DÜŞÜNCE VE EYLEM EKSENİNDE İBRAHİM (A.S.) ÖRNEKLİĞİ

Bir genç olarak İbrahim (a.s.)’ın toplumundaki gidişatı sorgulaması, haktan gayrı oluşturulmuş ve alıştırılmış sapkınlıklara karşı geliştirdiği söylemlerden Kur’an muhatabı her gencin ders çıkarması gerekir.

İnci SÜMELİ

 Hz. İbrahim (a.s.) söz konusu olunca zihinlerde canlanan olaylar ve ardından ‘bu olaylardan murad edilen ne ola ki’ soruları benim gibi pek çok Kur’an muhatabının zihnini meşgul etse gerek.

O (a.s.)’nun tek başına bir ümmet olduğu gerçeği ile başlar düşünceler.

Tevhid mücadelesi, şirke direnişi, bu direnişin delille ve kuvvetle vücut bulması, Allah’ı bulma çabası, yaşadığı toplumu sorgulaması, mevcut toplumunda, yaşadığı toplumdaki yanlış inanışlara, gidişata bir dur deme eyleminin pratiğe yansıması ile gösterir kendini.

İbrahim (a.s.) deyince akla gelenler bu düşüncelerle sınırlı kalmaz elbet. Tek başına ümmet olma potansiyelindeki bir resulün, tüm insanlığın imamı, önde gideni, lideri olarak tayin edilen bir resulün Allah’ı bulma çabasına, tartışma yöntemine, muhakeme tarzına, toplumuna karşı hissettiği sorumluluk duygusuna gider aklımız.

Bu beyin fırtınası içerisinde ‘İbrahimî Duruş’ diye belleğimizde canlanan bir ta’bir vardır. Bu duruşu anlayabilmek için İbrahim (A.s.) ile alakalı bir içerik bilgisine sahip olmamız gerekir der zihnimiz.

İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk.”

 Ele alacağımız içerik bağlamında İbrahim (a.s.) ile ilgili tüm Kur’an verilerini değil, ama bir genç olarak tüm gençlerin ilmu’n nefs (psikoloji) disiplinindeki karakteristik özelliklerinden biri olan başkaldırı güdüsüne yaşadığı toplumda nasıl bir işlerlik kazandırdığını anlamaya çalışacağız. Bu anlama çabası içerisinde son çocukluk ile yetişkinlik arasında kendisine genç denilen insanoğlunun zihinsel işleyişinin nasıl evirildiğini ve zihni dönüşümün bedenen ve ruhen kat ettiği mesafe ile birleşerek, koordineli bir gelişimle ona nasıl ‘delikanlı’ tabir edilen bir özelliği kazandırdığı gerçeğini de ihmal etmeyeceğiz.

Girişte bahis mevzu ettiğimiz İbrahim (a.s.) denilince akla gelenlerden her biri çalışılması gereken derinlikli birer çalışma konusudur. Mesela, İbrahim (a.s.)’ın güneşe ve aya bakıp da “لا أحبّ الافلين-ben batanları sevmem” demesi, kimlik arayışının sancıları içerisinde söylenmiş bir ifade olarak yansımaktadır.

İnsanoğlunun yaratılışı ile ona verilen temel karakteristik özellikler tarihin hangi zaman dilimi olursa olsun değişmez. Ancak ortaya çıkış biçimleri o insanın yaşamış olduğu zamanın şartlarıyla, yetişmiş olduğu çevrenin ona sundukları ile şekillenir. Gençlik dönemi çok genel bir tanımla fiziksel gelişme, ruhsal olgunlaşma ve hayata hazırlık dönemidir. Düşüncenin fethedildiği, mantıkla iş yapabilir hale geldiği bu dönemde toplumun genç bireyine doğru ile yanlış, akla kara ayrımı adeta görünür hale gelir. Kendi ailesinden başlayarak gitgide genişleyen ilişkilerinde eleştirel bir bakış geliştirmesine yardımcı bir soyut işlemler evresi yaşamaktadır. Son çocukluğunun aksine artık mantığıyla iş yapabilmekte, soyut kavramlarla başa çıkabilmektedir. Ebeveynin her doğru dediğine doğru, her yanlış dediğine yanlış deyip kabul edeceği evreyi geçmiştir artık. Bu dönemdeki bağımsızlık arzusu ve başkaldırısı güdüsü birer sevk-i ilahi olarak; kendi benliğini bulması, kimliğini arayıp bulması için bahşedilmiş nimetlerdir. (Tabii bu Allah vergisi karakteristik özellikler potansiyel kuvvetler olarak ebeveyn tarafından hakkıyla bilinip takdir edilemiyorsa, nimet olan gerçeklikler nikmete dönüşme potansiyeli de taşıyabilirler.)

