Yazıya konu olan her şeyin dile de etki ettiğini söylemeye bilmem gerek var mı? Sözlü kültür toplumların en yaygın ve doğal nitelikli kültürüdür. Yazılı kültürden önce o vardı, yazılı kültürle birlikte de ortadan kalkmamış ve kalkmayacaktır da.
Hüseyin AKIN
Eğitimci-Yazar

Kitap nedir? Bunu daha önce yapılmış bütün tanımlardan bağımsız olarak söylüyorum: “Okunabilir olan her şey.” O halde yazının da tanımını yapmamak olmaz. Bunu da hiçbir yerden kopya çekmeden ve de yardım almadan cevaplayalım: “Anlamı içinde, üzerinde veya çevresinde barındıran her şey.”
Tarihçiler yazının bulunuşunu M.Ö 3500 tarihine yani Sümerler’e dayandırır. Buna göre Sümerler ilk olarak çivilerle semboller çizerek yazınsal hayatı başlatmışlardır. Müteakiben (M.Ö 3200’lü yıllarda) Mısır’da büyük oranda çivi yazısına benzeyen hiyeroglif yazısı kullanılmaya başlandı. Bu dönemleri “alfabe” dönemi takip eder. Alfabe ile hem yeni yazı şekilleri ortaya çıkmış hem de yeni yeni harfler yazı dünyasındaki yerini almıştır. Yazıya konu olan her şeyin dile de etki ettiğini söylemeye bilmem gerek var mı? Sözlü kültür toplumların en yaygın ve doğal nitelikli kültürüdür. Yazılı kültürden önce o vardı, yazılı kültürle birlikte de ortadan kalkmamış ve kalkmayacaktır da. Zira düşünce önce doğal dil olan şifahi olana intikal eder, oradan yazılı kültürle korunaklı bir alana taşınır. Dün kültürün taşıyıcı unsuru söylemeye dayalı sözlü kültür iken bugün kültürün taşıyıcı unsuru kayıtlara geçen yazıdır. Bir şeyin sözlü kültürdeki kayda değerliği onun çokça tekrar edilmesi ve mütevatiren nesilden nesle taşınması iken yazılı kültürün süreği olarak bugün yazılı metin yani kitaptır. İlk ifade edilişi belki de yüzyıllara dayanan “Söz uçar yazı kalır” (Verba volant, scripta manent) sözünü bugüne taşıyan da yine işaret ettiği o gerçeklik olsa gerektir.
Bugünkü şekliyle yazı kağıtla anlam bulan bir söz iletim biçimi. Zira metnin somutlaşması kâğıt iledir. Dijital dönüşümle birlikte kâğıt da mahiyet değiştirip yerini önemli oranda kâğıt yerine geçen elektronik ortama devretti. Elektronik ortam acaba tam anlamıyla “kâğıt-kalem” ilişkisini karşılar mı? Sözün uçuculuğuna karşı kalıcılığı iddia edilen yazı monitördeki yazı mıdır? Bir kayda dayanıp dayanmaması (mukayyet) noktasından meseleye yaklaşacak olursak elektronik ortamda kaydedilen metinlerin kuma yazılan yazılardan pek farkının olamayacağını söyleyebiliriz. Gelen bir dalga ile yazı gider kum kalır. O halde latince “Verba volant scripta manent” ifadesine Türkçe bir cümle daha eklemek lazım gelir: “Söz uçar, yazı kalır, yazının da çok azı kalır!” Bugün kültürün taşıyıcısı olma misyonunu işte bu “yazının çok azı” yerine getirmektedir. Yazılı kültür kayda değer olanı kayıt altına alınıp çoğaltılmış olanıdır.
Matbuat âlemi dijital baskılara boyun eğecek mi? Şu zamana kadarki gelişmelere bakarsak böyle bir durumun olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki bu zamana dek olmayan bundan sonra da olmayacak olan mıdır? Bunun için bir kehanette bulunacak halimiz yok elbette. Fakat teknolojinin her zaman ilkelden gelişmişe, kompleksten basite doğru hareket edeceğini sanmak da yanıltıcı olabilir. Sağlamlık, güvenirlik ve kullanışlılık gibi özellikleri de hesaba katmak lazımdır. Matbu kitap ve derginin elektrik hızıyla okuyucusuna ulaşması ile kâğıt ve mürekkep kokusuyla ulaşması aynı şey değildir. İkisi birbirini desteklese de kulvarları farklıdır. Organikle yapay arasındaki fark gibi matbu kitapla dijital kitap arasında somut farklar vardır.
