Mehmed Zahid Kotku, İslâm’ı üçe ayırır: ednâ (en alt: Müslüman olmak), evsat (orta: İslâm’ı yaşamak) ve âlâ (en üst: İslâm’ı yaymak). En üsttekinin cihad olduğunu vurgular.
Mustafa ÖZEL
Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

“İslâm’ın temel kavramları nelerdir?” dendiğinde, akla hemen gelivermeyen bir kavramdır cihad. Bu durum eskiden de mi böyleydi, bilinmez. Oysa “Allah’ın mesajının insanlara ulaştırılmasında, dininin yayılmasında en mühim unsur cihaddır” desek, yeridir. Cihadın tek hedefi vardır, o da i’lâyi kelimetullâh’tır, yani Allah’ın sözünün yüceltilmesi. Cihad kavramıyla ilgili şöyle de bir sorun vardır. Batılıların kirlettiği İslâm’ın ulvi kavramlarının başında gelir. Sömürgecilik döneminde ve sonrasında İslâm coğrafyasında işgalcilere karşı gösterilen direniş ve mücadelenin kırılması için cihadın teşviş edilmesi, karalanması, itici hale getirilmesi gerekiyordu. Bu, batılılar tarafından çok iyi yapıldı. Müslümanlar olarak bu kavramı eski asaletine, nezahetine, ulviyetine ulaştırmamız hiç de kolay değildir.
Cihad konusu, muhaddislerin üzerinde önemle durdukları konulardan biridir. Onlar bu alandaki nebevî sözleri hem müstakil kitaplarda hem de kapsamlı hadis kitaplarının alt bölümlerinde bir araya getirmişlerdir. Ebû Hanife’nin (ö. 150/767) dostu ve öğrencisi olan Abdullah b. Mübarek (ö. 181/797), bu alanda müstakil kitap yazan ilk muhaddistir. 262 hadisin yer aldığı Kitâbü’l-Cihâd, aynı adla Türkçeye de tercüme edilmiştir (Çev.: Muhammed Adil Teymur, İstanbul, Otağ Yayınevi, 1980; İshak Doğan, Konya, Menba Yayınları, 2008). Büyük hadis kitaplarından örnek olarak el-Câmiu’s-Sahîh’i zikredebiliriz. Buhârî’nin bu kitabının bölümlerinden birinin adı, Kitâbü’l-Cihâd ve’s-Siyer’dir.
Cihad, XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında Müslümanların gündemine olanca ağırlığıyla oturmuştur. Batının askeri ve siyasi gücü İslâm coğrafyasına egemen olmuş, Müslümanlar da buna karşı cihad bayrağını açmışlardır. Cihad konusunda çeşitli kitaplar, risaleler, makaleler kaleme alınmıştır. Bu konuda ilklerden biri, Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’dir (ö. 13 Mayıs 1893). el-Âbir isimli kitabını[1], Rusya’nın izlediği yayılmacı siyasetinin sonucu olarak Kırım ve Balkanlarda meydana gelen hareketlilik zamanında kaleme almıştır. Gümüşhanevî, sadece konunun İslamî ve ilmî boyutuyla ilgilenmemiş aynı zamanda Ruslara karşı bizzat savaşmıştır. Bu eserlerin önemli bir kısmının yazılmasının Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele günlerine ve sonrasına denk gelmesi, bir tesadüf değildir. Hacmi pek kayda değer olmasa muhtevası ve etkisi bakımından Meşihat makamının 11 Kasım 1914’de bütün Müslümanlara hitaben hazırladığı Cihad Fetvası[2] da literatürde mühim bir yere sahiptir. Bu fetva üç gün sonra Fetva Emini Ali Haydar Efendi tarafından Fatih Camii avlusunda halka okunmuştur. Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin (ö. 10 Ocak 1920) İslâm’da Cihâd adlı risalesi (Dersaâdet 1333), bu babda zikredilmesi gereken eserlerden birisidir. Maraş’ta Milli Mücadele’nin önde gelen isimlerinden biri olan Ali Sezai Kurtaran’ın (1867-11 Haziran 1937) Seyfu’l-Kaviyyu’l-Metin fî Nasri’l-Müslimîn[3] (1339) isimli kitabı da, cihad üzerine yazılan bir eserdir. Kendisine “Kurtaran” soyadı, zamanın valisi Fahrettin Kiper’in teklifiyle, Maraş’ın kurtuluşunda gösterdiği mücadelelerden dolayı verilmiştir.[4]
