Bu sayımızda Ramazan Bayramı münasebetiyle birkaç yazıya yer vermek istedik. Bu bağlamda ön araştırma yaparken ekteki haber-izlenime rastladık. Yazarı belli olmayan yazı, Sebilü’r-Reşad’da yayınlanmıştır (cilt: XX, sayı: 506, sayfa: 143-144). Bahsi geçen caminin adı, Shah Jahan Mosque’dür. Burası, İngiltere’de cami olarak inşa edilen ilk yapıdır. Avrupa İslam’ı açısından önem arz eden yazıyı, ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
Hazırlayan: Ahmet Geçer

Londra’dan Vakit Gazetesi’ne yazılıyor:
Bugün sabahleyin bayram namazını Londra’dan trenle bir saat kadar mesafede olan Woking Camii’nde kılmak üzere birçoklarıyla beraber yola çıktık. Tren, fesli sarıklı ve Hintlilere mahsus serpuşlu zevat ile o kadar dolu idi ki Londra’nın sıkletinin üzerimden düştüğünü hissettim ve kendimi şarkta zannettim.
Senenin en büyük bayramını tes’id etmek ve İslamlıktaki ittihadı göstermek için, Türk, İranlı Hintli ve Afganlı, Camiye toplanmakta idiler. Cami her vakitki gibi cemaati ve seyircileri istiab edemediğinden çimen üzerine halılar serilmiş ve etrafına sandalyeler dizilmişti. İmam Kemaleddin Efendi peyderpey gelmekte olan müslimîne beyân-ı hoşâmedî eylemekte idi. Mûmâileyh pek âlim ve fazıl bir zattır. Ve İngilizceyi gayet güzel tekellüm eder. Gelenler isimlerini defter-i mahsusa kaydetmekte idiler. Cemaat arasında İstanbul Hükümeti mümessili Mustafa Reşit Paşa, mahdûmu ve birinci kâtibi Şefik Bey bulunuyor. Şefik Bey, mükemmel İngilizce ve Fransızca tekellüm eder. Almanca ve İtalyanca da bildiğini işittim. Fakat ben bu lisanları bilmediğimden bu husustaki mâlûmâtının derecesini bilmiyorum.
Afgan mümessili Serdar Abdülhadi Han Hazretleri de hazır bulunuyorlardı. Müşârun ileyh ile azıcık Türkçe konuştum. Fakat bilahare İngilizcesinin pek iyi olduğunu keşfettim. Lord (Hedli) vesaire, İngiliz İslamları tabiatıyla cemaat arasında bulunuyorlardı. Bunlardan mâadâ daha birçok zevat mevcut idi. Fakat birer birer isimlerini kaydetmek büyük bir defter teşkil eder. Müezzinin ezanı okuması üzerine namaza başlandı.
Cemaat arasından altı kadar İngiliz İslam hanımları bulunuyordu. Bu hanımların yazlık elbiseleri ve ilkbahar serpuşları ile namaz kıldıklarını görmek pek garip idi. Zevcem camiye gitmek üzere hazırlandığı halde son dakikada bir mâni zuhur ettiğinden gidemediği için İslam hanımları arasında hiçbir çarşaflı yoktu. Yalnız bir tane olsun çarşaflısını görmek istiyordum. Çarşaftan maksadım bugün Türk hanımları tarafından İstanbul’da istimal edilen ve çarşaftan ziyade şapkaya benzemeye başlayan çarşaf değildir. Eğer Türk hanımları eski çarşafın ve peçenin kadınlara ne kadar yakıştığını bilmiş olsalar, onu terk etmeye veyahut da çarşaftan başka şeylere benzetmeye teşebbüs etmezler.
Parlak güneş altında ve yeşil çimen üzerindeki manzara pek müessir idi. İmam Efendi’nin istifâdeli vaazını kemal-i dikkatle dinledik. Hülasa, din ile fennin bir olduğunu söyledi. Ve dinin Cenab-ı Hakk’ın doksan dokuz isimlerinde mündemiç maâliyi taklit etmekten ibaret olduğunu bildirdi. Bu maâliye hakiki bir surette tevfîki hareket etmeyip yalnız iskâli ile amil olmak mürailik olduğunu söyledi.
İslamlara mahsus olan misafirperverliğe tevfikân namazdan sonra açık havada umum cemaate bir öğle yemeği ziyafeti verildi. Yemek çimene konulan uzun masalar üzerinde yenildi. Yemekten sonra umum dostlarımıza “bayramınız mübarek olsun” temennisinde bulunduktan sonra Kurban Bayramı’nda tekrar toplanmak üzere Londra’ya avdet için trene bindik.
Yarın Afgan Sefiri ile mülakat etmek üzere müşârun ileyhden vaad aldım. Gelecek mektubumda bu mülakattan bahsedeceğim.