İnci Mercan Gerdanlığı -8-

İsteyeceğin zaman Allah’tan iste. Yardım dileyeceğin zaman Allah’tan yardım dile. Bilmiş ol ki, bütün insanlar, herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsa, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta (ve takdir ettiği kadar) sana yararlı olabilirler. Aynı zamanda, sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın takdir ettiği kadarıyla sana zarar verebilirler.

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

8. HADİS

  وَعَنْ أبي إِسْحَاقَ سعْدِ بْنِ أبي وَقَّاصٍ مَالك بن أُهَيْبِ بْنِ عَبْدِ مَنَافِ بْنِ زُهرةَ بْنِ كِلابِ بْنِ مُرَّةَ بْنِ كعْبِ بنِ لُؤىٍّ الْقُرشِيِّ الزُّهَرِيِّ رضِي اللَّهُ عَنْهُ، أَحدِ الْعَشرة الْمَشْهودِ لَهمْ بِالْجَنَّة، رضِي اللَّهُ عَنْهُم قال:   رَأَيْتُ رَسولَ اللَّهِ صلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ يَومَ أُحُدٍ ومعهُ رَجُلَانِ يُقَاتِلَانِ عنْه -عليهما ثِيَابٌ بيضٌ- كَأَشَدِّ القِتَالِ، ما رَأَيْتُهُما قَبْلُ ولَا بَعْد

     Cennetle müjdelenen Aşere-i mübeşşereden; Ebu İshak Sa’d ibn-i Ebi Vakkas Malilik ibn- Üheyb ibn-i Abd-i Menaf ibn-i Zühre ibn-i Kilab ibn-i Mürre ibn-i Ka’b ibn-i Lüey el Kuraşi ez- Zühri radıyallahu anh   şöyle dedi: Uhud günü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüm yanında beyaz elbiseli savaşan iki kişi vardı ki, çok şiddetli şekilde savaşıyorlardı. Ben onları bugünden önce görmemiştim, bugünden sonra da görmedim.

                                                                                                 (Buhari:4054, Müslim: 2306)

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Bu hadisin sevk edildiği bab başlıklarından- “Uhud günü Cebrail ve Mikail’in, Nebi’nin (sav) yanında savaşmaları”- ve şerhlerinden beyaz elbiseli bu iki savaşçının Cebrail ve Mikail aleyhisselâm olduğunu öğreniyoruz.

     Allah’ın (c.c) iman edenleri, hayatlarının her safhasında, özellikle de sıkıntı ve savaş anlarında, desteklediğini ve iman edenlere yardım ettiğini hem Kur’an-ı Kerim hem hadisler hem de şahitlerin şehadetleri ile öğreniyoruz. Bazen iman edenlerin kalbine sekînet indirerek, kâfirlerin kalplerine de korku salarak; bazen su, bazen rüzgâr, bazen yağmur, bazen de melekler göndererek destek olduğunu görüyoruz.

     Resûlullah’ın (sav), Allah’ın (c.c) her zaman kuluna yardımcı olacağını ashabın çocuklarına da öğretmesi bizim için değerli bir örnektir. Abdullah b. Abbas (r.a) der ki: Resûlullah’ın (sav) bindiği hayvanın terkisindeydim (arkasına binmiştim). Dedi ki: “Yavrum! Sana birkaç söz öğreteceğim; Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarını gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki onu karşında (hazır) bulasın. İsteyeceğin zaman Allah’tan iste. Yardım dileyeceğin zaman Allah’tan yardım dile. Bilmiş ol ki, bütün insanlar, herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsa, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta (ve takdir ettiği kadar) sana yararlı olabilirler. Aynı zamanda, sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın takdir ettiği kadarıyla sana zarar verebilirler. Çünkü kalemler, (vaki olacak her şeyi tespit ettikten sonra) kaldırılmış, sayfaların mürekkebi kurumuştur.”

