İmam Gazâlî’de İlim ve Eğitim

Evladını münazara ilminden ve cedelden men ettiğinde, oğlu ona, neden kendisinin daha önce yaptığı bir şeyden men etmeye çalıştığını söyleyince büyük İmam şu cevabı verir: ‘’Evladım bizler hakkın ortaya çıkması için tartışırken, şimdi sizler kendi haklılığınızı ispat etme gayretindesiniz.’’ diyerek kendi haklılığını ispat etme çabasının hayır değil şer olduğuna dikkat çekiyordu.

Mülayim Sadık Kul

Gazâlî’nin eğitim konusunda ne söylediğine geçmeden önce ilim ve eğitim bağlamında gönlüme düşen bir kaç bilgiyi girizgâh mahiyetinde paylaşmak istiyorum. Haddi zatında bunlar da Gazâlî başta olmak üzere pek çok âlimin dikkat çektiği bilinen hususlardır.

Bunlardan bir tanesi Peygamber Efendimizden rivayet edilen ve ilmin, İslam ilim geleneğindeki yeri ve değerini en güzel anlatan nebevî ölçülerden birini içermektedir:

Rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz bir gün mescide girer ve ashabın iki gruba ayrılmış olarak bir grubun zikir ve ibadetle, diğer grubun ise ilim ve müzakere ile meşgul olduğunu görür. Her iki meclisin de hayır olduğunu ifade ettikten sonra kendisinin asıl misyonunun ilim ve eğitmek olduğunu “Ben muallim olarak gönderildim” sözleriyle ifade ederek ilimle meşgul olanların yanına oturur.

İbn Mâce’nin rivayet ettiği bu hadise konunun özünü anlatması açısından çok manidardır. Genellikle amelle ilim arasındaki fazileti izah sadedinde bu rivayet dile getirilir. Dolayısıyla ilim, sadaret sahibidir. “Rütbelerin en üstünü ilim rütbesidir” diye eskiler bunu levhalaştırmışlardır. İman ve amel, ancak ilimle değer kazanır. Bilgi temeli olmayan inancın da amelin de İslam ilim geleneği nokta-ı nazarından ciddi bir kıymeti harbiyesi yoktur. İmana da amele de kıymet katan, elbette önce bilgi sonra da gönlün en değerli ameli olan niyet ve samimiyettir. İhyâ’nında bu formüle uygun planlandığını, kısaca ilim+iman+amel+ihlas ve samimiyet olarak Cibril hadisindeki sistematiğe uygun olduğunu ifade edebiliriz.

Bu bağlamda en çok zikredilen hadislerden biri de Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce gibi hadisçilerin ortak rivayet ettikleri ve Gazâlî’nin de ilmin fazileti konusunda istişhad ettiği “Âlimler peygamberlerin varisleridir” hadisidir. Peygambere varislik soya, mal veya güce değil, sadece ilim şartına bağlanmıştır.

Gazâlî’nin ilim ve âlimin İslam düşünce geleneğindeki yerini anlatmak için aktardığı İmam Malik’le Harun Reşid arasında geçen hadise de bunun güzel bir örneğidir. Evlatlarını okutması için İmam Malik’e ricada bulunan Sultan’a büyük İmam, “İlim ayağa gitmez, ilmin ayağına gidilir.” cevabıyla İslam’ın ilme verdiği değeri en güzel şekilde ifade etmiştir. Bunun üzerine Sultan da çocuklarını ilim tahsili için İmam Malik’in meclisine göndermiştir.

Diğeri ise geçen sayıda ele almaya çalıştığımız Gazâlî ve Yunus Emre çizgisini/düşüncesini eğitim ve terbiye bağlamında ifade eden ve aslında bir önceki yazımızda da zikrettiğimiz dörtlüğün bir benzeridir:

İlim okumaktan gerek kendözünü bilmektir

Kendözünü bilmezsen bir hayvandan betersin

Bu dizeler aslında bildiğimiz meşhur “İlim ilim bilmektir” diye başlayan dörtlüğün bir başka versiyonu gibidir. Sanki Gazâlî’nin ciltler dolusu anlattıklarını Yunus, bu cümlelere sığdırmış gibidir. Hem ilmi ve okumayı hem de ilmin gayesini çok net ve özlü bir ifadeyle ortaya koyan bu dörtlüğün felsefi, ilmi ve ameli açılımını Gazâlî’nin “İhyâ”sında buluyoruz desek abartmış olmayız.

