İnci Mercan Gerdanlığı -2-

Allah’ın Hoşnut Olduğu Din

Hz. Ömer (r.a.) Kâbe’yi yedi defa tavaf ettikten sonra onların yanına vardı ve müşriklere meydan okudu: «İşte ben de Medine’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler peşime düşsünler, şu vadinin arkasında karşıma çıksınlar!» Ancak hiç kimse peşine düşüp onu takip etme cesaretini gösteremedi.

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

Hattat: Sedef Soylu

عَنْ أَميرِ الْمُؤْمِنِينَ أبي حفْصٍ عُمرَ بنِ الْخَطَّابِ بْن نُفَيْل بْنِ عَبْد الْعُزَّى بن رياح بْن عبدِ اللَّهِ بْن قُرْطِ بْنِ رزاح بْنِ عَدِيِّ بْن كَعْبِ بْن لُؤَيِّ بن غالبٍ لقُرَشِيِّ العدويِّ رضي الله عنه أن رجلا من اليهود قال له: يا أمير المؤمنين، آية في كتابكم تقرءونها لو علينا معشر اليهود نزلت لاتخذنا ذلك اليوم عيدا. قال: أي آية؟ قال: “الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا”. قال عمر: قد عرفنا ذلك اليوم والمكان الذي نزلت فيه على النبي صلى الله عليه وسلم وهو قائم بعرفة يوم جمعة.

Mü’minlerin emiri Ebû Hafs Ömer ibn’ül Hattab ibn-i Nüfeyl ibn-i Addüluzza ibn-i Riyah ibn-i Abdillah ibn-i Kurd ibn-i Rezah ibn-i Adiy İbn-i Ka’b ibn-i Lüey ibn-i Lüey ibn-i Galib el-Kuraşî el Adevî razıyallahü anh’den:

Bir yahûdî Ömer ibn-i Hattâb’a (r.a.):

– Ey Müminlerini Emiri! Sizin Kitab’ınızda okumakta olduğunuz bir ayet var ki, biz Yahûdî topluluğuna nazil olmuş olaydı, nazil olduğu günü bayram edinirdik, dedi. Ömer:

 – Hangi ayettir o? diye sordu. Yahûdî:

– “Bu gün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlıktan hoşnûd oldum… (el-Mâide:5/3) cevabını verdi. Bunun üzerine Ömer:

 – Biz bu ayetin indiği günü de yeri de biliyoruz (kıymetini takdir ediyoruz). Bu ayet Peygamber’e bir Cuma günü Arafat’ta vakfede kaim iken nazil olmuştur, dedi. (Buhari; 45, Müslim, 3017).

     HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     İslam; adını Allah’ın (c.c.) koyduğu, Âdem (a.s.) dan Rasulullah’a (s.a.v.) kadar peygamberlere indirdiği dindir. Kıyamete kadar dosdoğru yol üzerinde yürüyenin hiç eksik olmayacağı tek hak dindir.

     Rasulullah (s.a.v.)’ın daveti ile insanlar önce birer birer, sonra akın akın Allah’ın dinine girdiler. Bu ayet, hicri onuncu yılda, Rasulullah’ın (s.a.v.) ashabından yüz binlerin katıldığı Veda Hacc’ında, Arafat Meydanı’nda, Arefe günü, Cuma öğleden sonra Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz “Adba” adındaki devesinin üzerinde vakfede iken indi. Devenin kolları, vahyin şiddeti ile üzerine basan yükün ağırlığına dayanamayıp çöküvermişti.

     İslam dini; Hatem’ül Enbiya Hz. Muhammed (s.a.v.) ve O’na tabi ashabının yirmi üç yıl süren zorlu mücadeleleri, sabrı, cihadı neticesinde, “Bu gün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak müslümanlıktan hoşnûd oldum…” (el-Mâide:5/3) müjdesiyle, daha önce hiçbir peygambere ve hiçbir ümmete verilmeyen bir mükemmelliğe kavuştu.

