Darbelere bakıldığında dünyada ve ülkemizin bulunduğu coğrafyada tarihsel bir geçmişi vardır. Osmanlı döneminde modernleşmenin son yıllarından itibaren darbeler ortaya çıkmış ve maalesef cumhuriyet döneminde de 15 Temmuz 2016 tarihine kadar gelmiştir. 15 Temmuz 2016’dan itibaren ise millet iradesinden daha güçlü bir irade olmadığı gerçeği sübut bulmuştur.
Selçuk Kar
Avukat, Yazar

Adaleti, demokrasiyi, özgürlüğü, huzuru, refahı, barışı, ekonomik gücü ortadan kaldıran alçak girişimler ilkel, modern bazen de post-modern olarak farklı farklı isimler altında tarihimizde kara leke olarak var olmuştur. Ülkemiz askeri darbeleri tecrübe eden ve askeri cuntalara maruz kalmış darbelerin hâkim olduğu tarihi bir geçmişe sahiptir. 15 Temmuz darbe istibdadına karşı millet sivil-demokratik direniş sergileyerek seçilmiş iradenin yanında mücadelesini ortaya koymuş ve sistemsel bir dönüşüm oluşmasını sağlamıştır.
Darbelere bakıldığında dünyada ve ülkemizin bulunduğu coğrafyada tarihsel bir geçmişi vardır. Osmanlı döneminde modernleşmenin son yıllarından itibaren darbeler ortaya çıkmış ve maalesef cumhuriyet döneminde de 15 Temmuz 2016 tarihine kadar gelmiştir. 15 Temmuz 2016’dan itibaren ise millet iradesinden daha güçlü bir irade olmadığı gerçeği sübut bulmuştur.
Cumhuriyet döneminde milletin iradesini hedef alan darbeler: 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 post modern darbesi, 27 Nisan 2007 e-muhtırası, 28 Mayıs-20 Ağustos 2013 Gezi darbe teşebbüsü, 17-25 Aralık 2013 yargısal darbe teşebbüsü ve milletin gücü ile engellenen 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe teşebbüsü… Bu darbeleri yapanların yargılanması, hak ettikleri cezalara çarptırılmaları hususu daha sonraki darbeci zihniyete sahip yapılara cesaret vermemesi ve adaletin tanzim edilmesi açısından elzemdir.
Milletin gücünü ve desteği alarak arka arkaya seçilen dönemin meşru hükümeti ile Başbakanı Adnan Menderes’e karşı sözde demokrasi ve hukuk dışı fiillere son vermek amacıyla 27 Mayıs bildirisi ile ordu yönetime el koymuştur. Cumhuriyet tarihinin ilk darbesi ve sonraki darbelerin başlangıcı bu şekilde gerçekleşmekle birlikte darbeyi yapanlar yargılanmak bir tarafa Milli Birlik Komitesi adı altında yıllarca ülkeyi yönetme gücünü elde tutarak ödüllendirilmiştir. Halkın demokratik yollarla seçmediği darbeyi gerçekleştiren emir-komuta zincirine bile riayet etmeyen 37 düşük rütbeli subay ve emekli Orgeneral Cemal Gürsel kurucu meclisi oluşturarak 1961 Darbe Anayasası’nı hazırlamış ve Celal Bayar Cumhurbaşkanlığı yapmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesini yapanlar meşru hükümetin temsilcilerini sözde Yassıada yargılamaları ile yargılayıp seçilmiş Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatih Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ı idam ettirirken kendileri sadece toplum vicdanında yargılanarak mahkûm edilmiştir. Darbeyi yapanların asker olması orduyu darbeye alet etmeleri, silahlı olmaları, kamu kurumlarını ele geçirmeleri ve siyasi iradenin sindirilmiş olması gibi sebeplerden dolayı Türk Cumhuriyet tarihinin ilk darbesini yapan darbecileri yargılayacak bir güç olmamıştır. 27 Mayıs 1960 darbesini teşvik edenler ve gerçekleştirenler tarihsel süreç içerisinde ne bulunduğu dönemde ne de sonrasında maalesef yargılanamamıştır.
1960’lardan 1970’lere gelindiğinde ise 1961’deki darbeci hükümetin yaptığı düzenlemelerden kaynaklı temsil krizleri, anarşi ve sokağa riayet eden şiddet eylemleri tırmanmıştır. Darbecilerin ödüllendirildiğini de tecrübe etmiş olan ordu bu sefer emir-komuta zinciri içerisinde hükümete müdahale ederek istifaya zorlamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, kara-deniz-hava kuvvetleri komutanlarının imzası ile dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir muhtıra verilerek dönemin meşru hükûmeti istifaya zorlanarak askerî müdahale yapılmıştır. 12 Mart 1971 muhtırası ile Başbakan Süleyman Demirel zorla istifa ettirilmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönlendirmesi ile hareket eden bir hükümet kurulmuş, asker kökenli kişilere devletin idaresi verilmiştir. Milletin meşru iradesine müdahale eden, muhtırayı veren ve hükümeti deviren darbecilerin hiçbiri herhangi bir yargılamaya sürecinden geçmemiş aksine milletin iradesini gasp ederek devletin saygın mevkilerinde bulunmuş bir nevi ödülle karşılık almışlardır.