     Hadisin başka bir rivayeti de şöyledir: ”Allah’ı gözet ki onu karşında bulasın. Bolluk ve genişlik zamanında, Allah’ı an ki sıkıntıda da o seni ansın (İhtiyacını görüp sıkıntını gidersin). Şunu bil ki: Sana gelmeyen, (kaderine yazılmayan), başına gelecek değildir. Sana gelecek musibet de gelmeyecek değildir. Zaferin sabırla birlikte, sevincin kederle birlikte, kolaylığın da zorlukla birlikte olduğunu bil. Şunu da bilmek gerekir ki, ‘kolaylık zorluğa galip gelir’.”

     Bu hadis; Allah’ın, Bedir’de ve Uhud’da müminlere meleklerle destek vermesinde olduğu gibi, her zaman sabır ve sebat ettiğimiz takdirde bize yardım edeceğini öğretiyor.

     Allah (c.c) iman edenlere bin melekle yardım ettiğini Enfâl suresinin 9-10. ayetlerinde bizlere bildirmektedir: “Rabbinizden yardım dilediğiniz zamanı hatırlayın. Hemen size, ‘Meleklerden peşi peşine gelen binlik kuvvetlerle ben size yardım edeceğim’ diye cevap verdi. Bunu yalnızca müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Zaten yardım ancak Allah tarafındandır. Allah, kuşkusuz izzet ve hikmet sahibidir.”

     Hz. Ömer şöyle şahitlik eder: “Bedir günü gelince Resûlullah, kendi arkadaşlarının 305, müşriklerin ise 1000 kişi kadar olduğunu görerek hemen kıbleye döndü, ellerini kaldırdı ve rabbine yalvarmaya başladı: ‘Allah’ım, bana olan sözünü yerine getir, vaat ettiğini ver! Allah’ım eğer şu bir avuç Müslümanı helâk edersen yeryüzünde şirk koşmadan sana ibadet eden kimse kalmayacak!’ O, kıbleye dönük vaziyette ellerini her an biraz daha semaya doğru uzatarak durmadan rabbine yalvarıyordu; öyle ki sonunda abası omzundan sıyrılıp yere düştü, Ebu Bekir gelip abasını yerden alarak omzuna örttü, sonra onu kucakladı ve şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın elçisi! Artık yeter, O sana vaat ettiğini kesin olarak verecektir!’ Bu hadise üzerine bu ayetler nazil oldu” (Müslim, “Cihâd”, 58). Bu savaşta Allah’ın vaadinin ve Hz. Peygamber’in duasının neticesi, yardıma gönderilen meleklerin bizzat savaşa katılarak düşmana karşı neler yaptıkları hem ayetlerde hem de bazı sahabeler tarafından görülerek onların şahitlikleriyle nakledilmiştir.

   İşte başlıkta naklettiğimiz bu hadis de Sa’d b. Ebi Vakkas’ın meleklerle Allah’ın yardımına şahitliğidir. Allah (cc), Bedir, Uhud, Ahzâb Savaşı’nda, Sevr Mağarası’nda ve Huneyn Savaşı’nda, iman edenleri “görünmeyen ordular” ile desteklemiştir. Müminler tarih boyunca irade ve tercihiyle sınanmıştır.

    Resûlullah efendimiz Uhud günü inananlara şöyle diyordu: “Rabbinizin, indirilen üç bin melekle size yardım etmesi sizin için yeterli değil mi? Evet, eğer siz sabır gösterip itaatsizlikten sakınırsanız, onlar şu anda süratle üzerinize gelseler bile Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.” (Ali İmran Suresi: 124-125).

     Hz. Peygamber’in Uhud karargâhını kurduğu sırada ashabına hitabında; Allah’ın, kendisine itaat edenlerle beraber olduğunu açık bir şekilde görürüz.