     Kâfirler, artık Müslümanları kendi dinlerine çevirmek, İslam’ı başarısızlığa uğratmaktan ümitlerini kestiler. İman esasları, ahkâm, ahlak, haram ve helal, yani din-i mübin-i İslam’ın bütün esasları, sağlam, kalıcı bir temele oturdu ve dünya hayatının bütün sorunlarını çözecek bir kılavuz, bir rehber olarak Allah (c.c.) tarafından tamamlandı. Bugünden sonra Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz seksen bir veya seksen iki gün yaşadı ve Rabbine kavuştu. Bu ayetin inmesinden sonra İslam’ın hükümlerinde ne bir nesh, ne bir tebdil vaki oldu. Bu ayeti duydukları zaman Ashab-ı Kiram sevinmiş fakat Hz. Ebu Bekir (r.a.), Rasulullah Efendimizin nübüvvet görevinin tamamlandığını ve Rabbine kavuşmasının yaklaştığını anlamış ve ağlamıştı.

     Allah’ın nimet verdiği kimselerin yolu olan İslam bugün tamamlandı. Bu sebeple, “Ey Müminler kâfirlerden korkmayın. Korkup günlük hayat tarzınızda fazladan telaş ile onlara benzemeyin.

     Bu ayet Cuma günü ve Arefe günü indirildi. Her ikisi de, Allah’a hamdolsun, bizim bayramımızdır.

     Allah (c.c.), hepimizi İslam nimeti üzere daim eylesin.

     ÖMER’ÜL FARUK (R.A.)

     Hz. Ömer (r.a.) Fil Vak’ası’ndan on üç yıl kadar sonra Mekke’de doğdu. Baba tarafından soyu, Câhiliye döneminde Kureyş kabilesinin sefaret işlerine bakan Adiy b. Ka’b kabilesinden olup Ka’b. b. Lüey’de Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşir. Annesi, Hanteme bint Hâşim ise Mahzûm kabilesindendir.

     İslâm tarihinde ‘Fârûk’ lakabıyla tanınan yegâne sahabi, Hz. Ömer’dir. O’na bu lakabı, Hz. Peygamber vermiştir; Allah Teâlâ hakla bâtılı Ömer ile ayırdığı için onun Fârûk olduğunu söylemiştir. Yine Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, O’nu fitnenin kilidi ‘Ğalak’ül Fitne’ olarak isimlendirmiştir.

     Hazret Peygamber (s.a.v.) ve Müslümanlara şiddetli düşman olan Hz. Ömer; şiire meraklı Arap dili ve belağatına vakıf idi. Bu merakı, O’nun kız kardeşi ve eniştesi ile ilgili hadisede dinlediği Taha suresini veya Kâbe’nin örtüsü altında bizzat Rasulullah (s.a.v.) Efendimizden dinlediği ‘Hâkka’ suresini duyunca Kur’an’ın eşsiz belağatı karşısında Müslüman olmasına vesile oldu. Bu hadiseyi Necip Fazıl şöyle anlatır:                                

İşte bak, Kur’ân!

Baktı, çarpıldı bir ân

İçi süt liman oldu.

Ömer Müslüman oldu.

     O, Rasulullah’a (s.a.v.) iman eden kırkıncı Müslümandır. Rasulullah’ın (s.a.v.) Ya Rabbi, iki Ömer’den biriyle İslam’ı teyit et.” duası, bi’ setin 6. yılında tezahür etmiştir.

     Hz. Ömer (r.a.) “Nur saçan bir kandil” olan Rasulullah Efendimizin; merhamet, adalet, edep ve hikmet vasıflarını şahsında toplamış bir sahabidir. O’nun İslam’a girmesiyle Müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kılmışlardır.

İslam’ın, gümbür gümbür ve diri yürüyüşü O’nunla başlamış oldu. -يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟  “Ey peygamber! Sana tâbi olan müminlerle beraber Allah sana yeter.” (el-Enfâl: 64) ayeti indi.

      Hz. Ömer (r.a.)’in hicreti ile ilgili Hz. Ali (r.a.) der ki:

     “Bildiğim bütün Muhâcirler gizli olarak hicret etmişlerdir. Lâkin Ömer b. Hattâb bundan müstesnadır. O hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kâbe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o esnada Kâbe’nin yanında bulunuyorlardı. Hz. Ömer (r.a.) Kâbe’yi yedi defa tavaf ettikten sonra onların yanına vardı ve müşriklere meydan okudu: «İşte ben de Medine’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler peşime düşsünler, şu vadinin arkasında karşıma çıksınlar!» Ancak hiç kimse peşine düşüp onu takip etme cesaretini gösteremedi.