Bu makaleyi yazmaya çalışırken kendisinden ilmi ve âlimleri sevmeyi öğrendiğimiz Ahmet Akın Çığman Hocam telefon etti. Yaklaşık yarım saati aşkın enfes bir telefon sohbeti esnasında yazmaya çalıştığım makalemi haber verip dua istirham ettiğimde kendisinin 16 yaşında iken ezberlediği Said Nursi’ye ait çok güzel bir ifadeyi zikretti. İslam ilim ve ihya geleneğini Gazâlî anlayışıyla ifade eden Said Nursi’ye ait bu güzel söz meramımızı şöyle ifade etmekte: “Din hayatın hayatı, hem nûru hem esası. İhya-yı din ile olur bu milletin ihyası. “Kelâmu’l-kibâr kibâru’l-kelâmdır” dedikleri bu olsa gerek.

Gazâlî’nin ilim ve eğitim anlayışı hakkında gerek ülkemiz ve İslam coğrafyasında gerekse Batı ve tüm dünyada çokça çalışma yapıldığına şahit oluyoruz. Bu çalışmalara kaynaklık eden eserler ise özellikle “İhyâ” başta olmak üzere ‘’Eyyühe’l veled/Ey Oğul’’ adlı kitapları olduğunu biliyoruz. Genellikle bu tür çalışmaların merkezinde bu iki kitapta ele alınan fikirler yer alır. Aslında diğer birçok eserinde de hem ilim hem de ilmin öğrenilmesi ve öğretilmesi hakkında çok kıymetli bilgiler olmasına rağmen bu eserleri doğrudan ilim ve eğitim ağırlıklı oldukları için olsa gerek daha ön plana çıkarıldıklarını görüyoruz. ‘’Eyyühe’l veled’’ adlı eserin dünya klasikleri arasında sayılması da ona verilen değer ve şöhretin diğer bir göstergesidir.

Mesela “el-Munkız” ya da “Mîzânü’l-Amel” bu bağlamda çok önemli ve orijinal bilgi ve tespitleri havi eserlerdir. Özellikle el-Munkız’de diğer bilgi edinme yollarını değerlendirdikten sonra, tasavvuf ilminin vurguladığı kalbin rolüne dikkat çekerek ‘’zevk’’ olarak ifade ettiği yolu hakikate götüren en doğru/yakînî metod olarak benimser. Mîzânü’l-Amel adlı eserinde de bilgi felsefesinin Antik Yunan’dan beri tartışa geldiği ve Dekart’la özdeşleşen şüphe etmenin hakikate ulaşmadaki rolüne dikkat çeker. Şüpheyi, araştırma yapmanın ilk şartı olarak görerek şüphe etmeyenin merak etmeyeceğini ve dolayısıyla da yakînî bilgiye ulaşmak için herhangi bir çaba sarf etmediği için bundan mahrum kalacağının altını çizer.

Batı’da yapılan çalışmalarda modern eğitim metodlarıyla Gazâlî’nin fikirleri arasında benzerliklere dikkat çekilerek İslam Eğitim geleneğinin temel umdeleri ortaya koyulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Meşhur Eğitimci Pestalozzi veya Montessori gibi Batı’da ekolleşmiş eğitim metodlarıyla ya da Almanya’da büyük ölçüde eğitimde hâkim olan beceri ve kabiliyeti geliştirme anlamında tercüme edebileceğimiz ‘’Kompetenzorientierung’’ diye kavramlaştırılan, bilgi aktarımından daha çok kişisel melekeleri geliştirmeye yönelik metodla karşılaştırmalar yapılır. Bu çalışmalarla akademi dünyasında kendi kadim eğitim yöntemlerimizle alakalı bir bilgi ve bilinçlenmenin oluşmasına katkı sağlanmaya çalışıldığını biliyoruz. Bu bağlamda bazı çalışmaları bizatihi teşvik ederek yapılmasına destek verdiğimiz için bu alanda yapılan çalışmaları da yakından takip etmeye çalışıyoruz. Türkiye’de bu manada yapılan çalışmaların Mahmut Çamdibi Hoca’nın “Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali” adlı kitabının öncülük ettiği bir süreçte giderek arttığını görmek gelecek adına gerçekten ümit verici.

