“Prizren’de bir erkek çocuk dünyaya gelse diviti belinde doğar.” Yani bu şehrin çocukları analarından şair olarak doğarlar.
Rıdvan CANIM
Prof. Dr., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

“Düştük yollara
Asfalt yerine yüreğimizi döşeyerek
Göç bizim hasret bizim
Bir söğüt dalı gibi soyulan
Ömür bizimdi .”
Böyle söylüyor bir şiirinde Prizrenli şair Zeynel Beksaç. Türk tarihinin derinliklerine doğru bir yolculuğa düşerseniz eğer karşınıza kanlı bir savaş çıkacaktır. Bir milletin padişahını şehit verdiği bir savaştır bu. Adı Kosova Savaşı’dır. Uğruna Murad Hüdâvendigâr gibi bir Alpereni şehid verdiğimiz Kosova…
“Bu yer babamın yeri
Babamın, babasının
Gidenlerimizin, soğuk kalanlarımızın sıcak teri
Dünyaya gelecek olanlarımızın sıcak teri
Bu yer benim yerim
Köylümün, kentlimin
Bu ter benim terim.
Bu mezar dedemin mezarı
Dedemin, dedesinin
Gidenlerimizin kapanık, kalanlarımızın açık mezarı
Dünyaya gelecek olanlarımızın açık mezarı
Bu mezar benim mezarım
Köylümün, kentlimin
Bu ölü benim ölüm”
Fethin üzerinden uzun asırlar geçmiş, devir dönmüştür. Osmanlı’nın tam 500 yıl adaletle yönetip medeniyetler kurduğu bu topraklar bugün öksüz, üzerindekiler yetim kalmıştır. Yaklaşık ll.000 km2’lik bir toprak parçası üzerinde, müstakil bir devlet olmanın gururunu yaşayan Kosova, Balkanların en genç devletidir. Türkler bugün hatırı sayılır bir topluluktur Kosova’da. Ülke topraklarında konuşulan üç dil de Arnavutça, Türkçe ve Sırp-Hırvatça’dan ibarettir. Kosova’nın toplam nüfusu ise 2 milyon civarındadır.
Şimdi Balkanlarda, neredeyse İstanbul ile beraber Türk vatanı olmuş bir şehir düşünün… Bu şehir, Osmanlı’nın bu topraklardaki kadîm şehirlerinden biri, “Prizren”dir. Tarih boyunca Prisren, Prisrend, Prezdra, Perzerin gibi adlar taşıyan bugünkü Prizren’e giden yolumuz üzerinde Ferizaj, Stimne ve Suha Reka’yı (Suvareka=Susuz Dere) ardımızda bırakıyoruz birer birer…
İşte, Osmanlı’nın bir zamanlar “şairler yurdu” adını verdiği Prizren… Osmanlı şuara tezkireleri bu şehri tanıtırken şöyle diyorlar: “Prizren’de bir erkek çocuk dünyaya gelse diviti belinde doğar”. Yani bu şehrin çocukları analarından şair olarak doğarlar. Evet, bahçeli evleriyle, cami, tekke ve mescidleriyle, çeşme ve sebilleriyle; Bistriça üzerindeki taş köprüleriyle, han ve hamamlarıyla, hepsinden öte güzel insanlarıyla Prizren şehridir burası. İnce, bembeyaz minareleriyle Bursa’nın maketi, şairler yurdu Prizren… Osmanlıların buraları fethinden önce l4. asırda, eski Sırbistan’ın başkenti imiş şairler ve ozanlar yurdu, civanlar otağı Prizren. 100 bini aşan nüfusuyla eskiden beri bir kültür ve ticaret merkezi olmuş Prizren. Hatta öyle ki bir zamanlar Adriyatik denizinde Dubrovnik’in önemi ne ise Balkanlarda Prizren’in önemi de o imiş. Bu yüzden bazı yazarlar Prizren’e “Balkanların Dubrovnik”i adını takmışlar. Ben de ona “Balkanların Bursa’sı” adını verdim. Nice kavimlere yurt olmuş, nice kültürlerle yoğrulmuş, havasıyla ve suyuyla Balkanların bu güzel şehri, güneyinde yer alan Şar dağlarının kuzey eteklerine kurulmuş. Osmanlı ile tanışması ise ta Fatih dönemine gidiyor. İstanbul’un fethinden iki yıl sonraya, yani 1455 yılına kadar… Bu tarihten sonra Prizren artık bir serhat şehri, bir “akıncılar” şehridir. Prizren’de ilk Cuma namazı Fatih tarafından Ortodoks kilisesinde kıldırılır. Zamanla Evrenosoğullarının şehri imar faaliyetleri; köprüler, camiler, hanlar, hamamlar ve daha nice eserlerle süsler Prizren’i.
