13 Kasım 1980’de vefat eden Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi hakkında dönemin gazetelerinde birçok vefat arkası yazısı çıkmıştır. Biz de Erdem Bayazıt, Akif İnan ve Sadık Albayrak’ın Hocaefendi’yi anlatan vefat arkası yazılarını sizler için yayınladık. İstifadenize sunarız.
İNSİCAM
MEHMED ZAHİD EFENDİ
Erdem Bayazıt
(Yeni Devir Gazetesi, 18 Kasım 1980, Salı, Yıl: 4, Sayı: 1315)

Her yıl olduğu gibi güzide bağlıları ile Hacca azimet etmişlerdi. Kara yolunu ihtiyar etmişlerdi. Maraş’ı konak yeri olarak tayin buyurmuşlardı. Bir anda gelen devletle heyecanlanmıştım. Eşiklerine yüz sürmek, dualarını tahsil etmek muradımızdı…
Kısa zamanda şehirdeki dostların çoğu haberdar olmuşlardı. Akşam namazından sonra hemen ziyaretlerine koştuk.
Bir yer minderinde oturuyorlardı. Mütebessim çehreleri bir huzur ülkesiydi. Din yolunda ağarmış sakalları nurlu yüzünden çevresine feyz dağıtan bir çağlayan gibiydi. Kendilerine ulaşmak mübarek ellerini öpmek bize o an imkânsız gibi görünmüştü. Odanın içi diz üstü huzur tutan ihvanla doluydu. Adım atacak yer yoktu. Gönlümüz ayaklarına doğru akarken hemen kapı girişinin yanında duvar dibine diz çöktük. Her yeni geleni Dr. Cefer; ancak kendilerinin ve çok yakınlarında oturanların işitebileceği bir sesle tanıtıyorlardı. Tebessüm ederek ziyaretçileri selâmlıyorlar; dua ediyorlardı. Dualarının bir bahar yağmuru gibi hemen varlığımızı yeşerttiğini hissetmemek mümkün değildi…
Maraş’ı sevdiklerine dair sohbet buyurdular. Allah için sevişenleri müjdelediler. Misafire hürmetin faziletlerini emrettiler.
BİR ÂLEM GÖÇTÜ
Akif İnan
(Yeni Devir Gazetesi, 18 Kasım 1980, Salı, Yıl: 4, Sayı: 1315)

3 Kasım 1980, yahut 5 Muharrem 1401. Dünya olağanüstü büyük bir lokmayı yuttu bugün. İlim ve irfan ufkunun bir güneşi battı bugün. “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir” diye buyurulduğuna göre, bir alem göçtü bugün. Ebedi alemde doğmak için, fani dünyada batan bu güneş, aslında zahirde kaybolmuş güneşlerin silsilesindendir; yani hakikatte ışığı ve sıcaklığı ölümsüz olan yiğitler kafilesindendir. Bu kafileden olanların ölümü, onu sevenlerin canevlerinde hissettikleri, yaşadıkları yangısı rems ve teşhir etmesi bakımından bir alemin ölümüne teşbih edilmiş olmalı ve dahi Onun irşat ve tedrisinden zahiri mahrumiyetin engin hüznü belirtilmiş olmalı.
Kimden bahsettiğimizi fark etmeyenlere diyeyim: Son devrin en şanlı islam bilginlerinden, gönül fatihlerinden kemâl ve himmet kutuplarından “Mehmed Efendi” ismiyle maruf Mehmet Zahid Kotku efendi hazretleri göçtüler. Yüreklerinde dünyanın kirinden pasından minicik bir iz dahi bulunmayan mükemmel bir aşık göçtü. İsmi, kalabalıkların kulağında değil, irfan ve ilim sevdalılarının kalbinde yankılanmış olan bir mübarek hilkat göçtü. Hakkında bir tek kişinin bile olumsuz bir izlenim edinmediği, dedikodusunda bulunmadığı pak bir hakikat ehli göçtü. Kişilerde ayıplar, kabahatler aramak görevinde bulunanları, şahsiyle sermayesiz bırakan, iflas ettiren bir nadide varlık göçtü.
Bir Peygamber varisi göçtü. O kutsal varlıklarını ancak bir kerecik görebildiğim ve bir anda hayranı ve muhibbi oluverdiğim eserlerini gönül evime bir elektrik şebekesi gibi çektiğim bir marifet erbabı göçtü.
Alimin Ölümü
Sadık Albayrak
(Milli Gazete, 15 Kasım 1980 Cumartesi, Hicri 1402, Ay: 1, Yıl: 8, Muharrem 7)

Zahiri ve batini ilimlerde, son devrin en büyük alimlerinden Bursalı Mehmed Zahid (Kotku) Efendi’yi de kaybettik…
Onun için üzülüyoruz…
Merhûmun yetiştirdiği pek çok talebe vardı… Büyük bir tesir sahası vardı… Genişleyen talebe halkası, hayatta en büyük çizgilere varmış, değil Türkiye’de, İslâm dünyasının uzak diyarlarına kadar dalga dalga uzanmıştı…
Yıllarca bir mihrab, bir minber diyerek “İmamlık” vazifesini yürütmüş, on binlerce cemaati arkasından huzurullahta kıyama durmuştu…
Eserleri vardır… Bundan sonra ömrünü devam ettirecek, unutulmasına mani olacaktır… Bunun için “Kişinin eseri, ikinci hayatıdır.” buyurulmuştur…
O, kendinden öncekilerin yoluna yürümüş, geçmişe doğru giderek alemin habib-i ekremine varmıştır…
Geçmişe doğru halka halka bağlantı kurarsak, önce hocası Kazanlı Aziz Efendi’den önce Serezli Hesib Efendi, Tekirdağlı Mustafa Fevzi Efendi, Dağıstanlı Ömer Ziyaeddin Efendi, Safranbolulu İsmail Necati Efendi, Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi ve Gümüşhaneli Ahmed Ziyaüddin Efendi’ye kadar uzanıp, İmamı Rabbaniye ve oradan Hulefa-i Raşidin’e varan bir halkanın son temsilcisi olur…