Bir toplumun ıslahına çalışanlar, gidişatındaki yanlışlıklara karşı duyarlı olup karşı gelenler öncelikle ve çoğunlukla gençler olmuşlardır. Dünya düzleminde bunun pek çok örneği bilinir. Ve yine bilinir ki gençler eğer bir sistem için ayaklanırsa, onu alaşağı etmek mümkündür. Bu sebeple senaryolar hazırlanıp gençlerin zihinlerine bir şeylerin yolunda gitmediği mesajları fısıldanır ki, onlardaki başkaldırı güdüsünün fitili ateşlensin. Tarihte iktidar savaşlarında bu sahneler az değildir.

Bir toplumdaki sosyokültürel değişimlere ve çeşitli yeni fikirlerin benimsenme ve benimsetilmesine gençlerin, yetişkinlere göre daha açık oldukları toplumsal bir gerçeklik olarak bilinir.

Gençlerin yaşadıkları toplumdaki sapkınlıklara karşı çıktıklarına dair Kur’an-ı Kerimde iki örnek karşımıza çıkar: İbrahim (a.s.) ve Ashab-ı Kehf. Enbiya suresinde İbrahim(A.s )’ın bir genç olarak tanımlandığı, hem kavmine hem de kavminin taptığı putlara karşı kurduğu plan ve ardından putları kırıp baltayı en büyük putun başına asmak suretiyle gerçekleştirdiği eylem, bu çalışma kapsamında ilgili ayetlerin bize anlattıkları üzerine değerlendirilecektir.

Andolsun ki biz, daha önce İbrahim’e de doğruyu bulup bilme kabiliyetini vermiştik. Elbette biz onu(n peygamberliğe ehil olduğunu) biliyorduk.” (Enbiya,51.)

Ayette ‘rüşdehu – onun rüşdü’ olarak geçen rüşd kavramı genel olarak olgunluk olarak bilinir. Ama kelimenin kök anlamına gittiğimizde olgunluk olarak belirlenen durumun bir sonuç olduğu görülür. İbn Aşur’un tefsirinde rüşdün kelime anlamı hidayet ve rü’yetu’l hak olarak karşımıza çıkar. Yani hakikat üzerine, gerçeklik üzerine bir görüş, bir bakış açısı. Ru’yetu’l hak üzerine teemmül diyebileceğimiz derinlikli bir düşünce yolculuğuna çıktığımızda genç bir insan için bu kavramın, düşünceyi fethettiği bir yaşam evresinde olmasından kaynaklı zihninde mantıksal işlemler yapabildiği, soyut kavramlarla baş edebildiği gerçeğini akla getirir. Yaradanın genç insana bahşettiği evrensel karakteristik özelliklerdendir bu evre. Artık genç insan yaşadığı en küçük toplumdan başlayarak gittikçe genişleyen bir çevrede olup bitenler hakkında kendi zihniyle olayları ölçüp biçeceği, etrafındaki insanların doğru ya da yanlışlarıyla değil bizzat ona ait olan doğrular ve yanlışlarla yola devam etme potansiyeli ile hayata karışmaktadır. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak genç, bu kendine edinme çabasını gerçekleştirir. Gencin etrafındaki yetişkinler bu gerçeğin farkında olmayıp kendi doğrularına mecbur ettikleri takdirde-bu sağlıklı yollarla yapılamadığında- bir insanın kaybına, ellerinin altından kayıp gitmesine bizzat kendileri sebep olacaklardır. Yazık ki gencin bu kendini arama hem de sancılı bir arama sürecinin yeterince farkında olmayan yetişkinler kendi elleriyle çocuklarını insanı öğüten sistemlerin kucağına atmaktadırlar.

Allah Teâlâ Hz. İbrahim (a.s.) özelinde genç insana hakkı tespit edebilmek için görüş geliştirme, muhakeme yeteneği olarak da niteleyebileceğimiz artık bir konuda bazı noktaları eleyip bazılarını tespit edebileceği, bilişsel düzeyde -zihni harekete geçirerek- neyin daha sağlam, kararlı bir şekilde alınıp atılması gerektiğine karar verebilecek bir potansiyeli verdiğini belirtir. Genç insana verilen bu kabiliyet onun şahsi kimlik geliştirme sürecine de işlerlik kazandırır.  Fakat bu çalışma kapsamında bu kısmı değil, gençlikteki başkaldırı güdüsüne sebebiyet vermesi kısmı ele alınacaktır.