Osmanlı ordularının Adriyatik’in güney kıyılarını fethetmesiyle birlikte Prizren-İşkodra yolu, tabiri caizse doğu-batı arasında bir atardamar olur. Artık Prizren, kervanların uğrak yeridir. Örneğin XVI. yüzyılda şehrin en büyük zenginlerden biri olan Kukli Bey’in Prizren’de 117 dükkanı, 6 değirmeni 1 kervansarayı vardır. Romen tarihçisi Beldicenu, “Balkanlarda yeni bir kent uygarlığının ilk temellerini Türklerin burada attığını ve Türk kültürü etkisinin günümüzde hâlâ yaşadığını” söyler. Zaman içinde Prizren’de, Arnavut, Türk ve Sırp edebiyatına önemli katkıları olmuş çok sayıda edib yetişir. Bunlar arasında, 15.000 beyitlik ünlü “Gazavatname”siyle Prizrenli tarihçi ve şair Suzi Çelebi, kardeşi Nehari Çelebi, şair Şem’i ve Sücûdî, yaşadığı çağda Bosna tarihini de yazan Pyeter Mazreku sayılabilir. 17. asırda Prizren, Balkan Yarımadası’nın önemli sancak merkezlerinden biridir.
Bugün ismi ‘Fatih Sultan Mehmed Namazgahı’na çevrilen Namazgah, diğer ismiyle Kırık Cami; Suzi Çelebi, Kukli Beg ya da Saraçhane, Mehmet Paşa Külliyesi ya da Bayraklı, Beylerbeyi Sinan Paşa’nın yaptırdığı Sinanpaşa, Maksut Paşa ya da Maraş camileriyle Gazi Mehmet Paşa Hamamı, Prizren’deki Osmanlı yadigarlarından sadece birkaçıdır.
18. asır sonlarında Prizren, İstanbul, Selanik, İşkodra, Dubrovnik, Saraybosna ve Belgrad ile birlikte balkanların büyük kentlerinden biri haline gelir. 19. asır başlarında ise şehirde ham derici, demirci, saraç ve terzilerden başka mutafçı, bıçakçı ve tüfekçi esnafları gelişir. Hatta tüfekçilik o kadar gelişir ki Prizren’de yüze yakın tüfekçi dükkanı açılır. “Martinka” diye de anılan Prizren tüfeklerinin şöhreti Anadolu ve Mısır’a kadar yayılır.
