“SELÂM OLSUN” MUSTAFA KUTLU’YA

Mustafa Kutlu demek benim için köy demek, çocukluğum demek, memleketim demek, hasret, özlem, mutluluk demek… İstiyorum ki benim hissettiğim, çocukluğumu bulduğum satırlarda herkes kendini, geçmişini, çocukluğunu bulsun.

Betül ZEYREK

“Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor.” Bu cümleyi okuyunca insanın içini acı bir hüzün kaplıyor. Ne derin bir cümle değil mi?

Aslında Mustafa Kutlu’ca bir değer verme eseri, “SELÂM OLSUN”. “İnsan böyle güzel bir değer görür de ömründe, memnun kapanmaz mı gözleri bu dünyadan giderken”, diye düşünmeden edemiyor insan. Ne diyelim o halde, Selâm Olsun değer bilenlere…

Değer vermek? Sanırım çoğumuzun son zamanlarda aklına dahi getirmediği bir olgu. Bizler unuttuk değer vermeyi, hakikatli sevmeyi, samimi konuşmayı. Mustafa Kutlu her eserinde olduğu gibi bu eserinde de okuyucusunu dert ediniyor kendine, alıyor karşısına ve unuttuğu çoğu duyguyu yeniden hatırlaması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Dertleşiyor, sohbet ediyor, eskilere -aslında bizim köklerimizde olup da sonradan unuttuğumuz tüm değerlerimize- götürüyor ve yeni bir pencere açıyor önümüze. Hem okuyorsunuz hem de onun rahle-i tedrisinden geçiyorsunuz.

İnsan, insanın değerini bilmeli ama ölünce değil yaşarken. Kaybettiğimiz tüm değerlerimizi yeniden hatırlatmak. Bu dünyadan göçer iken akıllarda yer edinebilmek yaşadığımız, yaşattığımız tüm değerlerimiz ile. Yunus misali;

“Biz dünyadan gider olduk                                                                                                                                    

Kalanlara selam olsun                                                                                                                                                 

Bizim için hayır dua                                                                                                                                                        

Kılanlara selam olsun

Mustafa Kutlu, “Selâm Olsun”a, Yunus Emre’nin bu şiiriyle başlıyor. Güzel insanlar güzel anılmak istiyor, güzel değerlerin içinde yaşamak istiyor, hatırlanmak istiyor. Kutluca bir değer verme ve değer görme böyle bir şey.

Her okuyucusunda farklı bir iz bırakan, farklı pencerelerden bakmasını sağlayan Kutluca bir duruş var. Mustafa Kutlu demek, bende hikâye demektir. Çünkü ben hikâye kitapları ile tanıdım hocamı. Üniversiteden hocam Mustafa Özel, Sır ve Nur kitaplarını vermişti bana; oku, bana bahset diye. O an daha önce tanışmadığıma pişman olacağımı bilmiyordum. Sonra tüm kitaplarını aldım, güzel anılarım arasında sakladım. Çünkü her okuduğum kitabında kaybettiğim bir değerimi, çocukluğumun unutulan bir parçasını buldum. Onun eserlerini okumak, bir fotoğraf karesinin dağılmış parçalarını birleştirmek gibiydi. Ve ben okuduğum her kitabında bir parçamı buldum, kiminin sonunda hüzünlendim, kiminin sonunda kalakaldım, kiminde tebessüm ettim, kimi de beni oradan oraya savurdu. Ben yine de kendimi, kaybettiğim yerlerden bir bir topladım, çocukluğumun günden güne eksilen parçalarını. Ve topladıkça daha çok sevdim kitaplarında kaybolmayı, yavaş yavaş uzaklaşmakta olduğum kendimi bulmayı. Dedim ya her okur başka bir yönünü buluyor onun kaleminde. Bunun için Mustafa Kutlu diye bir kalem var diyorum hep. Bu kalemin tadına bakan kopamıyor. Hep olmak isteyip olamadığımız, belki de şartların çocukluğumuzda olmamızı engellediği bu zamanda bize bir nefes almak gibi geliyordur, bundandır tüm özlemimiz, kopamamamız.

Mustafa Kutlu demek benim için köy demek, çocukluğum demek, memleketim demek, hasret, özlem, mutluluk demek… istiyorum ki benim hissettiğim, çocukluğumu bulduğum satırlarda herkes kendini, geçmişini çocukluğunu bulsun. Bu yüzden birine hediye kitap almak için girdiğim her kitapçıda gözümün aradığı, elimin istemsizce gittiği ilk raf oldu Dergâh Yayınları, Mustafa Kutlu. Herkes okusun, sevsin istiyorum. Çünkü bizim değerlerimize bu kadar güzel bakan bir gönlü herkes tanımalı, kültürümüzün zenginliğini, güzelliğini herkes bilmeli. Yeniden hatırlamalı tozlu raflar altında kalan geçmişini. Geçmişin tozunu silen kalemle herkes hemhal olmalı, olmalı ki gelecek nesillere anlatabilecek bir hikayesi, bir köyü, aktarabileceği bir kültürü olabilsin.