Sadece Osmanlı coğrafyasında değil, her yerde konu hakkında muhtelif eserler yazılmıştır. Pakistanlı büyük dava ve hareket adamı Mevdudi’nin (25 Eylül 1903- 22 Eylül 1979) yirmili yaşların ortasındayken yazmış olduğu el-Cihâd fi’l-İslâm (İslam’da Cihad) adlı kitabı, bölgede ve dünyada büyük yankı uyandırmış, yazarın en önemli eserleri arasında kabul edilmiştir. Mezkûr kitap 1927’de önce Cemiyet gazetesinde yazı dizisi olarak yayınlanmış, ardından bir kitap haline getirilmiştir (Azamgarh 1930). Bu hususta Hasan el-Bennâ’nın (14 Ekim 1906-12 Şubat 1949) er-Resâil kitabı içinde yer alan cihad bölümü de kaydedilmelidir. Bu bölüm, mezkûr kitabın çevirisinde yer aldığı (Risaleler, Hikmet Yayınları, İstanbul, Mart 1980, (çev.: Hasan Karakaya-H. İbrahim Kutlay) cilt I, syf. 107 vd.) gibi müstakil olarak da basılmıştır (Cihada Davet, Sinan Yayınevi, İstanbul 1977, (çev.: Ali Arslan)). Söz konusu bölüm Seyyid Kutub, Mevdudi ve Hasan el-Benna’nın konu hakkındaki yazılarından oluşan İslâmda Cihad adlı derlemenin (Seyyid Kutub İslâmda Cihad, (Çev.: Akif Nuri) Çağrı Yayınları, İstanbul 1980) içinde (syf. 67 vd.) de bulunmaktadır.
***
Cumhuriyet sonrasında yaşanan sosyo-politik gelişmelerden dolayı ülkemizde cihad konusunun ele alınmaması, gayet doğal görülmelidir. Bu suskunluk dönemi, oldukça uzun sürmüştür. Görebildiğimiz kadarıyla, 1980’e kadar, başlığında cihad kelimesi geçen üç kitap vardır. Bunların ilki, Mehmed Kemâl Pilavoğlu’nun (1906-02 Ocak 1977) Kur’ân-ı Kerîme Göre Cihad’ıdır (Ankara 1965). Yazar kitapta cihad ile ilgili ayetleri surelere göre sıralayarak önce mealini vermiş sonra da “Aydınlatma” başlığı altında kısa bir izahta bulunmuştur. Diğeri ise, Abdulkerim Abdulkadiroğlu’nun (12 Haziran 1944-02-20-2006) İslam’da ve Günümüzde Cihad (İstanbul, Ahmet Sait Matbaası, 1968) adlı eseridir. Yazar burada önce cihad ile ilgili ayet ve hadislere yer vermiştir. Ardından davet prensiplerinden söz etmiştir. “Din; akıl, mantık ve ilimle çatışır mı?” sorusuna cevap aradıktan sonra Müslümanlara düşen vazifeyi anlatmıştır. Son olarak yabancı gözüyle İslâm’ı ele almıştır. Bu konunun cihadla alakası yoktur. Sonuncusu ise Bekir Başarıcı’nın, Cihad ve Mücahid (İstanbul 1975, TÜRDAV, 204 syf.) adlı çalışmasıdır. Eser, yazarın Mardin İmam Hatip Lisesi müdürü olduğu yıllarda yazılmış, basımı ise 1975 yılında gerçekleştirilmiştir. Önsözün tarihinin, 25 Mayıs 1972 olduğunu belirtelim. Bundan Cihad ve Mücahid’in yazıldıktan üç yıl sonra basıldığı anlaşılmaktadır. Kitap, iki konu ve kavramı iki bölümde işliyor. Önce cihadı, sonra da mücahidi. Kitabın ikinci baskısında, önsözden önce merhum Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi’nin (1925-5 Mart 2011) takdimi yer almaktadır (ss. 5-10).
