İslâm tasavvufunda elbette zikrullah önemli bir yer teşkil etmektedir. Ancak, asıl öncelikli konu nefis terbiyesidir. Enâniyeti yani bencilliği bir tarafa bırakıp, diğer insanların haklarını gözetmek, bu terbiyenin en önemli unsurlarındandır. Nefis terbiyesi ile kişi edep sahibi olur.
Mucahid YILDIZ

Teknikte hızla ilerleyen dünyamızın insanları, nefis terbiyesi ve onun tezahürü neticesinde hızla edep hususunda Avrupa Ortaçağ’ına doğru gerilemektedirler. Avrupa Ortaçağ’ını hatırlarsak eğer; zayıfların ezildiği, aşağılandığı, güçlülerin daha fazla güç sahibi olduğu, adaletin akıllara bile gelmediği, zulmün ayyuka çıktığı bir zaman dilimidir. Bütün bu baskı ve tağutî düzene karşı ayaklanamayanların, inzivaya çekilmekten başka çarelerinin kalmadığı bir dünyadır.
Aynı çağda İslâm dünyasının tarihine baktığımızda; tabir-i caizse Batı’nın keşişlerine benzer, dünyaya çok meyletmeyen dervişlerin toplumdan hiçbir zaman uzaklaşmadıklarını, cemiyetin tam orta yerinde, adaletin ve insan haklarının korunması için çaba sarf ettiklerini görüyoruz. Elbette Asr-ı Saâdet’te, benzer kilit ve anahtara ihtiyaç duyulmayan bir dünya düzeni, şimdiye kadar kurulamamıştır. Ancak İslâm’a yakınlıkları ve İslâm’ı yaşadıkları oranda, Müslüman toplumlarda adalet ve hürriyet hâkim olmuştur. Ve o derecede zulüm ve baskılar azalmıştır, insanlar sömürülmemiştir.
Günümüzde birtakım tasavvuf eleştirileri yapılsa da İslâm’ın toplumun her kesimine yayılmasında tasavvufun önemli bir rol üstlendiğini kimse inkâr edemez. Çocukluğumdan beri işittiğim bir ifade vardır: “Önce şeriat, sonra tarikat.” Kul hakkı, yani insan haklarını gözetmek, Müslümanın en önemli görevlerinden birisidir. Bir Müslüman, eğer kul hakkı konusunda hassas değilse günde yüz bin kere Allah Teâlâ’nın ismini zikretse ne çaredir. İslâm tasavvufunda elbette zikrullah önemli bir yer teşkil etmektedir. Ancak, asıl öncelikli konu nefis terbiyesidir. Enâniyeti yani bencilliği bir tarafa bırakıp, diğer insanların haklarını gözetmek, bu terbiyenin en önemli unsurlarındandır. Nefis terbiyesi ile kişi edep sahibi olur.
Bir toplumun kılcal damarlarına kadar edep kanı akmıyorsa, o toplum hiçbir zaman huzur bulamaz. Yalnızca kendi menfaatlerinin peşinde olan insanlar, bir toplumun da sonunda yok olup gitmesine sebep olurlar. İnsanlar arasında edep hâkimse, hırsızlarının yahut katillerinin bile tabi oldukları bir adap olur. Yani günümüz tabiriyle bir raconları vardır. Edep yoksa felaket vardır.
İslâm tasavvufu, nefis terbiyesinden geçen fertlerin oluşturduğu bir toplum düzenini temin eder. Kaynağı ve örneği elbette Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’dir. Onun önderliğinde eğitilen sahabenin oluşturduğu toplum, Medine şehrini inşa etmiştir. Yesrib ancak öyle Medine olabilmiştir. Medeniyetin, dünya tarihindeki en güzel örneği bu şehirde yaşanmış, bir kilit ve anahtara hiç ihtiyaç duyulmamıştır.
Avrupa, II. Dünya Savaşı sonrasında medeniyet açısından önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Misal olarak Almanya’yı ele alalım. İlk gelen insanların ekseriyeti, gördükleri dürüstlük, doğruluk, dakiklik, saygı ve sevgi karşısında şaşkına döndüklerini ifade etmişlerdir. Elbette istisnalar da mevcuttur. Ancak genel olarak bakıldığında, inançlarının dışında günlük hayatlarındaki prensiplere bağlılıkları, o zamanki büyüklerimizi tesiri altına almıştır.
Ne çare ki Avrupa’nın medeni gelişme konusundaki bu ilerleyişi devam etmemiştir. Son yirmi beş-otuz yıl içinde, özellikle ABD’nin Hollywood üzerinden tüm dünyaya yaydığı salgın, elbette öncelikle Avrupa’yı vurmuştur. Yukarıda zikrettiğimiz erdemlerin karşıtı olan ahlâksızlık, dolandırıcılık, işleri vaktinde yapmamak, saygısızlık ve nefret giderek artmıştır.
İslâm tasavvufunun çok önemli bir diğer özelliği ise itikadî mezhepler arasına düşürülmek istenen ve maalesef düşürülen fitne ateşini söndürebilmesidir. Zira hoşgörü öne çıkarılmak suretiyle karşılıklı anlayış ancak geliştirilmektedir. Kelime-i tevhidin dışına çıkan sapık mezhepler, mevzumuzun bahsinde değildir. Tevhid çizgisinin dışına çıkmayan farklı mezhepler arasındaki muhtemel kavgalar, İslâm tasavvufunun ortaya koyduğu nefis terbiyesi ile engellenebilmiştir.
Günümüzde gerçekten İslâm tasavvufunun yaygınlaşmasını istemeyen art niyetli güçler, İslâm dünyasında milletleri birbirine düşürmek isteyen, bizi bize kırdırmak isteyenlerdir. Bu nedenle bir taraftan yüzyıllardan beri tarikatlara yerleştirdikleri münafıklar sayesinde şeyhleri ve dervişleri İslâm’dan uzaklaştırırken diğer taraftan da tasavvufun İslâm’da yerinin olmadığı yaygarasını koparmaktadırlar.
Âdâb-ı muâşeret terimi; insanların cemiyet hayatında birbirlerine karşı nasıl davranacaklarını en güzel şekilde ifade eder. Söz konusu terim aynı zamanda onları nezaket ve görgü kuralları çerçevesinde bir arada tutmayı da içinde barındırır. Mesela ramazan ayındaki teravih namazlarında yahut kandil gecelerindeki toplanmalarda, çocuklarımıza ve gençlerimize cemiyet içerisinde nasıl davranılması gerektiğini bildirir. Son günlerde bu faaliyetleri yerin dibine geçirerek İslâm dışı olduğunu iddia edenler, gayri müslimleri taklitten ibaret olan doğum günü kutlamaları, bir takım yıl dönümü kutlamaları ve benzeri faaliyetleri kutlamakta bir sakınca görmemektedirler.
İslâm tasavvufunun memleketimizde ve özellikle de üniversite gençliği arasında yayılmasında çok önemli yeri olan isimlerinden birisi de merhum Mehmed Zahid Kotku Efendi’dir. İskenderpaşa Camii, İstanbul’daki üniversitelerde okuyan İslâmcı gençliğin bir araya geldiği ve rahmetli Hocaefendi’nin vaazlarını, sohbetlerini dinledikleri çok önemli bir buluşma merkezidir.
Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’nin bu derslerinden feyz alarak insanlarımıza hizmet etmek üzere nice mühendisler, doktorlar, öğretmenler, mimarlar ve diğerleri bu mektepten yetişmiştirler.