Ben kalemini tanıdım evvelden. Dedim elbet bir gün görmek de, kitabını imzalatmak da nasip olur. Olmaz dediler, hoca hasta, kalabalığa çıkamıyor artık. Nasıl üzülmüştüm anlatamam. Bu dünyadan bir Kutlu geçti, ama bizim gözlerimize dokunmadan geçti demek insana dokunuyor. Ah İstanbul, yaman İstanbul’muşsun dedim ve işte o zaman daha çok sevdim seni ve anladım neden her yazarın, şairin kaleminde gölgen var. “Akmayan bir çeşme kadar insanı ne hüzünlendirebilir.” (syf. 75). Dert edinmiş susuz kalan çeşmelerini bile, bu nasıl bir gönül düşünebiliyor musunuz? İstanbul çeşmeleri mahzun, sebillerin boynu bükük. Dert edinmeli çeşmeleri, “çeşmeler tarihi taşıyor” (syf.74) nasıl sevilmez ki böyle güzel insanlar.

Çok sevdiğimi bilen bir arkadaşım bir gün bir mesaj attı yetişirsen yarın İstanbul’da. Ben Urfa’da Hoca İstanbul’da. Gel de sevme şimdi İstanbul hanımı, gel de nazenin salınışına bir kere daha vurulma. Bu kadar acele karar verebildiğim bir anım daha olmamıştır. Atladım otobüse, nedense aklıma uçak gelmemiş, yorulmuşum heyecanlıyım ama çok mutluyum. Herkese anlatırdım okuduğum her kitabından sonra Mustafa Kutlu’yu. Aklında kalmış arkadaşın, iyi ki de kalmış, çağırmış beni de. “Mustafa Kutlu çok çok küçük bir grup ile muhabbet edecek” cümlesi ve benim o küçük grubun içinde yer almam. Hayal gibi, rüya gibi. Bu benim için muazzam bir anı olarak kaldı. Bunlar için sebep olanlara hep dua ediyorum aklıma her geldiğinde.

Bu arada unutmadan, Hocam kitapta geçen bir yazıyı minibüste Neşet Ertaş dinleyerek yazdığını söylemiş, ben de açtım bir Neşet Ertaş türküsü, sevdiği birinden bahsederken ne diyeceğini bilemez ya insan, ben de öyle ne yazacağımı bilmeden, yazabilir miyim düşüncesi ile yazıyorum. Türküler birbiri ardına devam ederken ben de selam gönderiyorum tüm değer bilen, gönülden sevenlere…

“Selâm Olsun”, Haziran 2021’de çıkan son kitabı Kutlu’nun. Hemen alıp okudum, özlüyor insan çünkü. Bahsetmiştim, Kutlu kalemi diye bir şey var. Ve gerçekten özleniyor. Bağımlılık yapıyor insanda.

“Havada leylak kokusu, etrafta kimsecikler yok, ileride bir yaşlı adam bulmaca çözüyor. “(syf. 65).  Bu cümleyi okuyup da o çay bahçesinde olmak istemeyen yoktur diye düşünüyorum. Ben bu cümleyi okuyup baktım uzaklara, şimdilerden çok çok uzaklara. Samimiyetin önemini kaybetmediği o zamanlara baktım. Nasıl da içim huzurla doldu, bir an orada olmak ve bulmaca çözen o yaşlı adamın masasında sessizce oturup bir bardak çay içmek istedim. Böyle hissettiğim kitaplar derin izler bırakıyor bende, etkisinden çıkamıyorum. Belki de bünyem hala o samimiyet kokan köyden kopup gelememiştir bu zamana, bundandır duyduğum bu özlem. Bundandır etkisinden çıkamamam, çıkmak istemeyişim. Köy kokuyor bu kitap, çocukluğum göz kırpıyor bahçe kapısından, arkadaşlarım çekiştiriyor arkamdan oyun oynayacağız çünkü, imkânın kısıtlı ama mutluluğun bol olduğu köy ortasındaki koca dut ağacının altında. Selam olsun çocukluğuma, çocukluğumun geçtiği diyarlara, değer veren, değer bilen hala samimiyet ile bakan insanlara. Özlem varsa içinizde geçmişe dair her şeye, o zaman sizler de özlersiniz Kutlu kalemini, acaba bu eserinde hangi parçamı bulmama yardımcı olacak diye bekler durursunuz.