İnsanoğlu son çocukluktan sonra ikinci yeni yetmelik olarak da tabir edilen evreden başlayarak zihinsel gelişim açısından ciddi yol kat ettiği bir sürece girer. Artık soyut kavramlarla baş edebilmektedir. Psikolojide mantıksal işlemler dönemi olarak adlandırılan bu evre gencin adeta düşünmeyi fethettiği bir dönemdir. Toplumundaki doğru ve yanlışları, yerleşik değerleri, insanların yaptıkları ya da kaçındıkları ahlaki pratikleri sorgulama sürecine girmiştir. Kısa bir süre öncesinde ebeveyninin doğru dediğine doğru, yanlış dediğine yanlış diyen çocuk gitmiştir artık. Onun yerine etrafında olup bitenleri sorgulayan, alışılmış yaşantıların kaynağını öğrenmeye çalışan, adalete daha duyarlı bir genç gelmiştir. Tabii ki etrafında olup bitenlerin çok da masum olmadığını fark ettiğinde başkaldırı eğilimi devreye girecek yeni bir insan vardır artık.

Genç birey yaşadığı dünyada gerçekte olması gereken ya da olabilecek toplumsal çeşitliliği, sistemler düzeyinde kavrayabilmektedir. Dolayısıyla o güne kadar değişmez gördüğü doğru ya da yanlışların, eleştiriye açık olduğunu kendi doğru ve yanlışlarıyla bunları mukayese edebileceğini fark eder. Toplumlarda hüküm süren alışkanlıklara, gelenek ve göreneklere; insanların olaylar ya da durumlar karşısında geliştirdikleri tutum ve davranışlara karşı bakışı değişir. Kısa bir süre öncesinde bunların değişmez olduğunu düşünen bir çocuk iken, gençlik dönemine girmesiyle birlikte bunların büyükler tarafından kararlaştırıldığını ve toplumlara göre farklılıklar gösterebileceğini idrak edecek hale gelir. Çocukluğun artık o pasif alıcı dönemi gitmiştir; onun yerine etrafında olup biteni irdeleyen, sorgulayan yerine göre başkaldıran aktif öğrenme sürecindedir. Onun bu şekilde öğrenmesine karşılık bulamadığında; mesela öğretmenine, gittiği okula eleştiriler yağdırması bu anlamda daha anlaşılır hale gelir.

Bir genç olarak İbrahim (a.s.) a verilen rüşd kavramının her gençte var olduğunu ve bu hakkı görme eğiliminin, etrafında karşılık bulamadığı takdirde başkaldırı eğilimine dönüşme potansiyelini de beraberinde getireceği aşikardır. İlgili ayetleri bu minvalde okumak üzere ayetlere dönelim:

      “51.Doğrusu Biz, Musa’dan çok daha önce, İbrahim’e üstün ahlaki özellikler ve sağlam bir muhakeme yeteneği vererek, ona da hak ettiği olgunluğu bahşetmiştik; çünkü onun buna layık olduğunu çok iyi biliyorduk.

      52. Hani o, babasına ve kavmine seslenerek,’ nedir bu tapıp durduğunuz heykeller?’ demişti.

     53.Buna cevaben, ‘Atalarımızın onlara tapmakta olduğunu gördük, biz de onları körü körüne izleyip aynı putlara tapıyoruz! dediler.

    54.İbrahim, ‘ O zaman siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz!’ dedi.

    55. Onlar, duyduklarına inanamayarak, ‘Bu sözlerinde gerçekten ciddi misin, yoksa bizimle oyun mu oynuyorsun? diye sordular.

    56. İbrahim, ‘ Elbette ciddi söylüyorum!, ‘Sizin Rabbiniz şu heykeller değil; gökler ve yeri yoktan var eden ve tüm evrenin gerçek sahibi, efendisi, yöneticisi ve Rabbi olan Allah’tır ve ben, buna bizzat şahitlik ederim!’

    57. Ve içinden, ‘ Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp buradan uzaklaşır uzaklaşmaz, putlarınıza bir oyun oynayacağım!’ dedi.”