     Katıldığı seriyyeler dışında Resûl-i Ekrem’in yanından hiç ayrılmayan Hz. Ömer kumandanlığını Rasulullah’ın yaptığı bütün savaşlarda ve Hudeybiye Antlaşması, Umretü’l-Kazâ ile Vedâ Haccı’nda da Rasulullah (s.a.v.) yanında bulundu. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz O’na “Her zaman canından daha sevgili” olmuştur. Hz. Peygamber rahatsızlığı sırasında oluşturduğu orduya Üsâme b. Zeyd’i kumandan tayin etti ve Hz. Ömer’i onun emrinde görevlendirdi. Hz. Ömer Mescid-i Nebevî’de, “Rasulullah ölmemiştir! Allah onu muhakkak ki tekrar gönderecek ve böyle söyleyen kimselerin ellerini ve ayaklarını kestirecektir!” sözleriyle duygularını ifade etmiş, onu ve diğer sahabileri Hz. Ebû Bekir ikna etmiştir.

Hz. Peygamber’in vefatı üzerine, Ensar’ın Sakīfetü Benî Sâide’de toplanarak halife seçimi konusunu görüştüğünü öğrenen Ömer, yanına Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı da alıp oraya gitti. Hz. Ebû Bekir onlara Ömer’i veya Ebû Ubeyde’yi halife seçmelerini teklif etti. Ancak Ömer ve Ebû Ubeyde, o varken bu görevi üstlenemeyeceklerini belirterek Ebû Bekir’e biat ettiler. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti döneminde Ömer ona müşavirlik ve kadılık yaptı. Halife olunca Üsâme b. Zeyd kumandasındaki orduya hareket emri veren Ebû Bekir, Ömer’in Medine’de kalmasını istedi ve bunun için Üsâme’den izin aldı. Hz. Ebû Bekir Medine’den ayrıldığında veya hastalığında kendisine vekâlet etti. Hâfız sahabilerden bir kısmının şehit düşmesi üzerine, Kur’an’ın toplanması konusunda Hz. Ebû Bekir’i ikna edip vahiy kâtiplerinin yazdığı dağınık haldeki ayet ve surelerin, Zeyd b. Sâbit başkanlığında bir heyet tarafından bir araya getirilmesini sağladı. Hz. Ebû Bekir namaza çıkamayacak derecede hastalanınca imamlık görevini Ömer’e bıraktı ve O’nu Rasulullah’ın (s.a.v.) ashabıyla istişare ederek yerine halef tayin etti. Hz. Ebû Bekir’in vefat ettiği gün (22 Cemâziyelâhir 13/23 Ağustos 634) Hilafet makamına geçtiğinde ona “Halifetü halifeti Rasulillah” diye hitap edildi. Hazret Ömer, “Emirü’l-Mü’minin lakabı ile isimlendirilen ilk halifedir.

     O, Sâsânîler’e karşı Irak cephesindeki, Bizans İmparatorluğu’na karşı Suriye cephesindeki savaşlara ara verilmeden devam edilmesini emretti. İslam orduları onun zamanında Sâsânî İmparatorluğu’na tâbi Irak, İran ve Azerbaycan ile Bizans İmparatorluğu’na tâbi Suriye, el-Cezîre, Filistin ve Mısır’ı İslam ülkesine kattı. Gerçekleştirilen fetihler sonucu ele geçirilen ganimetlerde büyük bir artış oldu. Hz. Ömer, Müslümanlarla gayrimüslimlere ait yeni ortaya çıkan çeşitli problemleri ve ihtiyaçları görerek; bunların halledilmesi yolunda düzenlemeler yaptı.