Gelecekte reel olanla bu alanın içine zorla sıkışıp dahil olmaya çalışan sanal yayın ve eğitim birbirlerinin sahasını işgal etmeden kendi yollarında ilerleyecektir. Her şeyden evvel bizim toplumumuzda kültürün ve bilgili olmanın dışa dönük göstergesi evlerin dört duvarını kaplayan kütüphanelerdir. Kitap aydınlatıcıdır, ama görüntü cazibesine sahip bir ışık saçandır aynı zamanda. Kitap elde ayrı evde ayrı durur. Cemal Süreya’ya “Küçük bir kitaptır yaşamak/Elinde tutmaya yarar” dizesini yazdıran sebep hayatı bir kitabı kavrar gibi kavrıyor olmasıyla yakından ilgilidir. Hayat da kitap da ömrümüz nispetince dokunup tutunduğumuz yazılı metinlerden. Tabiatı, insanı, papirüsü, parşömeni okuya okuya bugünlere gelmiş insanlık. Basılı, sesli, dijital, elektronik hiçbir kitabın kıyamete dek var olma garantisi yoktur. Sadece bu garanti dil için geçerli olabilir. Zira dil söze ve yazıya dönüştürülebilecek asli unsurdur. Kitap sesli hâle getirildiğinde ona artık başka bir isim vermek icap eder. Dijital ortama intikal etmiş bir kitap taşınabilirlik gibi bir avantaja sahip olabilir, ama kolay kaybolma, tahrif edilme ya da silinme gibi birtakım durumlarla da her zaman maluldür. Şayet dijital ortama PDF olarak aktarılmış bir dosya kitaptan sayılabiliyorsa yazarın entelektüel zihni de kitap kabul edilmelidir. Yazarla konuştuğunuzda zihinsel birikimini size aktarıyorsa sesli kitaptan bir farkı kalmayacaktır.
Dil, düşünce, fikir ve duyarlık ortadan kalkmadığı sürece mahiyet değiştirse de okuyanla okunan arasındaki ilişki yok olmayacaktır. Asıl insanlığı bekleyen tehlike kitabın değil fikir yürütmenin ve düşüncenin görüntü ve gürültü ortamına teslim olmasıdır. Cilalı İmaj Devri, Pahalı Kitap Devri’ne türlü gerekçelerle sataşıp egemen olmak isteyebilir. Bu hep olmuştur. En müessir kitapla mücadele edenler alternatif kitap okuma tasarımcıları değil cehaleti popülerleştirip bilginin önüne dikenlerdir. Cehalet bile kendi sistem ve müfredatını zamana uygun hale getirip dijitalleştirip e-cehalet biçiminde güncelleştirirken doğrunun ve hakikatin aynı kanal ve mecralara kendini kapatması düşünülemez.
Kitap insan ömrü içerisinde halden hale doğru bir macera yaşar. Bu serüvenin başında zihin önce kitaplara doğru var gücüyle hareket eder. Bu koşu sükûnet ve sekinet yaşına kadar sürer. Bu süreçten sonra öze iniş safhası başlar. Bir tür kesretten vahdete yükselmektir bu. Bütün kitaplar bir kitabın (Kur’an’ın) anlaşılması için okunur diyenlere katılasım gelmiyor. Şöyle söylemeyi daha uygun buluyorum. Bütün kitapların anlaşılması bir kitabın (Ana kitap Kur’an’ın) anlaşılmasına bağlıdır. Çok zengin bir kütüphanesi olmadığı söylenen üstat Necip Fazıl’ın bir beytinde itiraf ettiği gibi: “Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hâl oldu/ Sonunda bana kalan yalnız ilmihal oldu!” Galiba o Ana Kitap’a kayıtsız şartsız teslim olmak için okunmuş bütün kitapları zihinde yakmak gerekiyor. ‘Kâl’den hâle ve hâlden ilmihale (“Hâl’in İlmi’ne”) doğru bu ruhsal ve zihinsel akış insanın sahici mezuniyeti olsa gerektir.