İnci Mercan Gerdanlığı -6-

Zübeyir Bin Avvam (R.A)

Rasulullah (sav) efendimizden tekrarlarla 71 hadis rivayet etmiş; 2 hadiste Buhari ve Müslim ittifak etmiş, 4 hadisi Buhari, 1 hadisi de Müslim Sahihlerine almıştır.

Ahmet Poçanoğlu

Emekli Konya İl Müftüsü

Hat: Sedef Soylu

     6. HADİS

عن عروة عن عبد الله بن الزبير بن العوام ابن خويلد بن أسد بن عبد العزى بن قصي بن كلاب بن مرة بن كعب بن لؤي بن غالب حواري رسول الله ﷺ وابن عمته صفية بنت عد المطلب قال   

 أنَّ رجُلًا منَ الأنصارِ خاصمَ الزُّبَيْرَ إلى رسولِ اللَّهِ صلَّى اللَّهُ علَيهِ وسلَّمَ في شِراجِ الحرَّةِ الَّتي يَسقونَ بِها النَّخلَ فقالَ الأنصاريُّ : سرِّحِ الماءَ يمرُّ فأبى علَيهِ فاختصموا عندَ رسولِ اللَّهِ صلَّى اللَّهُ علَيهِ وسلَّمَ فقالَ رسولُ اللَّهِ صلَّى اللَّهُ علَيهِ وسلَّمَ : اسقِ يا زُبَيْرُ ثمَّ أرسلِ الماءَ إلى جارِكَ فغضِبَ الأنصاريُّ فقالَ : يا رسولَ اللَّهِ أَن كانَ ابنَ عمَّتِكَ فتلوَّنَ وجهُ رسولِ اللَّهِ ثمَّ قالَ : يا زُبَيْرُ اسقِ ثمَّ احبِسِ الماءَ حتَّى يرجعَ إلى الجَدرِ فقالَ الزُّبَيْرُ : إنِّي أحسَبُ أنَّ هذِهِ الآيةَ نزلَت في ذلِكَ :(فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ . . . . . )

Urve ve Abdullah b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed b. Abd’ül Uzza b. Kusay b. Kilab b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Galib – Rasulullah (sav)’ın havarisi ve halası Safiye bini Abdil Muutalib’in oğlu anlattılar:

     Zübeyir b. Avvâm, Ensar’dan biriyle Harre mevkiindeki hurmalıkları sulama konusunda anlaşmazlığa düştüler. Her ikisi de hurmalıkları o su ile suluyordu. Konuyu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattıktan sonra Hz. Peygamber, “Ey Zübeyir! Tarlanı sula. Sonra suyu komşuna doğru salıver” dedi. Bunun üzerine Ensari, “Zübeyir halanın oğlu olduğu için mi böyle söyledin” deyince Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzünün rengi değişti ve ”Ey Zübeyir! Hurmalığını sula, sonra suyu hapset, hurma ağaçlarının köklerine erişinceye kadar suyu bırakma” dedi.

     Zübeyir ibn-i Avvam şöyle dedi:

     Şu ayetin bu olay üzerine indiğini sanıyorum; “Hayır, Rabbine ant olsun ki, aralarında çıkan   anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (En-Nisâ 4/65)

                                                                                                                (Buhari: 2362, Müslim: 2357)

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Bu hadis-i şerif bize, Allah’ın Resulünü aramızda çıkan her türlü anlaşmazlıkta hakem tayin etmenin ve verdiği hüküm aleyhimize bile olsa, amasız, lakinsiz, mazeret beyan etmeden, hiçbir sıkıntı duymaksızın Peygamberin hükmüne itaat etmenin vazgeçilmezliğini; mümin olmanın, o yüce Resulün hakkı hak sahibine teslim eden, hakkı tutup kaldıran kararına teslim olmakla mümkün oluğunu öğretir.

     Bu öyle bir itaat ki güçlü İslam ümmetini var eden, itaat edenin dünya ve ahirette kendi faydasını temin etmiş olduğu teslimiyettir. Rasulullah efendimiz, ”Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara isyan ederse ancak kendisine zarar vermiş olur. Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.” buyurur.