Bu manada işaret etmekte fayda mülahaza ettiğim diğer bir çalışma da “İbni Haldun’un İlim ve Eğitim Anlayışının Almanya’daki Müslümanlar İçin Önemi” adını taşımaktadır. Bu araştırmanın İbni Haldun’un eğitim anlayışı ve metodu hakkında tespit ettikleri Gazâlî’nin bu manada asırlar önce ifade ettiği fikirlerle birebir örtüşmesi gerçekten üzerinde durmaya değecek önemli bir bilgidir. Özellikle öğrenci merkezli, meleke kazandırmayı hedefleyen ve tedricililk esasına dayandırdıkları eğitim metodları bugün itibariyle de geçerliliğini hala korumaktadır. Bugün Batı’da da yüksek sesle ifade edilen ve eğitimde paradigma değişikliği anlamında yeni bir çığır olarak kabul edilen öğrenci ve meleke merkezli eğitim bundan yaklaşık dokuz yüzyıl önce Gazâlî ve daha sonra da aynı içerikle İbni Haldun tarafından formüle edilmiş olması şayanı dikkat değil midir?

Bu genel girişten sonra tekrar asıl konumuza avdet edebiliriz. Gerçekten tarihteki birçok İhya hareketinin en önemli, şümullü ve sistematik olanı belki de Huccetülislam’ın “İhyâ”  adlı eseridir. İslam’la ilgili hem akide ve amel yönünü hem de ahlak ve irfan yönünü birleştiren emsalsiz bir örnek. İhya hakkında daha önceki sayılarda yeterli bilgi verildiği için bu yazımızda onları tekrar etmeyi zait görüyoruz. Buna rağmen onun ilim ve eğitim anlayışını yansıtması bağlamında kısaca işaret etmekte fayda mülahaza etmekteyiz.

Dört ana başlıkla sistematize ettiği ana bölümlerin onun İslam dininden ve bu dinin evrensel mesajının muhatabı olan insan ve sorumluluğunun boyutlarını ifade etme noktasındaki başarısına dikkat çekmek istiyoruz. Tabiri caizse Kur’an ve sünnet’in temel davetinin öncelikli olarak bilmekten geçtiğini, ‘’ilim’’ konusunu kitabına sertac ederek belirlemiştir. Gazâlî “İhyâ Hareketi”nin başlangıç ve mihenk noktasının bilmekten geçtiğini böylece en belirgin şekilde vurgulamaktadır. Eşref-i mahlûkat, Kur’an’ın yegâne muhatabı olan insanı ihya/terbiye etmenin hangi eğitim aşamalarını gerektirdiğini ve bu eğitim ve terbiyenin hangi metodla gerçekleştirilebileceğini bu kitabında detaylı bir biçimde bulabiliyoruz. Dolayısıyla Gazali’nin “ihya projesi” vahyin ilk davet ve öğretisi olan “oku” emriyle uyumlu bir strateji takip etmektedir. 

Gazâlî’nin tespitine göre, bilginin yegâne mevzusu akidenin de asıl hedefi olan Allah’ı tanımak ve bu bilgi temelinde O’na iman etmektir. Dolayısıyla iman ancak bilgi temeli üzerine bina edilebilir. Kişi bilmediği bir şeye nasıl iman edecek? ‘’Oku!’ emriyle başlayan vahyin ilk haber verdiği bilgi de yine bu hakikati bilme ve bildirme esası üzerine kurulmuştur. Allah insan’a bilmediğini öğretmek için Peygamberini vazifelendirerek bu bilgiye aracılık etmesini murad etmiştir. Dolayısıyla Gazali’nin de vurguladığı gibi mutlak ve gerçek mana da âlim olan sonsuz ilim sahibi Allah’tır. İlim ve bilginin de asıl hedefi bu lâ mütenâhî ilim kaynağının sahibi olan zatı Zülcelal Hazretlerini tanımaktır.

Gazali’nin hem ‘“İhyâ” hem de ‘’Eyyühe’l-veled” adlı eserlerinde ilim’den anladığı faydalı olan ilim’dir. Yani insanın nefsini arıtabilmesi ve yaratıcısına daha çok yaklaşabilmesinin yollarını gösteren ‘’ilmü’l ahira’’ diye kavramlaştırdığı ebedi saadet yolunu gösteren bir ilimdir. Dolayısıyla Gazâlî insanı beden ve ruhuyla bir bütün olarak ele alır ve her ikisini birlikte eğitmek ve kemâle erdirmek ister. Bu sebeple de nefis terbiyesi hususunda söyledikleri genel olarak eğitimin mahiyeti açısından da önem arz etmektedir. Bu yazıda Gazâlî’nin yaklaşımına göre eğitimin belirli hususlarına temas etmeye çalışacağız. Bunu yaparken de İhyâ’nın ilk bölümünü oluşturan ilim kitabındaki sistematiğe bağlı kalacağız.

