LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ÜZERİNE

Lisansüstü eğitim-öğretimin iyileşmesini, niteliğinin artmasını sağlamak için belirli bir program dâhilinde üniversitelerin ve onlara bağlı olarak enstitülerin belirli alanlara yönelmesi, buralarda yoğunlaşması, uzmanlaşması gerekir.

Mustafa ÖZEL

Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fakültesi

Üniversitelerde eğitim üç şekilde gerçekleşir: Ön lisans, lisans ve lisansüstü. Ön lisans programları iki yıl gibi kısa sürelidir, lisans dört ila altı yıl arasında değişken bir yapıya sahiptir. Lisansüstü eğitimin süresi yüksek lisansta iki-üç yıl, doktoradaysa dört-yedi yıl arasındadır. Ön lisans programlarında gaye, ara insan gücü yetiştirmektir. Buralarda eğitim-öğretim, Meslek Yüksekokulları’nda verilir. Lisans eğitimi ise Fakültelerde gerçekleştirilir. Lisansüstü eğitim-öğretim, üniversitelere bağlı olan enstitüler tarafından yapılır. Enstitüler, araştırmacı, bilim adamı, uzman yetiştiren kurumlardır. Lisansta, kimi üniversitelerde öğrencilerden bitirme tezi, proje gibi akademik boyutu, niteliği ve içeriği olan çalışmalar istenir. Bunların kredi karşılığı bulunur. Lisansüstünde ise tezsiz yüksek lisansı (bu, akademik olmaktan ziyade iş hayatında ağırlığı olan bir program türüdür) bir kenara koyarsak, tez hazırlamak ve bunu bir jüri önünde savunmak, bu eğitim ve öğretimin olmazsa olmaz bir parçasıdır.

Her üç düzeyde yapılan eğitim-öğretim faaliyetinin özellikleri, dersleri, sorunları bazen benzerlik bazen de farklılık gösterir. Bu yazıda lisansüstünde yaşanan, karşılaşılan problemlere değinmeye çalışacağız.

Her alandaki eğitim-öğretimin üç unsuru vardır: Kurum/sistem/mevzuat, hoca/akademisyen ve öğrenci. Sözünü edeceğimiz problemler de, buna bağlı olarak üç şekilde ortaya çıkmaktadır. Çünkü hiçbir sorun, sadece bir taraftan kaynaklanmaz. Sorunun ortaya çıkmasında diğer tarafların da şöyle veya böyle bir dahli bulunur.

Kurumsal açıdan bakıldığında temel problemin, her üniversitenin her alanda yüksek lisans ve doktora programı açması olduğu söylenebilir. YÖK, yeter şartları sağlayan üniversitelere, başvurusu yapılan programın açılması iznini vermektedir. Özellikle yeni üniversitelerde öğretim üyelerinin üniversite ve şehir değiştirmesi, açılan programın yürütülmesinde aksaklıklara, tıkanıklıklara yol açmaktadır. Lisansüstü eğitim-öğretimin iyileşmesini, niteliğinin artmasını sağlamak için belirli bir program dâhilinde üniversitelerin ve onlara bağlı olarak enstitülerin belirli alanlara yönelmesi, buralarda yoğunlaşması, uzmanlaşması gerekir. Bir üniversite hem sağlık bilimlerinde hem mühendisliklerde hem de sosyal bilimlerde lisansüstü program açmamalıdır.  Üniversitelerimiz belirli alanlara ağırlık vermelidir. Maalesef ülkemizde her üniversitede, tıptan ilahiyata, ziraattan iktisada kadar her fakülte bulunmaktadır. Adı teknik olan üniversiteler bazen sosyal bilimlerde öne çıkabilmektedirler. Teknik adı taşıyan bir üniversite bünyesinde tıp fakültesi bile vardır. Bugüne kadar böyle bir yöntem izlenmiştir. Uzun vadeli bir planlama ile bundan vazgeçilmelidir. Bu vazgeçişin, beraberinde lisansüstünü de olumlu yönde etkileyeceği kanaatini taşımaktayız. Eğitim üniversiteleriyle araştırma üniversitelerini kesin ve net bir şekilde birbirinden ayırmalıdır.