     Kur’an’da ve hadislerde Allah ve Resulüne itaat konusu, ittibâ (tabi olma), imtisâl (örnek alma) ve iktidâ (rehber edinme) gibi kavramlar çerçevesinde işlenir. Bu kavramların ortak özelliği, bilinçli ve gönüllü bir itaati ifade etmeleridir; taklide dayalı, şuursuz değil, istekli, ihtiyarî ve şuurlu bir itaati.

     Allah (cc), Resulü Muhammed (sav)’i insanlığı aydınlatan bir nur, görevini adaletle, tam ve eksiksiz şekilde, hiçbir karşılık almadan yerine getiren bir rasul olarak göndermiştir. O’na itaat edenler Allah’a itaat etmiş olur ve onlara, gerçek müminler oldukları, rahmete kavuşturulacakları, doğru yolu bulmuş olacakları, mutluluğa erecekleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyulacakları, peygamberler, sıddıklar, şehitler, salihlerle beraber olacakları müjdelenir.

   Allah (cc), Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i davranışları ve sözleri örnek alınan kişi (Üsve-i Hasene) olarak göndermiştir. Rasulullah (sav) efendimiz nefsinden, hevasından konuşmaz, onun konuşması yalnızca vahiy iledir. Bu sebeple O’na itaat, muhabbet’ullah sebebidir. Peygamber Efendimize itaat etmek, onun yolundan gitmek, Kur’an’ın ifadesiyle, Allah’ı sevmenin göstergesi, Allah’ın sevgisine mazhar olmanın ve günahların bağışlanmasının olmazsa olmaz şartıdır. Bunun için Allah Resulüne itaat anlamına gelen Kur’an ve sünnete dayanaklı her türlü düşünce, inanç, söz ve davranış, Allah’ın sevgisine ulaşmanın vesilesi olacaktır. Bu bağlamda farz, vacip, nafile olan ibadetler ve Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılan her türlü salih ameller de itaatin tezahürüdür. Ayrıca Allah’ı sevmek, Allah için sevmek, Allah’ın sevdiklerini sevmek, Allah’tan gelene razı olmak, Peygamber’i kendi canından daha çok sevmek, yaptıklarını Allah için yapmak, terk ettiklerini Allah için terk etmek, Allah’tan korkmak, Allah’ın koyduğu sınırları aşmamak itaatin hayatımızdaki yansımalarıdır.

       Son peygamber Hz. Muhammed (sav), kıyamete kadar hükmü devam edecek olan İslam dininin aydınlık yolunu, Kur’an’ı her planda hayata uygulayarak çizdi. İşte Peygamberimizin sınırlarını çizdiği bu ferdi ve içtimai hayat tarzına, sözlerine, davranışlarına, başkalarının davranışlarını tasvibine ya da tasvip etmeyişine sünnet denir. O halde sünnete ve sünnetin yol gösteren kılavuzluğuna tabi olmak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat etmektir. Bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz ”… Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının. Bir şey emrettiğim zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin.” buyurmuştur.

      Rasulullah efendimizi örnek alan, onun işaret ettiği, uyguladığı, ifade ettiği, onayladığı prensipler ve ahkam ile hayatını tezyin eden müminler de elbette güzel ahlâkla donanmış, Allah Resulünün edep ve ahlâk elbisesini giymiş olacaklardır. O’nun ahlâk elbisesini giymek O’na itaat etmektir.

     Bu hadis-i şerif bize, sadece diliyle ”Allah’a ve Peygamber’e inandım” demenin yeterli olmadığını; mümin olabilmek için her şeyden önce kalbiyle iman etmek, ibadeti ve yaşayışıyla inandığını ispat etmek ve her meselede Allah’ın Resulünün hükmüne gönül hoşluğu ile razı olmak gerektiğini; ”Allah ve Resulü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek veya kadın için işlerinde tercih hakları yoktur. Allah’ın ve Resulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.”  (Ahzâb 33/36) ayetinin hayatımızın vazgeçilmezi olduğunu öğretir.