Deneme türünde bir eser “Selâm Olsun”. Kitapta Dergâh dergisinde, Yeni Şafak gazetesinde yer alan bölümlerinin de olduğu on yedi deneme, daha doğrusu yaşadığı anılarından derleyip bize bahsettiği birbirinden değerli isimleri yâd ettiği on yedi hatırası var. Bahsi geçen birbirinden değerli isimleri okuruna samimi bir üslup, incelikli bir aktarım ve edebi özen içerisinde yazarlardan alıntılarda bulunarak çok yönlü bir anlatım ile sunuyor. Aslında yaşadığı hayatın sadeliğini anlatımında da bulabiliyorsunuz. Zaten derinlemesine iz bırakması da bundan. Okur ile arasındaki kuvvetli bağdan, sohbetten. Kışın sıcacık, gürül gürül yanan bir soba başında, gaz lambası altında anılarını sizinle paylaşan dedeniz oluveriyor birden Mustafa Kutlu. Geçmiş ile köprü oluyor Kutlu anıları. Anı yerine hikâye demek isterdim ama uzun zamandır hikâyelerini okuyamıyoruz. Son zamanlarda hikâyelerine hasret kaldık. Yine de Kutlu kalemi okuyor olmak, hala yeni bir kitabı çıkabilir ümidi ile heyecanımızı koruyabilmek nasip meselesi. O çok sade bir hayat yaşadı ve eserlerinde yaşadığı bu sade hayatı okuru ile paylaştı, paylaşmaya devam ediyor. Descartes’in “İyi yaşamak için göze batmadan yaşamak gerek.” sözünün yaşayan hali Mustafa Kutlu. Tanımayanların çok şey kaybedeceğini düşünüyorum. Çünkü o, Türk hikâyeciliğinin yaşayan en güzel örneklerinden biri.

Kitabın kapağını açınca birbirinden değerli -güzel insan- diyebileceğimiz insanların hayatlarına dair anılar okuyoruz, onlarla birlikte Mustafa Kutlu nasıldır, kimlerle birlikte geçmiştir yaşamı, nasıl harmanlamıştır düşüncelerini, yaşadığı yerlerdeki anılarıyla bunu da anlamış oluyoruz. 

Öyle değerli isimler var ki, okudukça şaşırdığım, birçoğunun adını ilk defa duyduğum, çokça mutlu olduğum simalarla karşılaşıp, hayatlarına bir pencereden bakabilme imkânı bulduğum. Nurettin Albayrak, bu değerli isimlerden biri. Ve artık ismini her duyduğumda aklıma gelecek bir türkü var:

Yeşil ördek gibi daldım göllere                                                                                                                                 

Sen düşürdün beni dilden dillere                                                                                                                            

Başım alıp giden gurbet illere                                                                                                                                   

Ne sen beni unut ne de ben seni”      

Abdulkadir Aral, aklıma geldiğinde bileceğim ki Gani Baba’nın mekânında bir masada oturmuş Mustafa Kutlu ile Jack London, John Steinbeck konuşup bir de üstüne Martin Eden’den bahsedecekler. (Bu arada benim en sevdiğim klasiklerden biridir. Şimdi daha çok sevdim çünkü bir zamanlar hocamın da dokunmuş gözleri bu eserin satırlarına. Sen de şanslısın Sayın Martin Eden) Ve hafızama kaydettiğim bir diğer isim, Beşir Ayvazoğlu. “Bu ülkede bugün için Türkçe’yi en iyi kullanan iki yazar var. İkisi de Sivaslı. Biri Ahmet Turan Alkan, öteki Beşir Ayvazoğlu”. (syf. 21). Böyle değerli bir isimden nasıl hiç eser okumadım bilmiyorum, işte yine hayıflanacak bir mevzu daha. Peyami, Geceleyin Dersaadet, Güller Kitabı, Divanyolu. İlk kitap siparişim de alıp okumak istediğim Beşir Ayvazoğlu hocaya ait eserler. Gerçekten dolu dolu bir eser okudum. Çok yönlü derken bahsettiğim mesele buydu. Yeni yeni isimler tanıyor, kitapları not ediyor, ismini sayamadığım birbirinden değerli isimlerden alıntılar, türküler. 