1960 darbesi, 12 Mart muhtırası ile demokrasi ve hukuk açısından ağır yaralar alan ülkemiz 12 Eylül 1980 darbesi ile bir kez daha yara almış ve tedavisi olmamıştır. Toplum içinde et ve tırnak gibi olan millet iç ve dış bölücü yapılar tarafından birbirine düşürülmüş, sağ ve sol görüşler insanlık temelinden uzaklaştırılarak anarşi ve terör ortamı hazırlanarak birbirine kırdırılmaya çalışılmıştır. Darbeyi gerçekleştirecek generaller, planları doğrultusunda ülkede var olan durumu önlemeye çalışmaktan ziyade bu sebepleri darbenin meşruluğu için kullanmak amacıyla hareket etmişlerdir. 27 Mayıs ve 12 Mart’tan gelen özgüvenleri ile 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri emir- komuta zincirine uyarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren öncülüğünde halk iradesine darbe yapılarak sıkıyönetim ilan edilmiştir. TBMM kapatılarak meşru hükümet görevden alınmış, partiler kapatılmış, seçilmiş yöneticiler yargılanmış, yüz binlerce yurttaş gözaltına alınmış, vatandaş işkenceden öldürülmüş, fişlemeler yapılmıştır. Bununla birlikte darbeyi yapanlar ise Cumhurbaşkanlığı ve ülkeyi yöneten yürütme erki olarak ödüllendirilmiştir.
Türkiye tarihinde darbecilerin yargılanması için ilk adım 2010 Anayasa referandumu ile sağlanmış ve 13 Eylül 2010 tarihinde yaklaşık 40 sivil toplum kuruluşunun katkısı ile Sultanahmet Adliyesi’nde 12 Eylül 1980 darbesini yapanların yargılanması için suç duyurusunda bulunulmuştur. 2012 yılında Ankara 10.Ağır Ceza Mahkemesi’nde darbeyi yapanların, millet iradesine kenet vuranların yargılandığı dava başlamıştır lakin sanıkların ölmesi gerekçesi ile dava düşmüştür.
28 Şubat 1997 Post-Modern Darbesi ise 1980 darbesini yapanların eseri olan Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat’taki MGK toplantısında güya tavsiye niteliğinde ki kararlar hükümete dayatılması ile Başbakan Necmettin Erbakan ve hükümeti istifaya zorlanmıştır. Hükümet devre dışı bırakılınca MGK gücü eline alarak yasama organı gibi hareket etmeye başlamıştır. Bu darbe ile kan dökülmemiş lakin eşdeğer öneme sahip bir şekilde milletin kimliği ile oynanmak istenmiştir. Kamu kurum ve kuruluşlarında, üniversitelerde başörtüsü yasaklanmış, Kur’an kursları kapatılmış, dindar memurlar kamu kurumlarından tasfiye edilmiş, dönemin koalisyon hükümetinden Refah Partisi kapatılarak yöneticileri yargılanmıştır. YAŞ kararlarıyla muhafazakâr olan subaylar ihraç edilmiş, toplumdaki her kademeden muhafazakâr insanlar yazarlar, gazeteciler dâhil tutuklanmış ve işkencelere maruz kalmıştır. İnsanı ve insanlığı hedef alan bu post modern darbenin üzerinden 14 yıl geçtikten sonra toplum nezdinde derin yaralar oluşturan darbecilerin yargılanması için 2014 yılında Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava dosyası açılmış ve davanın yargılama aşaması devam etmektedir. Etkin bir şekilde yargılama yapılamadığı için darbeciler sonraki yıllarda yeni kalkışmalar yapmaktan geri durmamıştır.
Bir diğer toplumsal yaramız 27 Nisan 2007 e-muhtırası ise seçim yılı olan 2007’de cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine ilişkin internet üzerinden yayınlanan ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aba altından sopa gösterdiği e-muhtıra adını taşıyan metindir. E-muhtıranın akabinde hükümet vesayet girişimlerine boyun eğmeyeceğini gösteren bir dik duruş sergileyerek sert açıklamalar yapmış ve hukuk devleti olmanın gereklerini hatırlatarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yetki gaspı yapmasının önüne geçmiştir. Millet ise 22 Temmuz 2007 seçimlerinde iktidar partisini AK Parti’yi gönülden destekleyerek tekrar tek başına iktidar yapmış ve %46,7 oy almasını sağlayarak millet iradesinin vesayetçilere boyun eğmeyeceğinin sinyallerini vermiştir.