Enbiya suresindeki buraya kadar olan ayetlerde İbrahim Aleyhisselamın toplumunda gözlemlediği yanlış bir inanışı, yolunda gitmeyen bir yaşam biçimini önce sorgulayarak ve bu sorgulamasını kendi içinde değil, birlikte yaşadığı o toprağın insanlarıyla, içinde yaşadığı halkla yaptığı görülmektedir. Babasına ve içinde yaşadığı insanlara tapmış oldukları heykellerin onların Rabbi olmadığını, onların Rabbinin göklerin ve yerin yaratıcısı, yöneticisi olan Alemlerin Rabbi olan Allah olduğunu belirtir ve kendisinin de bizzat bu gerçekliğe şahit olduğunu sözlerine ekler. Halkını tapmış oldukları heykeller hakkında sorgulamaya götürmesi akıllara Sokrates’in ‘doğurtma’ meselesini getirmektedir. Allah en iyisini bilir tabii, ama anlaşılan o ki tarihin her döneminde hakkın insanlara buldurulması için Allah kullarına kendilerine verilen sorgulama kabiliyetini halkları ile hakk yolunda harcamasını sağlamıştır. İbrahim Aleyhisselamın tüm insanlığın atası, imamı, önderi olarak ilan etmiş olmasının ardında bu gerçeği bize göstermesi hikmet-i ilahi olarak düşünülebilir.

Yukardaki ayet grubunun sonunda İbrahim Aleyhisselam toplumuyla yaptığı tartışmanın ardından kendi duygu ve düşünce dünyasında yaptığı değerlendirmenin sonucu olarak bir eyleme girişmenin planını yapmaktadır. Kendi başına iken sarf ettiği bir cümle olarak “ve Allaha yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp uzaklaşır uzaklaşmaz putlarınıza bir oyun oynayacağım, dedi.”

Ardından gelen ayette İbrahim (a.s.) herkesin bayram yerine gittiği bir gün, ortalıkta kimsenin olmadığı bir vakti kollayarak puthaneye girip elindeki bir baltayla en büyük put dışındakileri paramparça ederek baltayı en büyük putun başına asar:

     “58. Onları paramparça etti, fakat en büyüklerine dokunmadı ki,* ona başvursunlar (ümidiyle).

      59. (Kavmi ertesi gün mabede geldiklerinde) Kim yaptı bunu ilahlarımıza? diye bağırdılar. (Bunu kim yaptıysa) zalim biriymiş!

      60. (İçlerinden bazıları) İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk, dediler.”

İbrahim aleyhisselamın putları kırıp da en büyüklerini kırmaması, üstelik baltayı en büyük putun başına asması yaptığı planın eseriydi.

 Tam da bu nokta da genç bir insanı seyrederiz adeta; yaşadığı toplumdaki yanlış gidişata, haksızlığa, sapkınlıklara, hakka boyun eğmesi gerekirken hak olmayan bir takım nesnelere boyun eğen, bu şekilde hem kendilerine hem de çevrelerindeki insanlara zulmeden, yani karanlıkta bırakan, hakkı görmelerine engel olanlara sürekli sözlü uyarılarda bulunan bir İbrahim canlanır zihnimizde. Çünkü bu gencin onları diline dolaması tabiri belirtilirken ‘zikr’ kök kelimesinin yer alması konumuz açısından çok önem arz eder.

 Lisanu’l Arab da zikr için; sürekli diline gelen, bu yolla korumaya aldığın şey anlaşılır. Hakkında konuştuğun şey ne ise tekrar tekrar diline getirerek onu zihninde ve dilinde canlı tutarsın. O meseleyi zikr yani sürekli tekrarlama ve hakkında konuşma yoluyla o kadar diri tutarsın ki, artık bir süre sonra o konu hakkında bir davranışa, bir eyleme geçmen kaçınılmaz hale gelir. Yani bu gücü kendinde bulursun. İbrahim aleyhisselamın ‘ bu putlar ne kendilerine ne size bir fayda ya da zarar sağlayacak durumda değil, aciz bunlar!’ söylemini canlı tutması, koruması onları ortadan kaldırmak için bir eyleme doğru gitmesini kolaylaştıran bir unsur olmuştur. Ayrıca söylemeden geçmememiz gereken önemli bir nokta da ‘zikr’ kavramında sürekli tekrarlanan şeyin dersini yapma, yani o meseleyle ilgili her durum hakkında bilgilenme, donanımlı hale gelme anlamı da yer almaktadır. Yani diline doladığın şey, İbrahim aleyhisselam örneğinde olduğu gibi toplumu ifsad eden, yozlaştıran, haktan uzaklaştırıp karanlığa götüren konular da olsa; tersine toplumu felaha götürmek, ıslah etmek için olan konular da olsa bunların dersini yapmak, donanımlı hale gelmek zikir kavramına dahildir. Yani bilmeden konuşmak yok, hele hele tekrar tekrar o konuyu dillendirmek, adeta zikrini yapmak haksız bir davranış…