Aslında kitapta bahsi geçen herkesten alıntı yapmak küçük de olsa notlar paylaşmak isterdim ama bu yazı o kadar detaylı yazmaya pek müsait değil. Bu yüzden hatıralarda bahsi geçen isimlerden bahsedeyim. Sıtkı Aras, Mehmet Doğan, Muammer Etki, Ebubekir Erdem, İsmail Kara, Ezel Erverdi, Orhan Şaik Bey, İsmail Gürcan, Mustafa Kara, Seyfettin Manisalıgil, Nusret Özcan, Mustafa Ruhi Şirin, Nurettin Topçu ve birbirinden değerli, daha nice isim yer alıyor. Yaşayanlar için selamet, vefat edenler için “Bölük bölük turna geçiyor gökyüzünden. Dualarımı onlar ile gönderiyorum.” (syf. 12) diyen Hocamız gibi ben de dualarımı öyle gönderiyorum sizlere.

Bu isimlerden bende derinden bir tebessüm oluşturan, Gümüş Sakal (Nusret Özcan) oldu. Nasıl ifade edebilirim bilmiyorum ama okuduğumda içimin sızladığını hissettim. Tanımak isterdim cebinde kalan son parasını yanına gelen birine düşünmeden veren ve sonra gözleri dolan bir gönlün sahibini. Ağzında bir ilahi, eller ceplerde, Beyazıt’tan Eyüp’e inen birini görürseniz Gümüş Sakal odur. Bir de çok güzel gülen biri ile karşılaşırsanız siz de çok güzel gülün belki o mahzun gülüştedir. Gümüş sakal da gitti, vakti gelen herkesin gideceği gibi. “Herkes kendi türküsünü söylemeye gitti” (syf. 29) diyor Mustafa Kutlu. Elbet herkes gidecek, o vakit geldiğinde söyleyebilecek güzel bir türkümüz olsun isterim ben de. Belki de bu yüzden böyle insanların değerini anlamamız lazım, kıymetini bilmemiz lazım.                                                                                                         

Hani o gül gülerek geldiği demler şimdi,

Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.”  (syf. 28)              

Mahir Baba  

           

Kitaba serpiştirilen fotoğraflar var, siyah-beyaz ama samimi. Sizi, aileden biri yapan fotoğraflar. Bu zamanın karmaşıklığından çekip çıkartan, baktıkça kendi parçalarınızın bir araya gelmiş halini gördüğünüz fotoğraflar. Ben kitabı bitirince fotoğraflara dönüp yeniden baktım, çocukluğumun eksik kalan parçalarının tamamlanmış halini izler gibi izledim. Böyle bir değeri çocuklarımızın bilmemesi, gelecek nesillerimizin varlığından haberdar olmaması bizim ayıbımız, değer bilmezliğimiz. Gayesi genç nesiller olmuş, genç nesillerin gayesi de onu anlamak olsun.

Yazacak çok şey var aslında ama ben okumanız taraftarıyım. Okumak isterseniz diye birkaç kitabının ismini bırakıyorum. Umarım vakit bulur ve okursunuz. Beyhude Ömrüm (2001), Menekşeli Mektup (2006), Mavi Kuş (2002), Rüzgârlı Pazar (2013), Huzursuz Bacak (2008), Tirende Bir Keman (2015)  

Selam olsun diyerek Mustafa Kutlu, kıymetli dostlarını bizlere anlattı, şimdi ben de selam olsun diyorum Mustafa Kutlu’ya, kıymetli dostlarına ve gönülden seven, değer veren tüm dostlara yeniden “Selâm Olsun”. Son olarak Mustafa Kutlu okumayı canı gönülden tavsiye ediyorum ve kitaptan birkaç alıntıya yer verip yazımı noktalıyorum.

*Giden gidiyor geride solgun fotoğraflar kalıyor. (syf. 11)

*Hayat bir serap. (syf. 17)

*Mahalleden arkadaş idik                                                                                                                                          

Biz, fakir aile çocukları.                                                                                                                                             

Aynı hissiyatı, aynı fikriyatı taşırdık                                                                                                                                  

Yani nedir?                                                                                                                                                                

Arkadaş, lakin kardaştan ileri. (syf. 32)

*Bir insanı kırk yıl tanımış olsan bile tam tanıyamazsın. (syf. 38)

*Sonunda hayat hepimizi bir yerlere savurdu. Bu romantik cümle yerine şu realist cümle daha iyi: Sonunda herkes seçimini yaptı. (syf. 39)

*Bir dostu kaybetmek bence bir insanın bir kolunu kaybetmesi gibidir. (syf. 43)

*İsmail Kara’yı düşününce aklıma şöyle bir görüntü geliyor. Bir adam koca bir ağaca sarılmış, kökünden sökmüş, omuzlamış gidiyor.  (syf. 52)