    “Ey insanlar, Allah’ın bana kitabında vasiyet ettiğini size vasiyet ediyorum ki, o Allah’a itaat etmek ve haramlarından sakınmaktır. Bugün sizler sorumluluğunu idrak eden ve nefsini sabra, yakîne, harekete ve gayrete alıştıranların azığı ve mükâfatı konumundasınız. Şüphesiz ki düşmanla cihad etmek zor bir iştir, sıkıntısı çetindir. Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler dışında cihada sabreden kimseler azdır. Allah, kendisine itaat edenlerle beraberdir. Şeytan da Allah’a isyan edenlerle beraberdir. Amelleriniz de başarılı olmanız için cihatta sabretmeyi Allah’tan isteyin. Allah’ın size vaat ettiğini Allah’tan talep edin. Allah’ın size emrettiklerinden ayrılmayın. Muhakkak ki ben, doğruyu bulmanızı arzu ederim. Biliniz ki, ihtilaf, tartışma ve vazgeçirme, acizlik ve zayıflıktan olup, Allah’ın sevmediği şeylerdir. Bu durumda olanlara zafer ve galibiyet verilmez.”

     Bugün bize düşen, bu inancı diri tutmak, yaşamak, yaşatmak ve çocuklarımıza öğretmektir. Unutmayalım ki Allah Teâlâ’nın yardım ettiğine galip gelecek hiçbir güç yoktur. Yine unutmamalı ki;

                                             وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ

Seveceğiniz bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele. (Saf Suresi:13)  

   SA’D İBN-İ EBİ VAKKAS (Radıyallahu anh)

 Resûlullah’ın (s.a.v) bi’setinden 17 yıl önce (Milâdî 592 yılında) Mekke’de doğmuştur. Babası, Malik b. Uheyb’dir. Malik’in künyesi Ebu Vakkas’tır. (Nübüvvet dönemine erişmeden vefat etmiştir.) Annesi: Hamne bint Süfyan b. Ümeyye’dir. (İslâm’ı kabul etmemiştir.) Annesi vasıtasıyla Abdümenâf b. Kusay’da Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşir. Resûlullah Sa’d’a dayı diye hitap eder ve dayısı ile iftihar ederdi. Sa’d b.Ebî Vakkas’ın künyesi İshâk el-Ekber adındaki en büyük oğluna nispet ile Ebû İshâk, lâkabı ise İslâm’a hizmet ve himayede göstermiş olduğu cesaret ve gayretinden dolayı Fârisü’l-İslâm (İslâm’ın Süvarisi)’dır.

 Sa’d (r.a) on yedi veya on dokuz yaşında iken İslâmiyet’i kabul etti. İlk Müslüman olanlardandır. İslâmiyet’i kabul etmesi sebebiyle annesi dininden dönmediği sürece onunla konuşmamaya ve yemek yememeye ant içti. Yemininde ısrar eden annesi, bir zaman sonra açlık ve susuzluktan bayıldı. Ayıldığında Sa’d ona: “Yüz tane canın olsa ve bunları bir bir versen ben yine dinimden dönmem.” demişti. Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçti ve şu Ayet-i Kerime indi:

    “Eğer onlar (anne, baba) seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara iyi davran. Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz banadır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm.” (Lokman Suresi: 15)

     Müslümanlara uygulanan ambargo günlerinde Şib-i Ebi Tâlib’de Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmadı. Üç yıl devam eden zorlu günlerde ağaç yapraklarından başka yiyecek bir şey bulamadıkları olmuştu. Müşrikler tarafından yapılan bütün saldırı ve işkencelere diğer Müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca muhatap oldu. Mekke’de Müslümanlar, müşriklerin saldırılarından korunmak için ibadetlerini gizli ve tenha yerlerde yapıyorlardı. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte ibadet ederlerken müşriklerden bir grup onlara sataşarak İslâm ile alay ettiler. Sa’d eline geçirdiği bir deve kemiğiyle müşriklerden birinin kafasına vurarak kanlar içerisinde bıraktı. İşte İslam’da Allah için ilk akıtılan kan budur.