     ZÜBEYİR İBN-İ AVVAM (R.A)

     Zübeyir (r.a) Rasulullah (sav)’ın doğumundan yaklaşık 24 yıl sonra, miladi 595 yılında Mekke’de doğmuştur. Babası, Hz. Hatice’nin kardeşi, İslam öncesi yapılan Ficar savaşlarında öldürülen Avvâm b. Huveylid’dir. Annesi, Hz. Peygamber’in halası Safiye bint-i. Abdulmuttalib b. Haşim’dir.

     Zübeyir b. Avvam’a, Havariy’ün Nebi (Peygamber’in Havarisi) ve Umud’ul İslam (İslam’ın Direği) lakapları İslam’a hizmeti ve kahramanlıkları sebebiyle verilmiştir. Künyesi ise Ebu Abdullah’tır.

     Babası Avvâm b. Huveylid’in vefat etmesi sebebiyle Zübeyir ve kardeşlerini, annesi Safiyye bint. Abdulmuttalib, Esedoğulları’nın yanında değil de daha çok Haşimoğlularının içinde büyütmüştür. Eğitimi ile baba tarafından amcası Nevfel b. Huveylid ilgilenmiştir. Zübeyir, yüzücülük, savaş ve özellikle kılıç kullanma hususunda kendisini yetiştirmiştir. Okuma-yazma bilen, sınırlı sayıdaki Mekkelilerdendir.

     Hz. Ali gibi; çocukluğunun azımsanmayacak bir kısmını Hz. Peygamber’in evinde geçirmiş, çok genç bir yaşta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davetine muhatap olmuş, İslam’a ilk giren on kişiden bir tanesidir. İman ettiği zaman amcası çok kızmış, Zübeyir’e işkence etmiş, Zübeyir (r.a) ise yapılan bütün işkencelere büyük bir sabır ve metanetle tahammül ettirmiştir.

     Ok atmayı, kılıç kullanmayı ve ata binmeyi öğrenerek yetişen Zübeyir, Mekke döneminde İslam adına ilk kılıç çeken kişi oldu. Evinde istirahat ederken Hz. Peygamber’in müşrikler tarafından öldürüldüğüne dair dışarıdan gelen seslerle uyandığında hemen kılıcını kuşanıp dışarıya fırlamıştı. Yolda Resulü-i Ekrem ile karşılaşması üzerine, telaşının sebebini soran Resul-i Ekrem’e durumu anlatınca O’nun duasını almıştı. Müşriklerin Müslümanlara karşı baskısı artıp Habeşistan’a hicret izni verilince Zübeyir ilk kafileyle oraya gitti. Ardından müşriklerin iman ettiği yolunda bir haberin yayılması üzerine geri döndüyse de haberin asılsız olduğu anlaşıldı. Baskıların artarak devam etmesi üzerine ikinci defa Habeşistan’a hicret etmek zorunda kaldı. Bu sırada Habeşistan’da Necâşî Ashame’ye karşı bir ayaklanma meydana geldi. Ayaklanmayı bastırmak için yapılan savaşta Zübeyir (r.a), Ashame’nin yanında yer aldı. Galibiyetle sonuçlanan savaşın ardından, kendisine kıymetli bir mızrak hediye edildi ve o da bu mızrağı daha sonra Resulü-i Ekrem’e verdi. Hicretten kısa bir süre önce ise Mekke’ye döndü, hazreti Ebu Bekir’in kızı Esma ile evlendi.

     Zübeyr b. Avvâm Medine’ye Hz. Peygamber’den sonra hicret etmiştir. Hicretinden sonra Medine’de Baki çarşısında kasaplık yapmış ve hicret ettiği Medine’nin coğrafi şartlarına uygun olarak ziraatla meşgul olmuştur. Rasulullah, maddi açıdan durumu iyi olmayan Zübeyir b. Avvâm’a bir miktar hurmalık ve Medine’nin Naki mıntıkasında tarım yapılamayan ölü bir arazide at talimi yapması için bir parça arazi vermiştir.