Osmanlı ile fiilen beraberliği 1912 yılına kadar sürmüş Prizren’in. Bu beraberlik asırlarında Prizren altın çağlarını yaşamıştır, tabiri caizse. Kültür, sanat ve edebiyatta, zanaat ve ticarette bugün çoğuna hasret kaldığı muhteşem günler yaşayan Prizren’de hâlâ Türk kültür ve sanatı adına birbirinden değerli ürünler veren şair ve sanatkârların varlığı insanı sevindiriyor, kuşkusuz. Zeynel Beksaç, Taner Güçlütürk, Naim Şaban, Murtaza Büşra, Etem Baymak, Mehmet Bütüç, İskender Muzbeg, Altay Suroy, Bayram İbrahim, Esin Muzbeg, Ahmet İğciler, Agim Rifat ve Özcan Micalar gibi…
Bugün 30 civarında ibadete açık caminin bulunduğu şehirde, Şar Dağının eteklerinde kurulmuş Maraş Camii’nden başlıyoruz gezmeye Prizren’i. Nedense Maraş Camii isminden çok etkileniyorum. Bilindiği üzere Maraş’ın Elbistan kazasında da muhteşem bir Şar Dağı vardır. Hem Maraş, hem Şar Dağı… İşte Osmanlı coğrafyasında belki birbirinden habersiz iki ayrı güzel mekân…
Prizren’in ortasından geçen şirin Bistriça Nehri’nin suları hayli azalmış. İçinde gezerek elleriyle balık tutmaya çalışan çocukları görüyorum. Ve Bistriça üzerindeki taş köprülerden birinde bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz ardından. Köprünün ayağında kasetler satan delikanlıya bize Prizren’den hatıra kalacak orijinal Prizren halk müziğine dair bir şeyler istiyorum ama nafile… Türkçe bir şey yok diyor. Âh Rumeli türkülerim, neredesiniz ve niçin Prizren’de yoksunuz şimdi? Biz de Arnavutça bir müzik kaseti alıyoruz çaresiz…
Bir ara şehir merkezindeki tarihî Sûfî Sinan Paşa Camii’nin şerefesinde dalgalanmakta olan kırmızı bayrak dikkatimi çekiyor. l6l5 yılında aslen Prizrenli olan Sinan Paşa yaptırmış bu güzel eseri. Çarşı pazarıyla, o daracık sokaklarıyla, köhnemiş kahvehaneleriyle Türklüğün nabzı Rumeli’deki can damarlarından birisinde, burada, Prizren’de atıyor hâlâ.
Şehir merkezindeki Bayraklı Camii, yanındaki hamamla birlikte Sultan Mehmed zamanında Gazi Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Ramazan günlerinde “iftar vakti“, bu caminin minarelerine çekilen bayrakla bildirildiği için bu ismi almış Bayraklı Camii. Camiin hemen yanı başındaki sokakta cıvıl cıvıl oynaşan Türk çocuklarına Türkiye’den getirebildiğimiz hediyeleri dağıtıyoruz. Sevinçten neredeyse boynumuza sarılacaklar! Prizren’de şu anda önemli eğitim kurumlarından birisi de yaklaşık 200 civarındaki öğrencisi ile Prizren Medresesi imiş. Savaş günlerinde bile hep açık kalmış burası.
Prizren’e yolu düşenlerin görmesi gereken yerler arasında tarihi Suzi Çelebi köprüsü ile hemen yakınındaki Suzi Çelebi Camii ve kabristanında uzun asırların uykusuna yatmış meşhur “Gazavatname” yazarı, şair Suzi Çelebi’nin kabri de yer alıyor.
Prizren için -aslında tüm Balkan Türkleri için desek daha doğru olur sanırım- her şey demek olan “Doğru Yol Türk-Kültür Sanat Derneği”ne de uğruyoruz bir ara… Prizren Doğru Yol Türk-Kültür Sanat Derneği, Kosova’da bugüne kadar yaptıkları ile inanılmazları gerçekleştiren bir sivil toplum örgütü. Aslında yaptıklarına bakarsanız Kültür Bakanlığı gibi çalışan bu kuruluş, 2001 yılında 50. sanat yılını kutlamış. Amacı, değerli sanatkâr Prizrenli Zeynel Beksaç’ın ifadeleriyle; “Tüm Kosova’da Türk varlığını, benliğini, gelenek ve göreneklerini yaşatarak yarınlar ırmağına akıtmak, Rumelinde ses bayrağımızın rengini, yankısını görkemli kılarak özümüzü dimdik ayakta tutmak, bütün zorluklara rağmen sanat yolunda ilerlemek” olmuş hep. Doğru Yol, elli yıl boyunca önce Kosova’da, sonra Rumeli ve tüm Balkan topraklarında Türkçe’nin gururu olmuş. Bu sürede Kosova’da yetişen şair, yazar, müzisyen, tiyatro sanatçısı, öğretmen, ressam, gazeteci ve aydınların, kısacası Türklüğün ve Türkçe bayrağını dalgalandıranların gönül meclisi haline gelmiş. 