Millet iradesinin kendi meşru temsilcilerini koruduğu 2007 e-muhtırasında ortaya çıktıktan sonra ise sivil darbe teşebbüslerine kalkışılmıştır. Ülkemizi geriye götüren derin yaralar aldıran 28 Mayıs – 20 Ağustos 2013 Gezi darbe teşebbüsü, 17-25 Aralık 2013 yargısal darbe teşebbüsü de başarılı olamamış tam anlamı ile istenilen hedefler gerçekleştirilememiştir. En nihayetinde tekrar askeri güç kullanılarak, silahların gölgesinde kan dökerek darbe yapılmaya kalkışılmış 15 Temmuz 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde Fetullahçı Terör Örgütü’ne mensup askerler darbe teşebbüsünde bulunmuş lakin milletin gücü ile millet bizzat tarafından can pahasına bu darbe engellenmiştir.
Türkiye’deki darbe girişimin gayrimüsmir kalması, milletin kendi hakkını koruması ve seçilmiş meşru hükümeti muhafaza etmesi her türlü askeri dikta karşısında durulabileceği hususunda tüm dünyaya umut vermiştir. Bu yüzden 15 Temmuz 2016 milletin destanı olmuştur. “Gerçeği yalanlayan nankörler, seni tutuklamak, öldürmek veya sürgün etmek için plan yapıyorlardı. Onlar plan yaparlarken, Allah da plan yapıyordu. Allah, plan yapanların en hayırlısıdır.” Enfal Suresi 30. Ayet
Ağır silahlar ile halkın üzerine ateş edilen, ülkemizin sokaklarına caddelerine tankların indiği, cesur milletimizin tanklar ile ezildiği, Skorsky helikopterlerin havadan ateş ettiği, milletin meclisinin bile bombalandığı, milleti koruması gereken milletin askerinin bir kısmının kalleşlik yaptığı kâbus dolu kanlı bir darbe gecesinde darbecilerin planları gerçekleşmedi ve plan yapanların en hayırlısı Allah’ın yardımı ve cesur milletimizin gücü ile darbe engellendi.
Milletimizin kahraman duruşu, birlik ve beraberlik içinde meşru liderin yanında devlet ve milletin et-tırnak gibi ayrılmaz oluşu sayesinde darbe teşebbüsüne karşı milletin dik duruşu ile darbelere boyun eğilmeyeceği ulusal ve uluslararası bütün nifak merkezlerine gösterilmiştir. Bu onurlu duruş sayesinde 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü tarihimize özgür ve onurlu halk duruşunun sembolü olarak hediye edilmiş bir anda günü haline gelmiştir.
Tarihin tekerrür etmemesi için darbelerin hesabının sorulması için darbe yargılamasının yapılması önem arz etmektedir. 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişiminin yargılaması şimdiye kadar olan darbelerden farklı olarak etkin bir şekilde başlatılmış ve yargılamalar devam etmektedir. Adaletin tesis edilmesi ve bir daha aziz milletimize bu tarz girişimler yapılmaması için hukukçuların üzerine görev düşmektedir. Darbe yargılamalarında aktif şekilde görev alan bir avukat olarak şunu çok net söylemem mümkündür ki darbeyi tasarlayan beyin takımdaki darbecilerin genel hal ve tutumlarında pişmanlık emaresi bulunmamaktadır. Darbe davalarında ifade verenlerin çok büyük çoğunluğu aynı ağızdan çıkmış ifadeler ile beyan vermektedir. ‘Darbeden haberim yoktu, terör operasyonunu gidileceği söylendi ama hangi terör olduğu söylenmedi, ciddi bir terör saldırısı var müdahale edeceğiz denildi, FETÖ ile hiçbir bağlantım yok tanımam, ben askerim emre itaat ettim işim bu.’ şeklindedir.
Ülkemizde başlatılan darbe yargılamalarının darbenin hesabının sorulmasının yanı sıra eş değer öneme sahip bir şekilde darbe yargılamalarında dünyaya yol gösterici olacaktır. Demokrasinin olduğu, hukuk devletinin gereklerine uygun davranıldığı toplum modeli için darbe yargılamaları sonucunda darbeci zihniyet mahkûm edilmelidir. Yoksa darbelerin millete ve ülkemize verdiği zararı kavrayacak zihni derinlikten yoksun bir grup asker ve bürokratın hâkim huzuruna çıkarılması yeterli bir çözüm asla sunmayacaktır. Milletin geleceğine, refahına, iradesine el koyan ve bunları yönlendiren uluslararası mekanizmaların mahkûm edilmesi gerekmektedir.