Sinema ve eğitim başlığı, sinemanın eğitsel özelliği dolayısıyla birlikte anılmaya müsait bir konudur. Sinema, doğası gereği toplumları etkileyen ve aynı zamanda toplumlardan etkilenen dinamik ve aktif bir kitle iletişim ve sanat unsurudur.
Aşkın YILDIZ

İnsanın ancak ruhunun onayladığı şeyleri yaptığını ifade eden Mark Twain, başkalarına iyilik yapmayı ve faydalı davranışlarda bulunabilmeyi de ancak ruhun bu anlamda eğitilebilmesiyle mümkün olacağını söyler. Twain, çok temel bir meseleden bahseder. Ona göre insan, iyilik yaparken bile sadece kendisini tatmin etmenin peşindedir. Salt iyilik diye bir şey yoktur ve yapılan iyilikler ya insanlara ya da en iyi ihtimalle dini olarak Tanrı’ya bir gösteriş içindir. Nihai olarak insan tüm yapıp ettikleriyle kendi ruhunu tatmin etmeye çalışmaktadır. Ancak bu bencil tutumdan kurtulmanın yolu olarak, ruhun her daim iyilikleri onaylayacak hale gelene kadar eğitilmesi olarak gösterir. Kısacası Twain’ın iyi insan modelindeki anahtar kelimesi eğitimdir.
Eğitim, insanın doğduğu gün başlayıp, hayat boyu sürdürdüğü ve kendisine değer kattığı öğrenme ve gelişme sürecidir. Bu süreç, değişik merhalelerle, araçlarla ve yöntemlerle sürekli devam eder. Bugünün dünyasında eğitim, okullarda belirli bir müfredat, mekân ve öğretmen ile belirli amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilen formal eğitim ve hayatın doğal akışı içinde, insanın doğumundan ölümüne kadarki yaşadığı süreçte, değişik ortamlarda edindiği tecrübelerle deneyimlediği informal eğitim olarak gruplandırılmaktadır. Hiç şüphesiz bu iki öğrenme şekli de insan için önemlidir.
Her iki durumda da öğrenme pratiği görme eylemiyle sağlanmaktadır. John Berger meşhur Görme Biçimleri kitabında görmenin, yeni doğan bir çocuk için öğrenme anlamında ilk adım olduğunu öne sürer. “Çocuk önce görür, sonra duyar” der. İster işitsel, ister görsel olsun; bir çaba olarak anlatma uğraşı, öğrenmeye giden yolda başlangıç noktası sayılmalıdır. Meseleye epistemolojik ve ontolojik olarak yaklaştığımızda da önce anlatma ve doğal olarak anlama çabasıyla karşılaşıyoruz. İnsanın yaratılışı ve bugüne kadarki süreci, anlatmak ve anlama üzerine bir yolculuk olarak görülebilir. Anlatım değişik yollarla yapılmaktadır. İma, söz, yazı, görme ve işitme anlatım sürecinin elemanlarıdır. Anlatım örneklerle desteklenebilir, hikâyeleştirerek anlatmak hiç şüphesiz daha güçlü bir anlatım olacaktır. Bu anlamda mitoloji ve mitler, çağlar öncesinden beri insanoğlunun toplumsallaşmasında, temel ahlaki kuralların yerleşmesinde ve ortak bir yaşam alanı içinde uzlaşının sağlanmasında önemli rol oynamıştır. Şiir, müzik, hikâye ve diğer sanatsal yorumlar, eğitim sürecinde mutlaka kullanılagelmiştir.
Modern dünyanın mitolojik anlatım formu olan sinema, bireyin, toplumla, devletle ve hatta dünyayla uyumunu sağlayan, uzakları yakınlaştıran, her milletten, bölgeden, gelenekten, kültürden, dinden, dilden, sanattan ve daha birçok unsurdan insanı haberdar eden en gelişmiş, donanımlı ve kitlesel anlatım biçimidir. Bu yönleriyle sinema, aynı zamanda en etkili eğitim aracı olarak da kabul edilmelidir.
