı yansımalarıyla, farklı adetlerle- yaşarlar. Bayramlar senenin her mevsiminde adeta ritmik olarak etrafımızda döner dururlar. Bir nevi tavaf halidir bu. Eşref-i mahlûkatın etrafında ritmik olarak dönen kutlu zamanlar umudu tazelemelerinin yanında kimlik hatırlatması da yaparlar. ‘Allah tekrarına kavuştursun’ diye dua etmemiz boşuna değildir.

Bayramı taşıyan zamanlar aynı zamanda muayyen ibadetlerin zamanlarıdır: Oruç ve Hacc/kurban… Taatin, kulluğun, yerini bilmenin ödüllendirildiği ve sürurun oluk oluk akıtıldığı zamanlardır bayramlar.

Bayramlar, sevinç ve kıvanç günleridir. Müminler şer’i sınırlar içerisinde kalarak eğlenirler, sevinirler ve sevindirirler. Önderimiz Allah Rasulü, bayramları bu ölçüler içerisinde eda etmemizi telkin etmektedir. Sevincin, ‘insani’ formatında tecessüm ettiği vakitlerdir Müslümanların bayramı.

Bayramlar toplumsal kimliğin tüm kodlarını ve tarihsel yaşanmışlığını içinde barındıran konsantre vakitlerdir. Bu itibarla bayram sadece bir günü değil birikerek gelen bir tarihi işaret eder. Yahya Kemal Beyatlı, ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ isimli şiirinde tam da bundan bahsediyor:

“Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.”

Bir toplumun hayatiyetinin en önemli simgelerinden biri de bayramlara karşı takındığı tutum ve bayram hazırlıklarıdır. Toplumların bayramla kurduğu ilişkinin biçimi kimliği ile kurduğu ilişkinin sıhhatinin bir testidir aslında. Bayrama ilişkin algı ve bayramlarda yaşatılan gelenek ve görenekler cemiyetin özgünlüğünü sağlayan ve sürdüren önemli değerlerdir. Bu anlamıyla bayramlar bir toplumun alamet-i farikalarıdır.

Müslüman toplumların geleneksel anlamda bayram algılarını özetleyen dört kelimedir diyebiliriz: Sürur, kurbiyet, yardımlaşma ve ziyaret. Hangi şerait içerisinde gelirse gelsin bayram Müslüman yüreklerde bir sevinç ve heyecan dalgası oluşturur. İbadetlerini yerine getirmenin verdiği bir itminan duygusuyla Rabbine yakınlaştığını hisseder Mümin, kalbine yayılıveren huzurla. Âlemlerin Rabbinden bir lütuf olarak gelen bu kurbiyet vakitleri Müminlerin diğerkâmlığını daha üst seviyelere taşır ve yardımlaşmanın eşsiz örnekleri çıkar ortaya. Küçükler büyükleri, sağlıklılar hastaları ziyaret eder.

İnsanı ayartarak dengesini bozan, Yaratıcısı ve evrenle ilişkisini tarumar eden modern nobranlık zamanlarında bayram algısı da çürümeden nasibini almış görünüyor maalesef. Her şeyi maddi anlamda kullanılabilir bir ‘değere’ dönüştüren modern şeytani vizyon, her anlamda kar-zarar hesabı yapmayı, hazzını gerçekleştirmeyen her şeyden uzak durmayı telkin ediyor. Bu anlamda bayramların git gide içeriksiz/ruhsuz bir forma hapsedilmekte olduğunu müşahede edebiliyoruz. Hazır kafiyeli mesajlarla, kurumsal yardımlarla geçiştirilen yürek parçalayıcı görüntüleri her geçen yıl daha da artan bayramlar(l)a eriyoruz…

Bayramların taşıdığı diriliş ruhu direniş ruhumuzdur aynı zamanda. Ona sahip çıkmalıyız! Bayramlarımıza ve bayramlarımızın tarihsel süreç içerisinde taşıya getirdiği gelenek ve göreneklerimize sahip çıkarak insana kasteden habis süreçlere direnebileceğiz. Kuru bir hamasetle değil bayramların ruhunu kurumsallaştırarak başarabiliriz bunu.

Değerler gelecek nesillere belli davranış kalıpları, gelenekler, kurumlar şeklinde transfer olur. Hayatın değişkenliği içerisinde değer kalıplarını somutlaştıramamış toplumlarda kuşak çatışmaları, kopuşlar dolayısıyla değerlerin aşımı yoğun yaşanır. Bu noktada biraz durup düşünmek, derin sorgulamalar yapmak durumundayız.

Dijital çağın her gün yabancısı olduğumuz yeni kompartımanlar açarak neslimizi peşine taktığı bir demde trenin ardından bakmak, hayatı iman ve cihad olarak konumlandıran inancın saliklerine yakışmaz. Bu seyl-i şeytaniye direnmek için alternatifler geliştirme çabasına girmek, girenlere destek vermek imanın mütemmim bir cüzüdür! Bayramların döne döne getirip önümüze koyduğu ana tema budur.

Bayramlara sahip çıkmak ataleti, tembelliği, nemelazımcılığı, çokbilmişliği, fırsatçılığı, tüketiciliği bir kenara bırakarak başlanacak bir vetiredir. Hayatın içinde olmayan, vehimler âleminde yaşayan mutlu uyuşukların sahici bir hayatları yoktur ki bayramları olsun. Çünkü yukarıda da ifade edilmeye çalışıldığı gibi bayram bir cehdin, yakaza halinde bir kulluğun ürettiği salih amellerin/katma değerlerin ödüllendirilmesidir.

Tavafın coşkusu ve orucun sebatıyla bayram yerine dönsün dünya…