Şüphe yok ki Gazâlî’nin eğitim anlayışı kısa bir makale formatında özetlenebilmenin çok ötesindedir. Ancak biz yazımızda konu hakkında genel bir bilgi vererek Gazâlî’nin ilim ve eğitim anlayışının belli başlı noktalarına işaret etmekle yetineceğiz. Elbette asıl hedef Gazâlî’yi ve anlayışını kendi eserlerinden okumaya teşvik etmektir.

Osmanlı’da olduğu gibi İhya okumaları bu anlamda İslam ilim geleneğinin en önemli yapı taşlarından birini oluşturmaktadır. Bugün farklı formatlarla bu geleneğin yeniden canlandırılmaya çalışılması hem geçmişin birikimini anlamaya hem de yarınları inşa etmeye katkı sağlayacağı kesindir.

İhyâ’nın mukaddimesinde Gazâlî bu kitabı neden yazma ihtiyacı duyduğunun gerekçelerini bildirir. Bu aynı zamanda onun topyekûn varlığa ve dolayısıyla da ilmin ve eğitimin İslam düşünce geleneğinde yerine bakışını özetler.

Bunlar arasında özellikle kibrin tehlikesine, dünyanın fani ahiretin ise çok yakın olmasına rağmen bu konuda çok büyük bir cehalet ve gafletin hükümran olduğundan esefle bahseder. Bu zorlu yolun rehberliğini ise ancak ‘’Peygamber varisleri olan âlimlerin yapabileceğini ilan ederek ilim hakkında yanlış algıları düzeltmek ve saadet yolunun tehlikelerine karşı inananları uyarmak istediğini söyler. Özetle insanın ahiret yolculuğuna başarıyla hazırlanması için gerekli ilmî ve amelî donanımı kazandırmak derdinde olan Gazâlî aynı zamanda bu kitabı telif ederek din ilimlerini ihya etmek niyetinde olduğunu açıkça ifade eder. Şimdi ilim bahsinin temel başlıklarına biraz daha derinlemesine nüfuz etmeye çalışalım.

İlim, talîm ve teallum’un fazileti hakkında:

Gazâlî konuya İslam ilim geleneğine uygun olarak Kur’an ve sünnetten deliller getirerek başlar. Seçtiği ayet ve hadisler ilmin ve âlimin Allah katında yerine işaret eden örneklerdir. Kitabına ilim konusuyla başlamasının sebebini de Allah katında ilim ve âlime yapılan vurgu ve değere bağlar.

Hadislerden istişhada, Buhari ve Muslim’in ittifak ettikleri şu hadisle başlar: “Allah kendisi için hayır murat ettiği kimseyi/kulunu dinde fakih kılar.’” İmam Hatip yıllarında fıkıh kitabımızın ilk sayfalarında gördüğüm bu hadis benim hayatıma yön veren en önemli nebevi öğretilerden birini oluşturmaktadır. Bu sebeple gurbet yollarına, önce Doğu’ya Pakistan’a sonra da Batı’ya hicret ettik. Bu seferler de Mustafa hocam gibi nice dostlarla kadim dostluklar kurduk.

Gazâlî daha sonra aynı metodla hem ilim öğretme/ta’lîm ve hem de ilim öğrenme/te’allum hakında ayet ve hadislerden delil getirerek bunların diğer amellere göre neden daha faziletli olduklarını açıklar. Müslim ve Tirmizî’nin rivayet ettiği “Kim ilim yoluna çıkarsa Allah onun cennete gitmesini kolaylaştırır.” hadisine özel vurgu yaparak cennete gitmenin en sağlıklı ve kestirme yolunun ilim yolu olduğuna söyler.

Övülen ve zemmedilen ilim

Gazâlî bu başlık altında her müslümana ferdi olarak farz olan (farz-ı ayn) ilimle İslam topluluğuna kolektif olarak farz olan (farz-ı kifaye) ilmin ne olduğuna dikkat çekerek bu konuda âlimler arasındaki görüş farklılığına işaret eder.