 Devam eden ayetlerde fark edileceği üzere İbrahim aleyhisselamın amacı, putların aslında kendi kendilerine bile fayda sağlayamayan, aciz nesneler olduğunu bizzat onlara fark ettirmek, akıllarını çalıştırmaları için onlara yardımcı olmaktı. “Bunu putlarımıza sen mi yaptın? diye sorduklarında, zaten bu soruyu bekleyen İbrahim (a.s):

“63.Bilakis o yaptı, onların büyükleri. Siz o putlara sorun, (tabii) eğer konuşabiliyorlarsa.”

Bu söz, zihinlerinde tabir caizse bir anda şimşek çakması gibi bir etki yapar ve kendi kendilerine dönüp biz zalimlermişiz diyerek kendilerini suçlarlar. ‘İbrahim doğru söylüyor, bizim yaptığımız akıl işi değil; bu aciz putlara tapmakla asıl haksız olan, zalim olan (hakikatı görmeyip karanlıkta olan) bizleriz’ derler. Ama bir süre sonra eski kafaları, zihin algıları tekrar nükseder ve aynı kafaya geri dönerler. Üstüne üstlük İbrahim (a.s.)’ı ‘sen de bilirsin ki putlar konuşamaz’ diyerek onu laf cambazlığı yapmakla suçlarlar. Bir anlamda haksızlıklarını bilip üste çıkmaya çalışırlar. Bunun üzerine İbrahim (a.s.), madem onların konuşamadıklarını siz de biliyorsunuz:

“66. Ne diye Allah’ı bırakıp size hiçbir fayda veya zarar veremeyecek kadar aciz olan bu şeylere tapıyorsunuz?

67.Size de Allah’ı bırakıp taptığınız şeylere de yazıklar olsun! Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”

Bu ve başka surelerde bu çerçevede geçen ayetler İbrahim (a.s.)’ın toplumu ile tartıştığını, bir diyalog içerisinde olduğu gerçeğini de bize yansıtır. Bu tartışma yöntemi, diyalog ortamı çok değil son bir iki asırdır sosyal bilimlerdeki bir kavramı akla getirir: Diyalektik düşünce. Batı düşüncesinde tartışma sanatı, akıl yürütmeye dayalı araştırma yöntemi, akıl yürütme yoluyla araştırma ve doğrulara ulaşma. Yani doğru olanı elde etmek için, bir kavramı açıkça ortaya koyabilmek amacıyla karşıt kavramlarla karşılaştırarak gelişen düşünme ve konuşma sanatı. Bin yıllar öncesinden zaten var olan bir çabanın varlığı, üstelik bunun Tevhid mücadelesi bağlamında zaten yapıldığının bilinmesi önemli. Beşeri bilimlerle insanlığa yol gösterdiğini iddia edenlerin, insanla ilgili her ne varsa maddi-manevi onu Yaratıcısına götüreceği gerçeğini bir kere daha hatırlamak adına bir şerh düşmüş olalım istedim. Bilgi bir araç, hakka da batıla da hizmet ettirilir. O aracı kullananın niyeti girer devreye bu noktada.

Ardından gelen ayetlerde kavmi, İbrahim (a.s.)‘ın o toplumun gidişatına ket vuracağını, insanları daima yanlış giden, yolunda olmayan şeylere karşı uyaran biri olduğunu ve bu işe devam edeceğini anladıklarından; halkı da korkutmak, onlara gözdağı vermek amaçlı İbrahim(a.s.)’ın herkesin gözü önünde yakılması için büyük bir organize ile devasa bir ateş yakar ve halkın o ateşin etrafında toplanmasını sağlar ki, bundan sonra kimse Hz. İbrahim gibi onların Allah yerine taptıkları putlarını dillerine dolamasın, putlar hakkında ileri geri konuşmasın.