Son yıllarda üniversiteler hakkında en çok konuşulan konulardan biri, alınan öğrenci sayısının çokluğudur. Bu, yukarıda bahsettiğimiz her üç kademe için de söz konusudur. Üniversite öğrencilerinin çoğunluğunu, önlisans ve lisans öğrencileri oluşturduğu için en çok buradaki fazlalık göze batmaktadır. Lisansüstü programlarda öğrenci yoğunluğu, diğerlerinden daha az değildir. Bu düzeyde eğitim alan öğrenciler, uzmanlık yolunda oldukları için hocaların bunlara daha fazla zaman ayırmaları gerekmektedir. Oysa bu kadar çok öğrenciyle bihakkın ilgilenebilmesi için hocaların ne imkânı ne de zamanı vardır. Bu durum da verimi düşürmektedir. Nitelik, niceliğin gölgesinde kalmaktadır. Niteliği olmayan nicelik işlevsizdir, anlamsızdır. Sistem hocaya öğrenci seçme imkânı tanımamaktadır. Öğretim üyelerinin ve öğrencilerin sayıca fazla olduğu üniversitelerde, kimi zaman hoca kendinden hiç ders almayan öğrenciye danışman atanabilmektedir. Bu durum hem hoca hem de öğrenci için muhtelif problemlere sebebiyet vermektedir. Her iki taraf da tanımadığı biriyle çalışmak mecburiyetinde kalmaktadır.

Hocalara bakıldığında en büyük mesele, aşırı danışmanlık yüküdür. Öyle durumlarla karşılaşılmaktadır ki, hocanın fiilen o sayıdaki öğrenciye danışmanlık yapması imkân dışıdır. Danışmanlık ciddiyet, takip ve kontrol isteyen bir iştir. Tabii işin hakkının verilmesi isteniyorsa. Haftada 20-30 saat derse giren bir hocanın kendisine bağlı 10 öğrenciye danışmanlık yapması oldukça zordur. Yüksek lisans tezinin hazırlanma süresi, 1-2 yıldır. Bu sürede tezin hazırlanması, danışman tarafından okunması, düzeltilmesi için öğrenciye geri verilmesi, tezin son halinin görülmesi için yeniden hocaya gelmesi vs. uzun bir süreçtir. Dolayısıyla hakkını vererek tez yönetmek çok kolay değildir. Danışmanın yükü, doktorada daha da ağırdır. Bir insanın akademik hayatta yaptığı en önemli çalışma, doktora tezidir. Öğrencinin bilimsel anlayışı, insana, hayata, bilime bakışı, insan, hayat, bilim anlayışı bu evrede şekillenir. Daha sonraki dönemlerde yapacağı çalışmalar, doktoradan edindikleri üzerine bina edilir. O bakımdan danışman hocanın öğrencisine çokça zaman ayırması gerekir. Bir de öğrenci uzak bir şehre, uzak bir üniversiteye gidecekse, bu durum daha fazla ehemmiyet kesbeder. Bu süreçte danışman mümkün olduğunca öğrencisini ilmen, zihnen, fikren beslemelidir. Danışmanın öğrencisine vakit ayırabilmesi için ders yükünün azaltılması lazımdır. Yoksa bu ders yüküyle danışmanlık, bu kadar olur.

Bir de şöyle bir şey vardır bizde: Bir hoca her konuyu, her kişiyi, her dönemi, her alanı çalıştırabilir. Bu, Türkiye akademyasının en temel sorunlarından biridir. Hoca, bu benim uzmanlık alanım değil, diyememektedir. Böyle bir gelenek oluşmamıştır bizde. Bu durumun çözümü bir ölçüde, yukarıda bahsettiğimiz üniversitelerin ihtisaslaşmasına bağlıdır.

Gelelim sistemin en önemli unsuru olan öğrenciye. En son söyleyeceğimi, en başta söyleyeyim: Çalışkan, azimkâr, sonuca odaklanmış bir öğrenciyi hiçbir şey durduramaz, engelleyemez. Bana göre öğrencinin başarısı, en azından yüzde elli biri kendi elindedir. Sistemin kötülüğü, hantallığı, işlevsizliği; danışmanın ilgisizliği, ekonomik, sosyal şartların zorluğu ve benzeri bir yığın olumsuzluğa rağmen istekli öğrenci sonuca, başarıya ulaşır. Buna geçmişten ve günümüzden birçok örnek zikredebiliriz. Zorluklar, başarıya götüren birer vasıtadır. Zorlukları birer imkân olarak da görmek mümkündür.