Sinema ve eğitim ilişkisi üzerine düşününce önümüze irdelenmesi gereken iki ayrı konu başlığı çıkmaktadır. Birincisi eğitimde sinemanın rolü diğeriyse; sinemada eğitim konusunun işlenmesi meselesidir. Sinema ve eğitim başlığı, sinemanın eğitsel özelliği dolayısıyla birlikte anılmaya müsait bir konudur. Sinema, doğası gereği toplumları etkileyen ve aynı zamanda toplumlardan etkilenen dinamik ve aktif bir kitle iletişim ve sanat unsurudur. Bir sorun üzerine düşünme, fikir ve çözüm üretme alanıdır. Bu anlamda hem bireyleri hem de toplumları eğiten, donatan ve dönüştüren bir yapıya sahiptir ve bu yönleriyle vazgeçilmez bir uğraşı alanıdır. Sinema, devletler için, resmi ideolojilerin ve buna bağlı politikaların halklara ulaştırılması, yaygınlaştırılması ve içselleştirilmesi için önemli bir propaganda aracı durumundayken; aynı zamanda karşı ideoloji için de halkın bilinçlenmesi, eğitilmesi ve yönlendirilmesi için söylem üretme biçimidir.
Kitlelerin ve yığınların belirli bir nizamda, her türlü karmaşa, isyan ve kaostan uzak bir şekilde, kendi aralarında ve resmi ideolojiyle uyumlu bir şekilde yaşamaları her ülke yönetiminin sahip olmak istediği bir düzendir. Bunun için bir ülkenin milli, dini, kültürel, siyasi ve ideolojik önermelerini toplumlara benimsetmesinin en etkili yolu kitle iletişim araçları ve özelde sinemadır. Sovyet Rusya’dan Amerika’ya kadar hemen her ülke, hâkim ideolojisini halklara ulaştırmak için sinemayı kullanmış ve nispeten başarılı da olmuşlardır. Sinema kuramcısı Pudovkin’in Sinemanın Temel İlkeleri kitabında altını çizdiği gibi, sanatlar içinde en önemlisinin sinema olduğu ve sinemanın tüm kitlelere, kentlere ve özellikle köylere kadar götürülmesini söyleyen Lenin’in amacı hiç şüphesiz sanattan öte propagandaydı. Hitler benzer tutumları Nazi Almanya’sı için geliştirmiş ve kitlelere sinemanın propaganda etkisi yoluyla ulaşmaya çalışmıştır. Hollywood, Amerikan hâkim ideolojisini yaymak ve uluslararası alanda meşrulaştırmak üzere kurulmuştur diyebiliriz. Avrupa’dan Uzak Doğu’ya tüm dünya ülkeleri sinemayı bir şekilde kendi hedefleri doğrultusunda kullanmışlardır. Türkiye’de de Cumhuriyet sonrası hâkim ideolojinin etkisiyle sinema çalışmaları yapılmıştır. Yeşilçam hemen her filmiyle modern Türk insanı portreleri üretmiştir. Devlet kanalı olan TRT yıllarca bu minvalde diziler ve filmler yayınlamıştır.
Kısaca toplumların bilinçlendirilmesi, modernleştirilmesi gibi amaçlar doğrultusunda sinema, her zaman eğitici bir misyon sahibi olmuştur. Propaganda amacının dışında bireylerin iyi birer insan olması konusu da sinemanın eğitim yönüne dâhildir. Hemen hemen her filmde iyi ve kötü karakterler üzerinden yalan, hırsızlık, aldatma, cinayet, bağımlılık gibi kötü özellikler olay örgüsüyle işlenerek izleyicinin iyi, doğru ve güzel olanı seçmesi sağlanmaktadır. Sinema her ne kadar görüntü aracılığıyla kötülüğü normalleştirmek için kullanılabilse de, genel olarak özdeşlik mekanizması kahraman üzerinde yoğunlaştığı için, izleyicinin iyi olana yönelmesi sağlanabilmektedir.
