Bizim kuşağın gençlere bakışındaki en önemli arıza, kendi gençlik yıllarımızın verileriyle bugünkü gençleri tartmamızdır. Bir ırmakta iki kere yıkanılamadığı gibi tarih ırmağı da benzer nesiller üretmiyor.
Raif NAS

Ortak zaman ve mekân paylaşımı çok olan insanların birbirlerinin okuyacağı bir dergide yazması kadar zor bir şey olmasa gerek! Söyleyecek bir sözünüz varsa bir şekilde çevrimiçi ilgili kulaklara çoktan ulaşmıştır bile. Söz konusu bir de gençlik olunca hepten kulak kesilir; acaba farklı bir tespit ya da teklif var mıdır sadra şifa olacak diye bakınırız! Gençlikle alakalı konuşmak veya yazmak hem moda hem de tehlikeli olmaya başladı. Ya ellili yaşlardan bakıp “Ne olacak bu gençliğin hali!” güzellemeleri yapacaksınız veya gençlerin arasına gizlenip yaşınızı kamufle ederek gençleri yere göğe sığdıramayan söylevler irat edeceksiniz.
Kelimelerin de ayak sesleri vardır, demişti Tarık Tufan, Düşerken’de. Yazacaklarımın ayak sesleri çoktan duyulmaya başladı bile! Yarısı okul sırasından tahtaya, yarısı da tahtadan sıralara bakarak gençler arasında kırk yıldan fazla yaşamış biri olarak söyleyeceklerim elbette olacaktır. Ama daha öncesinde etrafımdaki mayınları temizlemem lazım: Gençlere sağlıklı bir barınma ve beslenme imkânı sağlanırken rahatsız olmayanlar neden sağlıklı bir zihin beslenmesi için alınan tedbirlerden rahatsız olurlar ki! Vay efendim gençler sizin oyun hamurunuz mu, onlar birer özgür bireydirler falan filan! Bu sözün arkasındakiler kimin değirmenine su taşıyorlar! Bizim tarlamızı sürmeye kalkan birileri olmasın bu özgürlükçü zevat!
Yeterince peşrevden sonra gelelim mesele-i mühimme-i asliyeye. Bu coğrafyanın insanları tarihte iki büyük dönüşüm yaşadı: Yıllarca inandıkları Maniheizmden İslam’a geçiş ve bin yıldır etle tırnak olduğu İslam medeniyetinden Batı’ya yöneliş. Malumunuzdur ki milletlerin inanç ve kültür kodları akşamdan sabaha oluşmaz ve dahi silinmez. Bir ırmağın kendi yatağını oluşturması gibi uzun zamana yayılan bir süreçtir bu. Son yüz elli yıldır yaşadığımız bu mecra sorunu kafa karışıklığımıza sebep olmuş, bu kafa karışıklığı da her alana (eğitim, kültür, sanat, mefkure vs.) sirayet etmiş ve bugünkü yaşanan garabetin temelinde de önemli rol oynamıştır. Akıl tutulmasına yol açan bu travma neslimizle vahyin irtibatını koparmış, akılla vahyin arasına izmler, tarzlar, modalar girmiş ve aklı dumura uğratmıştır. İstikametimiz ve menzilimiz oluşmadan bu karmaşanın içerisinden sağlıklı bir neslin çıkması zor olacaktır: Bir çiçek açmadığında yetiştiği çevreyi düzeltirsin çiçeği değil, diyor A. Den Heijer.
Bizim kuşağın gençlere bakışındaki en önemli arıza, kendi gençlik yıllarımızın verileriyle bugünkü gençleri tartmamızdır. Bir ırmakta iki kere yıkanılamadığı gibi tarih ırmağı da benzer nesiller üretmiyor. Sürekli dikiz aynasına bakılarak araba sürülemeyeceği gibi dikiz aynasız da sürülemez. Gençliğin önüne dikiz aynasını bağlayıp, bak aslanım biz geçmişte neydik, neler yapıyorduk, gör de ibret al, dercesine geçmişi zorlamak suyu yokuşa akıtmak gibi bir şeydir. Ahmet Haşim’in: “Bize bir zevk-i tahattur kaldı/Bu sönen gölgelenen dünyada.” mısralarında olduğu gibi hatırlama zevkinin cezbesine kapılıp bugünün gençlerine geçmişin kodlarını yüklemeye çalışıyoruz! Tecrübe aktarmak yerine geçmişin kalıplarna zorluyoruz gençleri. Tecrübe, geçmişte kalmak değil, geleceği öngörebilmektir.
Gölgede duranın gölgesi olmaz, demiş eskiler. Gençlerin üzerindeki gölgemizi bir çekiverip de güneşle temas ettirebilsek onlar da kendi gölgelerini bulacaktır o vakit. Bunu yaparken de güneşin zararlı ışınlarına da tedbir alacağız elbette, kurda kuşa yem etmeyeceğiz gençliği!
Bizlerin tecrübesiyle gençlerin enerjisi makul bir zeminde bir araya getirilmeli, kendi tarlamızı kendimiz sürmeliyiz. Boynuz kulağı geçer, demiş eskiler. Boynuz kulağı geçer ammaa işitmez! İşitmek hikmetle olur ki bu da hikmet ehlinde olur. Hikmet ise geleceği öngörüp ona göre bir menzil ve mecra oluşturabilmektir.
Ne zaman ki konağı kiraya verip apartmanlara taşındık, işte o vakit gençliğin köküne kibrit suyu döktük. Hikmeti izole ettik ve yaşlılarla beraber toprağa verdik. Yetmiş seksen yıllık dil birikiminden gençleri mahrum bıraktık. Dil düşüncenin evidir derler ya; dili kaybedince düşünceyi de kaybetti gençlerimiz.
İdris Temel’i yolcularken istasyonda, bak Temel demiş, trenlerde en arka vagona binmeyesin sakın çok tehlikelidir! Temel de, haçan tehlikelidir niye takaylar o zaman, demiş! Benim demem de odur ki: Şu gençler bir büyüseler de onlar da kurtulsa biz de!
Her şeye rağmen gençlerden ümitliyim; yaratılışa en yakın onlardır ve fıtrat galip gelecektir inşallah. Yeter ki tarlamızı başkalarına sürdürmeyelim! Vesselam…