Lisans eğitimini tamamlayan bir öğrenci, mezuniyet sonrası sendromu yaşar. Gelecek belirsizliği kendisini tedirgin eder. 4-5 yıldır öğrenci olarak yaşadığı hayattan kopmak onu korkutur. İş bulamama endişesi baskındır. Burada saydığımız ve sayamadığımız nedenlerden dolayı hatırı sayılır derecede öğrenci yüksek lisansa yönelir. Sözü kararsızlığa, belirsizliğe getirmek istiyorum. Lisansüstü eğitime başlayan öğrencilerin önemli bir kısmı, bir kararsızlık içinde bu sürece dâhil olmaktadır. Başvuru esnasında bile hangi alana müracaat edeceğine doğru düzgün karar veremeyen birçok aday bulunmaktadır. Lisansüstü eğitimde kararlılık, plan, seçilen alana yönelme, ona yoğunlaşma çok mühimdir.

Lisansüstü eğitime yönelen aday, öncelikle ailesini ikna etme durumuyla karşı karşıdır. Maalesef böyle yaygın bir sıkıntı vardır. Toplumumuzda çocuğumuz lisans eğitimini tamamladığında üniversite hayatı bitmiş kabul edilir. Daha üstünü okumayı birçok aile anlayamaz. Okul bittiğine göre önce iş, sonra da eş sahibi olunmalıdır. Burada ailenin ekonomik gerekçelerini de zikretmemiz gerekmektedir. Evladını 4-5 yıl zar zor okutan ebeveynler, bir 2-3 yıl daha okutmaya imkân bulmakta zorlanmaktadır. Burada çeşitli kurum ve kuruluşların bursu destekleri devreye girmektedir. Daha doğrusu girmelidir. Burs veren her kurum ve kuruluş, mutlaka lisansüstü eğitim alan öğrencilere kontenjan ayırmalıdır. Çünkü bu lisansüstü kurumlarda öğrenim gören gençler, daha nitelikli, daha donanımlı olarak hayata atılacaklardır. Binaenaleyh topluma katma değerleri daha fazla olacaktır. Son yıllarda gelişen sevindirici bir gelişmeye değinmek lazım. Son birkaç yılda eskiye nazaran ailelerde lisansüstü eğitime bakış konusunda olumlu gelişmeler meydana gelmiştir. Aileler bütçelerini, imkânlarını zorlayarak çocuklarına destek çıkmaktadır.

Lisansüstü eğitimi düşünen arkadaşlara bazı tavsiyelerde bulunmak isterim. Bunu yüksek lisanstakileri muhatap alarak yapmak istiyorum. Çünkü doktora düzeyinde olanlar, büyük ölçüde yüksek lisansta tecrübe sahibi oldukları için bu söyleyeceklerim onları ilgilendirmeyebilir.

– Yüksek lisansa erken, mümkünse 2. sınıfta karar verilmelidir. Alan seçimi yapılmalı, üst sınıflarda seçimlik dersler buna göre tercih edilmelidir. Ders dışı kitaplar alınırken seçilen alanı besleyecek kitaplara yer verilmeli, lisans döneminde küçük de olsa bir kütüphane oluşturulmalıdır.

– Yine lisans eğitimi alırken seçtiği, ilgi duyduğu alanla ilgili okul dışında verilen seminer, düzenlenen konferans, panel, sempozyum gibi bilimsel etkinlikleri takip etmeli, mümkün olduğunca bunlara katılmalıdır. Lisans öğrencisi, hangi fakülte veya bölümü okuyor olursa olsun asla dersleriyle yetinmemeli, kendisini kültürel, zihinsel, bilimsel olarak geliştirecek faaliyetlere katılmaya gayret etmelidir.

– Yüksek lisansa kabul edilen arkadaş, daha o gün tezini ne zaman teslim edeceğinin hesabını, planını yapmalıdır. Bu eğitim düzeyinde zamanın nasıl geçtiği kolay anlaşılmaz. Yapılan plana uyulduğu takdirde nitelikli ve dolgun bir tez hazırlanır, üniversitenin belirlediği tarihten önce savunulabilir.

– Yüksek lisansta da doktorada da en önemli mesele, tez konusunun seçimidir. Bugün birçok alanda konu seçiminde büyük zorluklar yaşanmaktadır. Lisansüstünde birçok öğrencinin bulunması, her geçen gün konu seçimini zorlaştırmaktadır. Tez konusu mutlaka ders döneminde seçilmelidir. Çünkü şunu konuyu çalışacağım, demekle iş olmuyor. Düşündüğünüz konunun akademik bir yöntemle çalışılıp çalışılmadığını araştırmalısınız. Tez seçimini yaparken hocalardan ziyade tez yapmış olan, yapmakta olan arkadaşlarınızla istişare etmenizde fayda vardır.