     Hz. Peygamber’den önce Medine’ye hicret etti; Resûl-i Ekrem onu Mus’ab b. Umeyr veya Sa’d b. Muâz ile kardeş ilan etti. İlk seriyye, hicretin yedinci ayında ramazanda Mekke kervanının yolunu kesmek için otuz kişiden oluşan Hz. Hamza komutasındaki Seyfülbahr Seriyyesidir. Sa’d (r.a) da bu ilk askeri birliğe katılanlardandır. Hicretin ikinci yılında yapılan Bedir Savaşı’na kadar tam yedi seriyye düzenlenmişti. Sa’d bunların hepsine ya asker olarak ya da komutan olarak katılmıştır. Rabiğ Seriyyesi Kureyş kervanıyla karşılaştığında ilk oku Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a) atarak çatışmayı başlatmıştı. Mekke’de Allah yolunda ilk kan akıtan kimse olma şerefi Sa’d’a (r.a) ait olduğu gibi, yine Allah yolunda ilk ok atma şerefi de böylece ona nasip olmuştur. Sa’d şöyle demektedir: “Araplardan Allah yolunda ilk ok atan kimse benim.” Bedir Savaşı’nda iki kılıçla birlikte savaşmış idi. Müşrik süvari birliğinin komutanı olan Saîd b. As’ı öldürüp Zülketife adındaki kılıcını almış ve savaşın sonuna kadar iki kılıçla vuruşmuştu. Savaşın sonunda bunu Resûlullah’a (s.a.v) getirmiş, Resûlullah bu kılıcı ganimetler dağıtılırken Sa’d’a vermişti.  

     Uhud’un Kahramanı Sa’d b. Ebi Vakkas; müşriklerin üstünlüğü ele geçirdiği ve Müslümanların paniğe kapılarak dağıldığı esnada Resûlullah’ın (s.a.v) yanından ayrılmayıp gövdesini siper ederek onu korumaya çalışan birkaç kişiden birisi idi. O, ok atmakta mahirdi, attığını vuruyordu. Resûlullah (s.a.v) ona ok veriyor ve ashabının Resûlullah efendimizi dünyadaki her şeyden daha çok sevdiğinin ifadesi olan: “Anam babam sana feda olsun” sözünü Sa’da söylüyordu. Sa’d’ın (r.a) Uhud günü tek başına bin ok attığı rivayet edilmektedir.

   Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin fethi, Tebük ve diğer gazvelerin tamamına katılmıştır. Vedâ haccında Mekke’de yakalandığı şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretine gidince, O’na: “Yâ Resûlullah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı?” diye sordu.

     Hz. Peygamber, “Hayır” dedi.

     Sa’d, “Yarısını dağıtayım mı?” dedi.

     Resûlullah yine “Hayır” dedi. 

     Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Resûlallah? diye sordu.

     Resûlullah: “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.

     Sonra Sa’d İbni Ebû Vakkas, “Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım gidip de ben kalacak mıyım?” diye sordu.

     Resûlullah, “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızası için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (müminler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.” buyurdu.