1951 yılında eski Yugoslavya’nın bu topraklarda “Türk” kimliğini resmen tanımasından sonra buralarda yaşayan Türklerin de değişmeyen adresi haline gelmiş Doğru Yol Derneği. Bu kadarla da kalmamış, bugün Makedonya sınırları içinde yer alan Gostivar’da Güven, Kalkandelen’de Yeni Hayat ve Kosova/ Mamuşa’da Âşık Ferki gibi yeni yeni derneklerin kuruluşuna da öncülük etmiş. Ziya Şişko, Süleyman Alaybeg gibi isimlerle başlayan Türk sanat müziği çalışmaları bu çatı altında serpilip boy vermiş. Halk dansları toplulukları değişik zamanlarda Abdullah Palyaço, Reşat Vırmiça, Reşat Şinik ve Ferhat Derviş gibi isimlerin önderliğinde günümüze kadar başarıyla taşınabilmiş. Kosova Türk Tiyatrosu özellikle büyük usta Aziz Buş, Abdullah Palyaço, Cemal Şpat ve Hüda Leskofçalı gibi isimlere bugün çok şeyler borçlu. Özellikle Prizren ağzıyla bestelediği türküleriyle Aluş Nuş, sadece Kosova’da değil Türkiye’de de ismini duyuran sanatçılar arasında yer almış. Bu alanda Zeynel Beksaç, İrfan Şekerci, Nevzat Şundo ve Fikret Refeya da birbirinden güzel eserlerin altına imza atan isimler olmuşlar. 1978’lerde oluşturulan çocuk grubunun bugün Liriye Dişo başkanlığında “Ata Çocukları” adı altında yine bu çatı altında çalışmalarını sürdürdüğünü görüyoruz.
Ziya Şişko Türk Sanat Müziği Korosu, Yeşil Turnalar Türk Halk Müziği Korosu, Prizren Halk Dansları Ekibi, Ayyıldızlar Türk Hafif Müziği Topluluğu, Resim Kolu, Nazım Hikmet Edebiyat Kolu, Aziz Buş Tiyatro Topluluğu, Muhammet Şerif Resital Kolu, Faik Emruş Türk Müziği Korosu, Uluslararası Süleyman Brina Balkanlar Türk Kültürü Hizmet Ödülü gibi bir dizi faaliyetin yönetim yeri, bugün etkinliklerini Prizren’de başarıyla sürdüren Doğru Yol Türk-Kültür ve Sanat Derneği’dir. Belirlenmiş bir siyasi çizgileri yok ama kuruluşundan itibaren Kosova’da Türk kültür ve geleneklerinin en ısrarlı ve en istikrarlı savunucuları olmuşlardır. İlk kez 1978 yılında gelmişler Türkiye’ye temsil için ve 1966 yılında ilk defa Belgrad televizyonunda Türkçe şarkılardan oluşan bir konser vermişler. Bir zamanlar adını çok iyi hatırlayacağınız “Çevren” artık çıkmıyor Prizren’de. Bir zaman rahmetli Osman Baymak yönetiminde çıkan “Bay” dergisi unutulmamalı tabii. Kuşkusuz Kosova’nın en uzun soluklu dergilerinden birisi; Zeynel Beksaç yönetimindeki “Türkçem” adlı çocuk dergisi yayınlarını başarıyla sürdürüyor. Mamuşa’da çıkan “Derya” ve “İlke” dergileri de Kosova’da Türk kültürünü zorluklar içinde yaşatmaya çalışan yayınlardır.

Şehrin merkezindeki “Şadırvan” meydanı akşam saatlerinde özellikle kızlı-erkekli Prizrenli gençlerin “piyasa” yaptıkları önemli bir mekân olarak dikkatleri çekiyor. Günün ilerleyen saatlerinde meydan dört tarafından adım atılmayacak duruma geliyor neredeyse. Şehrin ana caddelerinde özellikle akşam saatlerinde “korzo” adı verilen bu gezintiyi hemen bütün Balkan şehirlerinde görürsünüz.