– Liseden üniversiteye geçişte nasıl uyum sorunu yaşanıyorsa, lisanstan yüksek lisansa geçişte de benzer sorun yaşanmaktadır. Lisans liseye benzemediği gibi yüksek lisans da lisansa benzemez. Bu seviyedeki eğitim-öğretim, günlük çalışmayı gerektirir. Dersler büyük ölçüde öğrencilerin konu hazırlamaları ve bunları sunmaları, bu sunumların birlikte değerlendirilmesi şeklinde işlenir. O bakımdan sürekli okumak, araştırmak, yazmak, değerlendirme yapmak, yorum yapmak gerekir.

– Ders dönemini bitiren, konusunu alan öğrenci alan araştırmasına yönelir. Ana kaynakları toplar, belirli bir plan dâhilinde bunları okur, notlar alır. Ardından elindeki malzemeyi tasnif eder, bilahare yazmaya geçer. Yazmaya başladığında yazmanın zorluklarıyla karşılaşır. İlk günler yıpratıcı, bunaltıcı, can sıkıcıdır. Eldeki malzeme bir türlü mütenasip bir şekilde yazıya dökülemez. Bu esnada bir de bakar ki, tezin süresi bitmiş. Onun için bendenizin arkadaşlara önerisi, tez yazma süresinin üçte birini okumaya üçte ikisini ise yazmaya ayırmalarıdır. Yazarken okumanız gereken yeni konular, başlıklar çıkacaktır karşınıza.

– Şimdiye birçok arkadaşın danışmanından şikâyetçi olduğunu gördüm, dinledim. Bunların başında danışmanına ulaşamadığı, odasına/ofisine gittiğinde kapısının kapalı olduğu, danışmanın ilgisizliği gelmektedir. Bu bağlamda yapılacak ilk şey, hocanızın yanına randevu alıp gitmektir. Telefonu sizde olmayabilir. Bütün hocaların mail adresleri, çalıştıkları fakültelerin web sayfasında bulunmaktadır. Bazı hocalar, randevusuz görüşme kabul etmemektedirler. Bunda haklılık payları da vardır. Aldığınız randevuya da mutlaka gidin, yola zamanında çıkın, hocayı bekletmeyin. Tezinizi yazmaya başladığınızda mutlaka danışmanınıza gösterin, doğru yazıp yazmadığınıza emin olun, onun onayını alın. Tezi tamamen bitirdikten sonra okuması için hocanıza verdiğinizde büyük bir hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Şu cümleyi duymak, bütün dünyanız alt üst edebilir: “Olmamış, tez böyle yazılmaz.” Onun için yazdığınız ilk bölümü gösterip yanlış yapmadığınızdan emin olun. Tezinizi yazıp bitirdikten sonra danışmanınıza teslim etmeden önce, tezi kabul edilmiş bir arkadaşınıza okutun ki, tez hocanın önüne daha düzgün çıksın. Şunu da unutmayın: “Hocanızın danışmanı olduğu tek öğrenci, siz değilsiniz.” Hoca öğrencisine ilgisiz olur mu? Olabilir. Bunu abartmamak lazım. Hocanın kastı yoktur büyük bir ihtimalle. Belki bir yanılsama içindesinizdir. Şunu daima aklınızda bulundurun: Danışmanınız (az veya çok) ilgilense de ilgilenmese de siz bu tezi yapacaksınız. Bu tezi, siz yapacaksınız. Gerekirse ders döneminde kendisinden ders aldığınız hocalara da giderek bu süreci tamamlamanın bir yolunu bulacaksınız. Malum başarısızlığın mazereti olmaz.

– Son olarak şiir, hikâye, öykü, roman, deneme gibi kitaplar mutlaka okunmalıdır. Edebiyatın mühendislikten sanat tarihine, tıptan ilahiyata, işletmeden eğitime kadar bütün bilimlerin öğrenilmesinde, anlaşılmasında, yorumlanmasında ve uygulanmasında büyük etkisi vardır. Edebiyat, bize olaya, insana, eşyaya, tabiata bakmayı öğretir. Bakmasını bilmeyenden bilim adamı olmaz.