Son olarak da ahiret yolu ilminden bahsederek bu ilminde mukâşefe ve muâmele olmak üzere ikiye ayrıldığının altını çizer. Ona göre ilimlerin en üstünü sıddık ve mukarrabinden olanların ilmi olan, ilm-i batında denilen bu mukaşefe ilmidir. Bu ilim ona göre, sufilerin arınma metoduyla tüm hastalıklardan ve kirlerden temizlenmiş olan selim bir kalpte Allah’ın inayetiyle oluşan bir nurdur.

Muâmele ilmi ise kalbe ait olan halleri bilmenin ilmidir. Bu hallerin bir kısmı övülmüş diğer bir kısmı da zemmedilmiştir. İyiliğe götüren haller hayırlı ve övülmüş, kötülüğe ve şerre götüren haller ise zemmedilmiştir. Dolayısıyla bu ilim kalbî hallerin hakikatini bilmeye yarayan bir ilimdir. Bu ilim vasıtasıyla bir kimse kalpteki hallerin ne olduğunu, sebeplerini, meyvelerini ve özelliklerini bilebilir. Muâmele ilmi aynı zamanda bu haller zayıfladığında tekrar nasıl kazanılacağının da yollarını bildiren bir ilimdir.

Avamın övülen zannettikleri halde öyle olmayan ilimler

Bu başlık altında Gazâlî aslında hiçbir bilginin bizatihi mezmum olmadığını, buna rağmen kullar hakkında üç farklı sebeple zemmedildiklerini ifade eder. Bu sebepler kısaca:

•         Bu ilmin sahibine ya da başkasına verdiği zarardan dolayı zemmedilir, mesela sihir gibi.

•         Yıldız ilimleri (İlm-i Nucûm) gibi genelde sahibine zarar veren ilimler.

•         Bir ilim kendisinde derinleşen kimseye fayda vermiyorsa bu ilimde mezmumdur.

Gazâlî’nin bu bağlamda ele aldığı çok önemli diğer bir konu da zaman içerisinde aslî anlamlarından çıkarılarak başka manalarda kullanılan kavramlardır. Bu tabirlerden birincisi fıkıh kavramıdır. Kur’an ve hadisten örnekler vererek ilk dönemde iman ve dinde hassasiyet anlamında ahiret ilmi manasında kullanılan bu kavramın daha sonra fetva manasına kullanılmasını bu anlam kaymasına örnek olarak gösterir.

Bu tür bir anlam değişikliğine, daha doğrusu Gazâlî’ye göre anlam bozulmasına maruz kalan diğer kavramlar ise sırasıyla ilim, tevhit, zikir-tezkîr ve hikmet gibi ıstılahlardır. Gazâlî bu ibarelerin zaman içerisinde aslî mahiyetlerini kaybedecek derecede değişikliğe uğratılarak dinin özüyle alakalı ciddi yanlış anlamalara sebebiyet verildiği kanaatindedir. Hilaf/Munâzara ilmine olan ilginin sebepleri:

Gazâlî asr-ı saadetten sonra insanların fıkıh ve kelam ilmine duydukları ilginin sebeplerinden kısaca bahsederek bu ilginin daha çok dünyalık elde etme ve ikbal arzusuyla ortaya çıktığına işaret eder. Gazâlî’nin bu uyarısı bana Ebu Hanife Hazretlerinin oğluna nasihatini hatırlatmaktadır. Evladını münazara ilminden ve cedelden men ettiğinde, oğlu ona, neden kendisinin daha önce yaptığı bir şeyden men etmeye çalıştığını söyleyince büyük İmam şu cevabı verir: ‘’Evladım bizler hakkın ortaya çıkması için tartışırken, şimdi sizler kendi haklılığınızı ispat etme gayretindesiniz.’’ diyerek kendi haklılığını ispat etme çabasının hayır değil şer olduğuna dikkat çekiyordu.

Talebe ve muallim ile ilgili âdâb:

Aslında bu başlığı modern bir ifadeyle eğitim ve öğretimin ilkeleri diye de tercüme edebiliriz. Gazâlî konuya öğrencinin vazifelerinin çokluğundan bahsederek giriş yapar ve bunlardan dokuz tanesini misallerle açıklar

1.       Tezkiye: İlk vazifesinin nefsini tüm kötü huylardan ve utanılacak rezilliklerden korumak olduğunu söyler. Çok çarpıcı bir benzetmeyle nasıl ki pisliklerden temizlenerek abdest almadan namaz ibadeti mümkün değilse ilim de kalbin ibadeti olduğu için kalpteki tüm pislikler temizlenmediği takdirde bu ilim ibadetinin gerçekleşemeyeceğini tespit eder.