Sinemada Eğitimmeselesine baktığımızda, eğitimi konu edinen çok sayıda film olduğunu görmek mümkündür. Bizde hemen akla gelen ilk örnek, Hababam Sınıfı (1974, Ertem Eğilmez) serisidir. Ancak bu örnek, eğitimin sinema üzerinden tartışmaya açıldığı bir film olmaktan uzaktır. Okul, öğretmen ve öğrenci gibi formal eğitime dair her şeyin olduğu ancak eğitim sorunlarının pek konu edinemediği bir yapımdır. Rıfat Ilgaz, kendi öğrencilik hayatım dediği Hababam Sınıfı’nı, 1956 yılında Stepne (Yedek Lastik) ismiyle; kopya, ezber, ceza gibi konular üzerinden bir eğitim eleştirisi olarak yazmıştır. 1974 yılında bu bahsi geçen kitaptan bir güldürü filmi ortaya çıkmıştır. Ülkemizde bir dönem boyunca hemen herkesin izlediği bu filmde okuldan kaçmak, tembellik, haylazlık, sigara içmek, flört, hocalarla dalga geçmek ve daha birçok olumsuz davranış, filmde özendirilecek şekilde yer almıştır. Filmde temel ilke ne kadar haylaz olursa olsun Hababam Sınıfı, en genel manada Cumhuriyet ilkelerine sadık ve barışık bir sınıftır. Dolayısıyla film, eğitim sistemini eleştirme iddiası yerine, Atatürkçü sistemi onaylama filmi olarak görülebilir. Daha sonra 2004 yılıyla beraber serinin devamı olarak çekilen filmlerde de benzer bir tutum devam ettirilmiştir. Hababam Sınıfı serisinin eğitim meselesini sinemaya aktarışı ve değerlendirişi, bir düşünme ve çözüm üretmeden ziyade seyirlik bir güldürü malzemesi olarak kalmıştır denilebilir.
Vizontele Tuuba (2004, Yılmaz Erdoğan) filmi, eğitim filmi olmamasına rağmen, açılış sahnesiyle izleyicisini, çok önemli bir mesele üzerinde düşünmeye davet eder. 1980 Ankara’sında, bir ilkokulun pür sessiz sınıfında, sıralar arasında dolaşan takım elbiseli öğretmen, sınıfta sağladığı otoriter ses tonuyla “-de” ekinin hangi hallerde ayrı yazılacağıyla ilgili bilgi aktarır ve öğrencilerden giriş, gelişme ve sonucu olan bir kompozisyon yazmalarını ister. Herkes bir şeyler yazmaya çalışırken Yılmaz adında bir öğrenci hiçbir şey yazmıyordur. Bu durumu fark eden öğretmen, bir kompozisyon bile yazamıyorsun diye öğrenciyi tüm sınıfın içinde rencide ederek azarlar. Sonrasında filmin jeneriğine Yazan: Yılmaz Erdoğan diye bir yazı düşer. Bu sahne, ülkemizdeki eğitim sistemini, eğitim psikolojisi açısından eleştiren çok önemli bir sahnedir. Öğretmenin tavrı, çocukların ruh hali, yazamayan öğrencinin azarlanması ve ardından aslında yazabilen bir çocuk olduğunu gösteren jenerik yazısının ekrana gelişi… Bu sahne yıllarca okullarda fark edilemeyen, yanlış yönlendirilen, yetenekleri keşfedilemeyen ve dolayısıyla kaybedilen milyonlarca öğrenci hayatının bir resmidir. İçinden geçtiğimiz eğitim sisteminde, sayısını bilemeyeceğimiz insan bu gibi sebeplerle ya okuldan uzaklaşmakta ya da liselerde ve üniversitelerde kişilikleriyle, yetenekleriyle ve hayalleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bölümler okumak zorunda kalmaktadır.
Bunun gibi eğitim sisteminin yol açtığı gözle görülemeyen sorunları, sistemin içine eğitim psikolojisini dâhil ederek çözmeye çalışan eğitimcileri konu edinen film örneklerinin sayısı oldukça fazladır. Örneğin; Her Çocuk Özeldir (2007, Aamir Khan) filminde, öğretmenleri ve ailesi tarafından tembel ve haylaz diye nitelenen bir çocuğun, dikkatli ve ilgili bir öğretmeni tarafından aslında disleksi hastalığından dolayı öğrenme zorluğu çektiği ortaya çıkarılınca ne kadar akıllı, yetenekli ve başarılı olabileceği ortaya konulmaktadır. Black (2004, Sanjay Leela Bhansali) filminde doğuştan sağır ve âmâ olan bir çocuğun kendini eğitime adamış bir öğretmen sayesinde önce hayata dönmesi, topluma karışması ve sonunda üniversite diploması alabilmesi konu edinilmiştir.
Eğitimle ilgili konuları ele alan bu tarz filmlerin örnekleri çoğaltılabilir. Ancak özellikle okullardaki eğitimin sorunlu yanları üzerine düşünebilmek adına; Bal (2010, Semih Kaplanoğlu) ve Dostluk Korosu (2019, Ambrogio Lo Giudice) eğitim psikolojisi açısından üzerinde durulması gereken iki örnektir.