Aslında Balkanlar’ın tamamı için şunu söylemek mümkün: “Öteki” olanı tanıma ve onunla birlikte yaşamayı öğrenmek şart. Ama ne yazık ki Balkanlar hala dayatmalı çözümlerle idare ediliyor. Yeni Gündem gazetesi genel yayın yönetmeni Esin Muzbeg’in de dediği gibi; bu yüzden Bosna’daki Sırplar ve Hırvatlar, bütünlük içinde olan bir Bosna-Hersek’in oluşumuna pürüzler çıkarıyor; bu yüzden Sırbistan’daki Boşnaklar, Arnavutlar ve Macarlar huzur içinde yaşayamıyor. Ve bu yüzden Kosova’daki azınlıklar Kosova’yı tam anlamıyla bir vatan olarak göremiyor… Çok kültürlülük, bölgede çok fazla “öteki”nin varlığı anlamına geliyor. Öteki olanla olmak ve öteki olanı tanımak için herkese büyük görevler düşüyor.
Ne diyelim ki? Büyük dedelerimizin bir zamanlar bu topraklarda ruhlarını bir teknede yoğurduğu Sırplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Hırvatlar ve Türkler birbirlerinden kız alıp vermişler, birbirlerine gönül vermişler, el ele asırlarca yaşamışlar. Şimdi aralarına soğuk rüzgârlar girmiş. Temennimiz, aziz dost Altay Suroy’un bir şiirinde tüm “Evlâd-ı Fâtihân” adına söylediği; “misafirlikte unutulan çocuklar”ın bir gün Anadolu’da yaşayanlarca da hatırlanması elbette.
Gezip dolaştığım Prizren sokaklarında karşıma çıkan kırık dökük hatıralar, beni götürebildiği kadar eskilere götürüyor. Nedense hiç geri gelmek istemediğim eskilere, uzaklara… Kadîm hatıraların üşüştüğü yüreğim derinden acıyor. Neyse ki Prizren Halveti tekkesi, yorgunluğumu biraz olsun alıyor.
Ayakta kalabilen camileri ve tekkeleri ile, kalesi, namazgahı ve daracık eski sokakları ile, çeşmeleri, sebilleri, şadırvanı ve Bistriça üzerindeki taş köprüleri ile, hanları, hamamları ve eski Türk evleriyle Prizren, Balkanlar’da tarihin hafızasına ve vicdanına terk ettiğimiz “bizim” şehirlerimizden biri hâlâ. O her şeye rağmen “bizim”. Bizim, Batılı olmak için çırpındığımız bir çağda Prizren, “bir Rumeli şehri olarak” kalabilmek için çabalıyor. Ve inanın ki her şeye rağmen o hâlâ bizim hayâlimizdeki Prizren olmayı sürdürüyor.
Ve yollar dönüşe başlıyor. Yüreklere yine bir hüzün çöküyor. Hem de hüznün katmerlisi… Etle tırnağın ayrılması gibi bir şey bu… Sevenle sevilenin bir daha kavuşur muyuz, kavuşabilir miyiz acaba, tedirginliği içindeki kopuşu gibi bir şey bu… İster istemez Kosova için kaleme aldığım şu mısralar geliyor dilimin ucuna:
“Yıkık bir kervansaray avlusunda Kosova’da
asırlık bir çınar olaydım âh
her yaprağında bin acı, bin elem, bin hüzün
toprağına düşeydim cansız bir beden gibi
en karanlık gecelerinde ay-yıldız olaydım
sonra her satırında bin duâ, bin zikir, bin şükür olaydım
o eskimiş mezar taşında Sûzî’nin
bu kez de ben yazaydım
son gazâ destânını öksüz Rumeli’nin
en bereketli seherlerde açan bir gül olaydım bahçelerinde
kanayan bir gül olaydım güneşin her batışında
âhh
ya Kosova bende olaydı
ya ben Kosova’da olmayaydım.”
Hoşça kal Prizren… Bir zamanlar kucak dolusu “gül” iken şimdilerde bir avuç “kül” olan acılar yurdu Rumelim, hoşça kal! Hoşça kal “dedemin can ektiği topraklar”… Bugün üzerinde yaşayanlardan çok altında ceddime ait mezar taşını saklayan kutlu diyarlar, hoşça kal can suyumun akıp geldiği mahzun Rumelim… Hoşça kalınız “benim” güzel şehirlerim…