2.       Zühd: Dünya ile meşguliyetini asgariye indirmek zorundadır. Zihin ve kalp dünyayla meşgul olduğu sürece gerçek ilim sahibi olmak hayal olur.

3.       Tevazu ve hizmet: İlim konusunda kibirden ve hocasına karşı saygısızlıktan kendini korumalıdır. Maharetli bir doktorun ellerine teslim olmuş hasta gibi işlerini hocasının iradesine bırakmalıdır. Hocasına karşı saygılı ve mütevazı olmalı, ona hizmet etmekten şeref duymalıdır.

4.       Tedricilik: İlme yeni başlayan talebe öncelikli olarak meselelerin özüne ait asılları öğrenmeye çalışmalı, bu konulardaki âlimler arasındaki ihtilaflı meselelere dalmaktan kesinlikle imtina etmelidir. Mübtedi için ihtilaflı meselelere dalmak aklının karışmasına ve ilimle alakalı temel bilgileri öğrenmesine engel teşkil edebilir.

5.       Seçicilik: Bir ilmin hemen derinliklerine nüfuz etmeye çalışmak yerine belli bir tertibe uygun olarak en önemli olanlardan başlamalıdır. Ömür kısa olduğu için tüm ilimlerin inceliklerini öğrenmeye hiç kimse güç yetiremez. Öyleyse doğru olan her ilimden en gerekli ve faydalı olanı öğrenmeye çalışarak asıl kendisine ahirette faydalı olacak olana zamana ayırmak esas olmalıdır.

6.       Sıralama: Bir ilmin istinat ettiği önceki ilmi öğrenmeden diğerine başlamamalıdır. Zira ilimler birbiriyle bağlantılı ve bazıları diğerlerine önceliklidir. Bu tedricilik göz ardı edilirse asıl hedefe ulaşmak mümkün olmaz.

7.       Bilinçlilik: İlimlerin en şereflisinin nedenini bilmelidir. Bu da iki şeyle bilinir. Birincisi elde edilen meyvenin/neticenin yüceliği, diğeri ise bu ilmin dayandığı delil ve vesikaların sağlamlığıdır. Mesela tıp ilmi dünya hayatını korur din ilmi ise ebedi hayatı kazanmaya matuftur. Hangisinin daha şerefli olduğu bu neticeden hareket edilerek bilinebilir.

8.       Niyet: İlim talebesinin niyeti kısa vadede bu dünya da nefsini kötülüklerden temizleyerek hastalık ve kirlerden arınmış bir kalbe sahip olmak olmalıdır. Uzun vadede ise yani ahirette ise Rabbine yakın olabilmek asıl hedefi olmalıdır. Asla mal ve makam hırsıyla ilim talep etmemelidir.

9.       Gaye: İlimlerin maksatlarına nispetlerinin yani bu ilimlerle ulaşılabilecek hedefin farkında olmalıdır. Ne için hangi maksatla öğrendiğini bilmemek sonuçta ilimden elde edilecek neticeden mahrumiyeti beraberinde getirebilir. İlmin asıl maksadı ebedi saadete ve Allah’a ulaşmak olmalıdır ve ilimde buna vesile kılınmalıdır.

Gazâlî’nin eğitim metoduyla alakalı genellikle üç farklı öğrenme yönteminden bahsedilmektedir. Bunlar kısaca:

•         Anlatma ve gösterme ile öğrenme

•         Yaparak tecrübe ederek öğrenme

•         Problem çözerek öğrenme

Gazâlî ilim öğrenmek isteyen bir talebin vazife ve sorumluluklarını anlattıktan sonra muallimde olması gereken özelliklere de değinerek eğitimcinin sorumluluk ve vazifelerini yedi madde altında toplar.

•         Öğrencilerine karşı evlatları gibi müşfik olmalıdır. Gayesi onları cehennem azabından korumaktır. Nasıl ki babalar evlatlarını dünya ateşinden (tehlikelerinden) korumaya çalışırlarsa muallimler de onları ebedi ateşten (bedbahtlıktan) korumaya çalışırlar. Bu sebeple öğretmenlerin öğrencileri üzerindeki hakkı, bu yönüyle öz babalarından daha büyüktür.