     Hz. Ebu Bekir’e (r.a) bey’at eden Sa’d (r.a), bu dönemde verilen bütün görevleri yerine getirmişti. Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet idaresinde görevler aldı. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden birisi, İran imparatorluğunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanlığıdır. Hz. Ömer (r.a) iş başına geçtiği zaman İran’a karşı kapsamlı ve netice alıcı bir askerî sefer düzenlenmesi için çalışmalara başladı. Yapılan istişareler sonucunda Sa’d b. Ebî Vakkas’ın hazırlanan orduya komutan tayin edilmesi kararlaştırıldı. Sa’d, Medine’ye çağrılarak ordu ona teslim edildi. Sa’d ordusuyla Irak’a doğru yürüyüşe geçerek Kadisiye mevkiinde karargâh kurdu. İran şahı, Müslümanlara karşı savaşmak üzere ünlü komutanı Zaloğlu Rüstem’i görevlendirmişti. Yapılan savaşı İslâm orduları kazanmış ve İran toprakları İslâm tebliğine açılmıştı. Kadisiye zaferi İslâm ordularının kazandığı en parlak ve kesin zaferlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Daha sonra Sa’d (r.a), Celula’ya yönelmiş ve burasını fethetmişti. (H.16) Celula’nın fethi bölgede büyük bir ihtida hareketini de peşinden getirmişti. Sonra İran imparatorluk merkezi olan Medâin iki aylık bir kuşatmadan sonra düşmüş, yüklü miktarda ganimet ele geçmiş ve Kisra III. Yezducerd buradan Hulvan’a kaçmıştı. Sa’d b. Ebi Vakkas, bir ordu göndererek sulh yoluyla burayı fethetti. İran fethinden sonra kahramanlığı Çin’den Hind’e kadar bütün dünyaya yayıldı öyle ki;Çin’in en büyük şehirlerinden biri olan Guangzhou’da yapılan cami ve Sa’d bin Ebu Vakkas’a atfedilen türbe binlerce Müslüman’ın halen ziyaret ettiği bir merkezdir. Türkiye’de Gaziantep’in Araban ilçesinde Seydi Vakkas Türbesi Sa’d İbn-i Ebi Vakkas’a atfedilir.

     Halife Ömer’in (r.a) onayı ile ordunun askerî stratejisine uygun bir konumda olan Küfe, ordugâh şehrini kurdu. Bölge valisi olarak Kufe’de üç buçuk yıl kaldı. Hz. Ömer, (r.a) kendisinden sonra halife seçimini gerçekleştirmek için altı kişilik bir şûra oluşturmuştu. Sa’d (r.a) da bunlar arasındadır.

     Hz. Osman, halife seçildiği zaman; Ömer’in (r.a) vasiyetine uyarak Sa’d’ı Küfe valiliğine tayin etti. Ancak, bu seferki Küfe valiliği de fazla sürmedi. Halifeye şikâyet edilmiş; bu şikâyet üzerine Osman (r.a), onu Küfe valiliğinden azletmişti. Bunun üzerine Sa’d (r.a) Medine yakınlarındaki Akik vadisinde bulunan çiftliğindeki evine yerleşmiş, ziraatla uğraşmış ve fitnelerden de uzak kalmıştır. Sa’d gerek ferdî hayatındaki yaşantısıyla gerekse idari vazifelerini icrâ ederken Müslümanlara örnek olmuştur. O insanlara şefkatli bir anne gibiydi. Sıkıntı anlarında insanların en sabırlısı idi. İslâm ordularının kahraman kumandanı, duası makbul bir insandı. Zira Resûlullah (sav) “Allah’ım Sa’d sana dua ettiği zaman duasını kabul et!” diye O’nun için dua etmişti. Güçlü bir vücut yapısına sahipti

     Sa’d İbn Ebi Vakkas (r.a), Hicrî 55 yılında ikamet etmekte olduğu Medine’nin dışındaki Akik vadisinde seksen iki yaşında vefat etmiştir. Bedir Savaşı’nda giydiği cübbesi ile kefenlenmesini, kendisi için lahit açılıp ve Resûlullah’a (sav) yapıldığı gibi güzelce üzerine kerpiçlerin dizilmesini vasiyet etmiş, Mescid-i Nebevî’de kılınan namazdan sonra, Bakî mezarlığına defnedilmiştir. Aşere-i mübeşşere ve muhacirlerin en son vefat edeni Sa’d (r.a)’dır.

     Kendisinden 271 hadis nakledilmiş, rivayetleri Kütüb-i Sitte ve diğer hadis kitaplarında yer almış, bu rivayetlerin önemli bir kısmı Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned‘inde toplanmıştır. Hadislerinden on beşi Saḥîḥayn’da; beşi sadece Buhârî’de, on sekizi Müslim’in Sahîḥ’inde yer almıştır.

     Allah O’ndan razı olsun.