    Ömer (r.a.), Kudüs’ün fethi öncesi; Câbiye’de bir hutbe okuyarak şöyle dedi: “Benim buradan size hitap ettiğim gibi Rasulullah Efendimiz de bize şöyle hitap etti: ‘Benim ashabıma ikram edin, saygı gösterin, sonra onların ardından gelenlere, sonra da onların ardından gelenlere saygı gösterin. Daha sonra ortaya yalan çıkıp yayılır. O derece ki kendisinden yemin etmesi istenmediği halde insanlar yemin edecekler, şahitlikleri istenmediği halde insanlar şahitlik yapacaklardır. Haberiniz olsun ki, Cennetin geniş sahası hoşuna giden kimse, cemaate sarılsın, cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan, yan çizen tek kişi iledir; o, ikiden uzaklaşır, iki kişinin yanına, şeytan yaklaşamaz. Bir kimse bir kadınla gizli bir yerde buluşursa üçüncüsü şeytan olur. Bir kimseyi iyiliği sevindirir, kötülüğü de üzerse, o mümindir.’” Hz. Ömer bu hutbesinde, Kur’an’dan bir şey sormak isteyenlerin Ubey b. Ka’b’a, fıkıhtan bir şey sormak isteyenlerin Muaz b. Cebel’e, feraizden bir şey sormak isteyenlerin Zeyd b. Sabit’e sormalarını tavsiye etmiştir.

     Hz. Ömer, 23 (644) yılı haccını eda edip Medine’ye döndüğü günlerde, Mugīre b. Şu‘be’nin Basra valisi iken edindiği kölesi Ebû Lü’lüe Fîrûz en-Nihâvendî efendisinin kendisinden fazla ücret aldığını söyleyerek bunun azaltılmasını istedi. Halife onun demircilik, marangozluk ve nakkaşlık yaptığını öğrenince Mugīre’nin kendisinden aldığı ücretin fazla olmadığını bildirdi. Bunun üzerine Ebû Lü’lüe, ertesi gün sabah namazında hançerle Hz. Ömer’i yaraladı ve Müslümanların elinden kurtulamayacağını anlayınca kendini öldürdü. Halife ölüm döşeğinde iken kendisine yerine birini bırakması teklif edilince Aşere-i Mübeşşere’den altı kişilik şûranın toplanarak üç gün içerisinde aralarından birini halife seçmelerini istedi; oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dâhil etti. Namazı kıldırmak üzere Suheyb b. Sinân’ı, şûra üyelerini toplamak üzere Mikdâd b. Esved’i, seçim gerçekleşinceye kadar heyetin rahatsız edilmemesini sağlamakla da Ebû Talha el-Ensârî’yi görevlendirdi. Oğlu Abdullah’ı Hz. Âişe’ye yollayarak Resûl-i Ekrem’in hücresine onun ayağının dibine defnedilmek için izin istedi. Hz. Âişe kendisi için düşündüğü bu yeri ona vermeyi kabul etti. Hz. Ömer üç gün sonra vefat etti (26 Zilhicce 23/3 Kasım 644), cenaze namazını Suheyb b. Sinân kıldırdı.

    Hz. Âişe, Hazret Ömer hakkında “Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner” demiştir. O, ‘adaleti ayakta tutan hâkimdir’; dürüstlük, Hz. Ömer’in hayatının ana direğini teşkil eder. Yüklü miktarda kendisine gönderilen Medain ganimetlerini görünce, ordusunun güvenilir bir ordu olmasından mütehassis olmuştu. Bunu duyan Hz. Ali, şu karşılığı vermişti: “Sen iffetli oldun. Dolayısıyla halkın da iffetli oldu. Eğer sen (devlet malını) bolca yiyip içseydin, halkın da yiyip içerlerdi.”

     Hz. Ömer; hiç kimseyi kandırmayan, aldatmayı aklından bile geçirmeyen, kurnaz kişiler tarafından aldatılamayacak kadar akıllı bir insandı.

     İdarede ulaşılabilirlik, denetlenebilirlik ve şeffaflık; işte Halife Ömer…

     Hazret Ömer’in, Kütüb-i Sitte’de rivayet ettiği 539 hadis bulunmaktadır; bunların çoğu fıkha dairdir. Buhârî ve Müslim’in eserlerinde toplam seksen bir rivayeti yer alır. Buhârî ve Müslim bunların yirmi altısında ittifak etmiş, Buhârî otuz dört, Müslim yirmi bir hadisi ayrıca eserine almıştır.

     Allah O’ndan razı olsun.