•         Eğitimciler şeriat sahibi Peygamberi kendilerine örnek almalıdırlar. Onlar nasıl ki bu yaptıklarına karşı hiç bir dünyalık ücret talep etmediler ve insanları sadece Allah rızası için eğittiler, öğretmenlerde aynı ruhla karşılık gözetmeden, hatta saygı ve teşekkür bile beklemeden ve özellikle de talebelerini minnet duygusu altına sokmaksızın onları yetiştirmelidirler. Hatta öğrencilerine bu yolu seçtikleri için iltifat ederek bu tercihlerinden değer verdiklerini onlara hissettirmeleri gerekir.

•         Mualllim her daim talebesine hayır nasihatte bulunmaktan imtina etmemelidir. Hak etmediği bir makama gelmekten ya da henüz hazır olmadığı bir ilmi talep etmekten öğrencisini menetmelidir. Bu yolun mal ve makam için değil sadece Allah rızası için çıkılacak bir yol olduğunu daima hatırlatmalıdır.

•         Öğrencisini güzel ahlak sahibi kılmak için çok titiz bir yol takip etmelidir. Azarlayarak ya da hatasını yüzüne vurup onu utandırarak değil, kırmadan ve mümkünse öğrencinin şahsiyetini rencide etmeyecek müşfik ve hakîmâne bir üslupla bunu gerçekleştirmeye çalışmalıdır.

•         Herhangi bir ilimde mütebahhir ve uzman olan bir âlim kendi alanı dışındaki ilimleri yermemelidir. Kendi sahasının en önemli diğerlerinin ise kıymetsiz olduğu imasında bulunmamalıdır. Gazâlî bu uyarıyı yaparken kendi zamanında âlimler arasında böyle bir hastalığın olduğundan bahsederek birbirlerini hakir görmelerini eleştirir. Misal olarak dil hocalarının fıkıh ilmini, fakihlerin ise hadis ilmini kötülemeyi adet edindiklerini bunun ise öğrenci açısından çok zararlı neticelere müncer olabileceği tehlikesine işaret ederek eğitimcilerin bu konuda çok hassas davranmaları gerektiğini söyler.

•         Öğrencinin kabiliyet ve kapasitesine uygun bir metodla öğretmek şarttır. Yani eğitim öğrenci merkezli, öğrencinin akli kabiliyetine uygun bir tarzda gerçekleşmelidir. Aksi takdirde öğrenci bu işi yapamayacağını düşünerek ilimden soğuyabilir. Batı’da bu manada daha anaokulundan başlayarak çocukların şahsi kabiliyet ve kapasiteleri göz önünde bulundurularak kişiye/çocuğa özel bir eğitim programı uygulanmaya çalışılmaktadır.

Bunun kuralı İslam ilim geleneği mirasında neredeyse bin yıl önce net bir şekilde Gazâlî tarafından ifade edilmişken İslam coğrafyalarında bu öğrenci odaklı/merkezli eğitim tarzının nerdeyse yok denecek kadar büyük ölçüde ihmal edilmesi anlaşılır gibi değildir. Buna karşılık Almanya gibi pek çok Batı ülkesinde bu metodun titizlikle uygulandığını bizatihi müşahede etmiş olmak kendi neslimiz ve çocuklarımızın geleceği açısından gerçekten esef verici bir durumdur.

•         Muallim ilmiyle amil olmalıdır. Ameli, sözünü yalanlamamalıdır. İlim basiretle, amel ise gözle (basar) idrak edilir. İnsanların ekserisi daha çok görerek öğrenirler. Eğer eğitimcinin sözü ve işi birbiriyle uyumlu değilse bu hem muallimin hem de sözünün kıymetini yere düşürür. İnsanlar sözü ameline uymayan bir kimsenin sözüne itibar etmedikleri gibi o kimseyi de küçümserler. Dolayısıyla talebenin saygınlığı olmayan böyle bir eğitimciden istifade etmesi çok zordur.

Ne mutlu ‘’Oku!’’ emrinin gereğini kendilerine hayat tarzı olarak benimseyenlere. Allah’ın rahmeti ve bereketi okuyan, okutan, dinleyen ve bunları sevenlerin üzerine olsun!