Bal filminde ilkokula yeni başlayan Yusuf ile Dostluk Korosu filminde hemen hemen aynı yaşlarda olan Mimmo aynı eğitim problemini farklı şekillerde yaşayan iki farklı bakış açısı sunmaktadır. Yusuf, köyde geleneksel bir aile içinde yaşayan, babası dışında kimseyle iletişim kuramayan bir çocuktur. Okul zamanı geldiğinde ilk gün koşarak okula gider ancak okulda yaşadığı küçük travmaları atlatamaz ve okulda başarısız bir öğrenci olur. Öğretmeni okuma öğrenen herkese kırmızı kurdele takar, Yusuf kurdele alabilmek için okuma yapmak ister ama öğretmen onun hazırlandığı parçanın dışında bir parçayı okumasını ister. Yusuf okuyamaz ve arkadaşlarının alaycı tavırlarına maruz kalır. Yusuf bu durumu aşamaz çünkü öğretmeni durumun sebeplerini araştırma, aileyle görüşme ya da Yusuf’a ikinci bir şans verme ya da O’nu cesaretlendirme gibi yollara gitmez. Yusuf başarısızlığıyla baş başa kalmıştır. Kırmızı kurdele onun için ulaşılması güç bir hedeftir. Benzer sorunları yaşayan Dostluk Korosu’ndaki Mimmo ise Yusuf’un bıraktığı yerden okul hayatını daha iyi noktalara taşıyabilecektir. Mimmo Yusuf gibi başarısız, üstelik haylaz ve tembel bir öğrencidir. Arkadaşını yaralayınca okuldan iki hafta uzaklaştırma alır. Öğretmen, Mimmo’yu artık umutsuz vaka gibi görecek olan annesine okuma, yazma ve sosyalleşme becerisi gelişmiyor diye söyledikten sonra, kiliseye müzik eğitimine gidebileceğini söyler. Mimmo, seçmelere girer ve koroya girmeye hak kazanır. Müzik öğretmeni kâğıtta yazan şarkı sözlerini okuyamayan Mimmo’ ya, Yusuf’un öğretmeni gibi ilgisiz kalmaz. Mimmo’daki yeteneği fark eden müzik öğretmeni, bu zekâda birinin başarısızlığının altında mutlaka bir şeyler olacağını düşünür ve sebepleri araştırır. Disleksi olduğunu fark eden hocası Mimmo’ ya daha itinalı davranır. Nihayetinde Mimmo hem okul hem de sanat hayatında başarılı bir yolculuğa çıkar. Bal filmindeki çocuğun okul ile ilişkisini örseleyen durumlar, Dostluk Korosu’nda çocuğun okula tekrar kazandırılabilmesine dönüşmektedir. İki film, eğitimin farklı şekillerde ele alındığı, işlendiği ve farklı açılımlar sağladığı iki ayrı örnektir. Öğrenme zorluğu yaşayan, okula karşı direnen çocukların dünyasına, okul, öğretmen, yönetici, aile ve arkadaş ilişkileri açısından bütüncül olarak yaklaşırken; sorunun psikolojik, kültürel, toplumsal, ekonomik ve dinsel arka planlarını da ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak; sinema ve eğitim, hem bireylerin ve toplumun bilgi, görgü, anlayış ve davranışlarının gelişmesi anlamında hem de eğitim sisteminin geliştirilmesi, sorunlarının ortaya konulması, çözümlerin üretilmesi ve daha etkili bir eğitim dilinin oluşması anlamında yardımcı ve paylaşımcı iki alan olarak görülmelidir.
Sözü Geçen Kitaplar
Mark Twain, İnsan Nedir?
John Berger, Görme Biçimleri
Pudovkin, Sinemanın Temel İlkeleri
Sözü Geçen Filmler
Hababam Sınıfı, 1975 – Yön: Ertem Eğilmez
Vizontele Tuuba, 2004 –Yön: Yılmaz Erdoğan
Her Çocuk Özeldir, 2007- Yön: Aamir Khan
Black, 2004 – Yön: Sanjay Leela Bhansal
Bal, 2010 – Yön: Semih Kaplanoğlu
Dostluk Korosu, 2019 – Yön: Ambrogio Lo Giudic