      “68.(Bunun üzerine küfrün elebaşları, halkı kışkırtarak ‘ Bu adamın hakaretlerine daha ne kadar sessiz kalacaksınız?’ dediler. ‘Haydi, durmayın; onurunuzu kurtarmak için bir şeyler yapacaksanız, bari onu ateşe atın da, böylece İlahlarınıza yardım edin! (arka çıkın!)

Böylece, dağ gibi bir ateş hazırladılar ve İbrahim’i mancınığa koyup ateşin ortasına attılar. Fakat bilmiyorlardı ki, Allah dilemedikçe ateş yakamaz, bıçak kesemez, kurşun öldüremezdi. Nitekim:

      69.’ Ey ateş!’ dedik, ‘İbrahim’e serin ve selamette ol!’ Bir de baktılar ki o dağ gibi ateş, bir gül bahçesine dönüşmüş ve İbrahim (a.s.) ortasında, rabbine secde etmekte…

      70. Evet, bu zalimler ona hileler, tuzaklar kurmaya çalıştılar, fakat Biz, hepsini büyük bir azapla helak edip yıkıma uğrattık!”

 Ama Allah’ın planı onların planının önüne geçer ve sanki her toplumdaki sapıklıklara İbrahim gibi dik duran, onların kendilerine bile fayda veremeyen ya da kendilerine gelen bir zararı gideremeyecek kadar aciz olduklarını haykıran kullarının arkasında duracağını belirtircesine; Allah dağ gibi ateşin esenlik olup yakmamasını emreder. Ateş, Yaradanın emriyle İbrahim’e serin ve selamet olur. Ve kavmi insanları İbrahim gibi olmaktan men etmek isterken kazdıkları kuyuya düşerek, İbrahim (a.s.) tek başına bir ümmet olmasına engel olamazlar ve bin yıllar boyunca insanlık âlemi hala Onu takip etmektedir. Allah onu da ümmete örnek, usvetu’l hasene olarak tanıtmaktadır (Mümtahane,4.). Müslümanlar kıldıkları her namazda hem Allah’ın son resulü Muhammed Aleyhissselama hem de İbrahim Aleyhisselama selavat getirirler ve her namazda onların yolunu devam ettireceklerine dair Allah’a söz verirler.

Enbiya suresinde İbrahim (a.s.)’ın kıssasının yer aldığı bu ayet grubundan çıkarılacak başka dersler de var şüphesiz. Bu çalışma dâhilinde bir genç olarak İbrahim (a.s.)’ın toplumundaki gidişatı sorgulaması, haktan gayrı oluşturulmuş ve alıştırılmış sapkınlıklara karşı geliştirdiği söylemlerden Kur’an muhatabı her gencin ders çıkarması gerekir. İnanan her genç kendi toplumunda hak ve özgürlük mücadelesi verirken, sorgulaması gereken hususların örnekliğini görür İbrahim (a.s.) da. Günümüzde toplumda yolunda gitmeyen, hak kaynaklı olmayan gidişat, haksızlıklar, sapkınlıklar, toplumu fesada veren unsurlar o günlerden daha az değildir şüphesiz. O gün İbrahim (a.s.) toplumunda ilah yerine konulan putları kırmıştı. Bugün de bizim yaşadığımız toplumda ilah yerine konulan, adeta tapınırcasına bizi kuşatan şeylerin varlığı bir gerçek. Tam da bu noktada Furkan, 43 ve Casiye,23 de yer alan ve üzerine ciddi tefekkür etmemiz gereken Rabbimizin kelamını hatırlamak gerekir:

“Heva ve hevesini ilah edineni gördün mü?”

 O halde Allah’ın vahyinin muhatapları, resullerinin takipçileri olarak ‘bugün bana Kur’an ne söylüyor’ sorgulamasını canlı tutarak hayat kitabımız Kur’an’ın canlılığının şahitleri olalım ki, Allah ve Resulüne şahitliğimiz de hakikat olsun. Vesselam…

Kaynaklar:

İbn Aşur, et-Tahrir ve’t Tenvir, Bahisu’l Kur’anî programından yararlanılmıştır.

Necla Koytak, Ergenleri Anlamak ve Ergenleri Destekleyici Rehberlik, ebsad.org

Mahmut Kısa, Kısa Açıklamalı Kur’an Meali, 3. Baskı, Armağan Kitaplar, Konya

Atalay Yörükoğlu, Gençlik Çağı, 9. Baskı, Özgür yay., İstanbul

İbn Manzur, Lisanu’l Arab, Bahisu’l Kur’anî programı