     Zübeyir b. Avvâm, Hz. Peygamber’in katıldığı tüm savaşlarda önemli görevler yapmış bir kahramandır. Zekâsı ve gözünü budaktan sakınmayan cesareti dolayısıyla Peygamber efendimiz ona özel görevler verdi.  İri cüssesi ile ata bindiği zaman ayakları yere değerdi. Rasulullah’a verdiği sözde ve gösterdiği yolda dimdik durmuş, bütün savaşlara özel olarak beslediği atları ile katılmıştır. Bedir’de savaşa katılan üç süvariden biridir.  Bedir Savaş’ında sarı renkli çok güzel bir sarık giymiş ve bunun üzerine Rasulullah (sav) efendimiz, ”Melekler Zübeyir’in kılığında inmiştir.” buyurmuştur.

     Zübeyir (r.a), Rasulullah’ın savaşlarında; Bedir’de istihbarat ve düşman karşılama, Uhut’ta yakın korumalık ve komutanlık, Hendek’te düşman karşılama, istihbarat ve sınır güvenliği, Beni Kureyza’da infaz memurluğu, Hayber’de anlaşma şahitliği ve ganimet dağıtım memurluğu, Mekke’nin fethinde istihbarat, komutanlık ve sancaktarlık gibi görevler üstlenmiştir. Zübeyir (r.a) verilen görevleri başarı ile yerine getirerek Hz. Peygamber’in övgülerine nail olmuş, Hendek Savaşı’nda yerine getirdiği görevdeki başarısı, cesareti ve Allah’ın dinine daima yardımcı olması dolayı Hz. Peygamber ona ”Anam babam sana feda olsun. Her Peygamber’in bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyir’dir.” buyurmuştur. Mekke’yi fethetmek üzere yola çıkan İslam ordusunun komutanlarından biri de Zübeyir b. Avvâm’dır. O, Mekke’ye giren ordunun sol kanadını kumanda etmiştir. Ayrıca bu dönemde Hz. Peygamber’in idari işler kâtipliği ve vahiy kâtipliğini de yapmıştır.

      Hz. Ebu Bekir (r.a)’in hilafeti döneminde; Zübeyir b. Avvâm, Hz. Ali (r.a) ile bu dönemde Medine sınırlarına kadar dayanan mürtetlerin saldırılarını karşılayan grubun başında, bazı önemli noktalarda ve şehrin önemli dağ geçitlerinde gözcü olarak görev yapmış, seçkin Müslümanların başında mürtetlere karşı sefere gitmiştir. Bu seferde Hz. Ebu Bekir bizzat, Hz. Ali ve Zübeyir b. Avvâm’ı “Zül-Kassa” denilen mevkie kadar uğurlamıştır. Zübeyir bu dönemde Bizans’la yapılan Yermük Savaşı’na da katılmış ve bu savaşta kahramanlıklar göstererek iki derin yara almıştır.

    Hz. Ömer döneminde de cepheden cepheye koşmuş, Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in en seçkin sahabelerinden olması sebebiyle Zübeyir b. Avvâm’a değer vermiş ve önemli meselelerde ona danışmıştır. Zübeyr b. Avvâm’ın Mısır’ın fethi hususunda üstün gayretleri olmuş hem fetih esnasında hem de fetih sonrasında bu topraklarda yapılan imar ve iskân faaliyetlerinde etkin bir konumda görev yapmıştır. Hz. Ömer, Zübeyir’i şura üyeliğine seçmiş, halife adayı olarak teklif edilince de Zübeyir hakkında “Sükûnet halinde iyi bir mümin, kızdığında ise, çok şiddetlidir.” demiştir.

       Hz. Osman (r.a) döneminde, Müslümanların fethedilen bölgelere yerleşmelerine izin verilerek ölü arazilerin ihya edilmesi, devletin içine düştüğü maddi sıkıntıyı atlatabilmesi ve İslam’ın yayılması için daha etkili olabilecek kimselerin buralara yerleştirilmesi amaçlanmıştır. Hz. Osman’ın bu uygulamasından Zübeyir b. Avvâm da faydalanmış, az sayıda da olsa bazı seferlere iştirak etmiştir. Hz. Osman’ı şehit eden isyancılara karşı Hz. Ali, Talha ile Zübeyir b. Avvâm, oğullarını halifeyi korumaları için göndermiştir. Ancak Hz. Osman kendisi için kan dökülmesini istememiş, yardım için gelen bu gençlere isyancılarla dövüşmeyip evlerine gitmelerini emretmiştir. Hz. Osman’ın katledilmesinde Zübeyir b. Avvâm’ın da sorumlu olduğu söylense de Hz. Zübeyir halifenin öldürülmesini istememiş ve kesinlikle katillerle iş birliği yapmamıştır. Hz. Osman’ı şehit edenler çeşitli kabilelerden oluşmuş fitneci, serseri ve ayak takımından olan insanlardı. Ancak Zübeyir’i Kufelilerin halife adayı olarak benimsemiş olması töhmet altında kalmasına sebep olmuştur.

       Hz. Ali halife seçilip göreve başladıktan sonra, Zübeyir b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah onun yanına giderek Hz. Osman’ı katledenlerin bulunup cezasının verilmesini talep ettiler. Hz. Ali de onlarla aynı fikirde olduğunu, ancak şu anda ceza uygulayabilecek güçte bulunmadığını, insanlar sakinleşip kargaşa bitince suçluların cezalandırılacağını söyledi. Halife tarafından beklentileri karşılanmayan Zübeyir b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah, Hz. Ali’ye biatin dördüncü ayında umre yapmak istediklerini söyleyerek halifeden izin isteyip Mekke’ye gitmişlerdir. Mekke’de, Hz. Âişe, Zübeyir b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah’ın yer aldığı, Ümeyyeoğulları’nın da maddi destek verdiği bir topluluk, Hz. Osman’ın kanını talep konusunda fikir birliğine varmıştır. Yapılan görüşmeler sonucunda Basra’ya gitme fikri kabul edilmiş ve toplanan birlik Mekke’den Basra istikametine doğru hareket etmiştir. Mekke’den yaklaşık bin kişiyle harekete geçen topluluk, yol boyunca meydana gelen katılımlarla üç bin kişiye ulaşmıştır.

      Hz. Ali, Şam üzerine sefer yapmayı planladığı sırada Hz. Âişe, Zübeyir b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah’ın Basra’ya doğru hareket ettikleri haberini almış ve bunun üzerine Medine’den ayrılıp durumu takip etmek için Rebeze’ye varmıştır. Basra yakınlarında konaklayan ordu, Hz. Âişe’nin ordusuyla karşı karşıya gelmiştir. Sulh için ortaya konan iyi niyet girişimleri başarısız kalmış ve barış olmasını istemeyenlerden dolayı iki taraf arasında H. 36 yılında savaş başlamıştır. Savaşı Hz. Âişe devesinin üzerinde idare ettiği için savaşa “Cemel” ismi verilmiş ve savaş Hz. Ali’nin üstünlüğüyle sonuçlanmıştır. Savaşta birçok sahabi hayatını kaybetmiştir.

      Hz. Ali henüz savaşın başlarında Zübeyir b. Avvâm ile karşılaşmış ve ona Hz. Peygamber’in ”Ali ile ilerleyen yıllarda haksız yere savaşacağını ve ona zulmetmiş olacağını” bildiren sözünü hatırlatmış, bunun üzene Zübeyir (r.a) savaş meydanından ayrılmıştır. Amr b. Cürmûz onu takip etmeye başlamış, Zübeyir (r.a)’i Vâdissibâ denilen yerde namaz kılarken H. 36 yılı Cemâziyelâhir perşembe günü veya H. 36 yılı Recep ayında şehit etmiştir. Rasulullah efendimizin ”cennetteki komşusu” komşusuna kavuşmuştur

     Rasulullah (sav) efendimizden tekrarlarla 71 hadis rivayet etmiş; 2 hadiste Buhari ve Müslim ittifak etmiş, 4 hadisi Buhari, 1 hadisi de Müslim Sahihlerine almıştır.

     Allah O’ndan Razı Olsun.