Üzerinde duracağımız Mehmed Zahid Efendi’nin cihad anlayışı, büyük ölçüde merhumun iki kitabına dayanmaktadır. Bunların ilki Tasavvufî Ahlâk (Bahar Yayınları, İstanbul 1975), diğeri ise Cennet Yolları’dır (Sönmez Neşriyat, İstanbul 1979). Her iki kitapta bulunan konu ile ilgili yerler, daha sonra Seha Neşriyat tarafından Cihad (1984) adıyla kitaplaştırılmıştır. Bu kitap üzerinde az sonra duracağız. Bundan dolayı Hocaefendi merhumu da 1980 öncesinde cihad konusuna eğilenlerden addetmede bir mahzur olmadığı kanaatindeyiz.
Mehmed Zahid Efendi hakkında bir yazı yazmaya karar verdiğimizde kendisinin eserlerini listeleyip ne yazabileceğimizi düşündük. Neticede cihad konusu ön plana çıktı. Kotku Hocaefendi’nin kitaplarından bazı konuların kitapçıklar halinde Namaz, Hac, Temizlik gibi isimlerle basıldığı malumumuz idi. Bu cep boy kitaplar arasında Cihad (Seha Neşriyat, 1984) da vardı. Cihad’ı elde ettiğimizde başındaki sunuş yazısı, bizi kitabın derleme değil özgün olduğu fikrine sevk etti. Bunun sebebi, oradaki şu cümle idi: “Mehmed Zâhid b. İbrahim el-Bursevî (k.s.) tarafından kaleme alınan bu küçük risâlede cihâd, mücâdele ve mücâhedenin gerçek yönlerini bulacaksınız.”[5] Bu cümle, okuyucuyu doğal olarak kitabın özgün olduğu düşüncesine yönlendiriyordu. Kitabı okuma sürecinde Hocaefendi’nin Tasavvufî Ahlâk, Cennet Yolları gibi kitaplarına müracaat ederek Cihad’da yer alan konuların onlarda da ele alınıp alınmadığına baktık. Evet, bu konular bazen aynı başlık bazen de farklı başlık altında adı geçen kitaplarda yer almaktaydı. Sonuçta elimizdeki eserin özgün olmadığına kesin kanaat getirdik. Yayıncı bizi yanlış bir düşünceye itmişti. Bu hususu belirtmeden edemedik.
Biz Mehmed Zahid Hocaefendi’nin Cihad Anlayışı’nı, bir derleme olan Cihad’ı esas alarak ele alacağız. Ancak kaynak olarak konuların anlatıldığı kitapları vereceğiz. Eğer yerini bulamadıysak o zaman Cihad, kaynak olarak zikredilecektir. Zira burada yer alan bilgilerin, Zahid Hocaefendi’nin banda kaydedilen vaaz ve sohbetlerinden deşifre edilmiş olma ihtimali vardır.
***
Hocaefendi, cihadın “var kuvvetini harcayarak çalışmak” anlamına gelen cehd kökünden geldiğine dikkat çekerek cihadın dil ucu ile biraz yardım ile biraz emekle olmayacağı düşüncesindedir. Onun cihad tanımı şöyledir: “Hakkı muhafaza ve müdafaa edebilmek için var kuvveti ile, gücünün son noktasına varıncaya kadar çalışmak, ya şehid olmak veya kalıp gazi olmak manalarına hem kendini ve hem de memleketini düşman istilasından korumak için canı bahasına çalışmak demektir.”[6] Ancak o günümüz şartlarının değiştiğine, zamanın ok zamanı değil uçak, atom ve bilgi zamanı olduğuna işaret etmektedir. Ona göre günümüzde, nüfusun da cesaretin de bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Hocaefendi merhum, genel olarak daima üretimden yanadır. Silah konusunda da aynı düşünceyi taşımaktadır. Şöyle der bu konuda: “Düşmana düşmandan daha fazla kuvvet ve kudrette olmak ve bunları onlardan almak suretiyle değil, bilfiil daha iyisini ve daha güzelini ve daha kuvvetlisini onlardan daha çok ve daha muntazam bir şekilde yapmakla üstün gelinir.”[7] Bu cümlede geçen kelimelere bakıldığında her birinin özenle seçildiği görülecektir. Mehmed Efendi’nin cihadı ele alırken “var kuvvet” ifadesini tekraren zikrettiği görülür. Nelerin cihada dâhil olduğu hakkında ise şöyle der: “Allah yolunda ve yalnızca O’nun rızasını kazanmak için yapılan her hareket cihada dâhildir.”[8]
O, günümüzde cihadın değiştiği, artık en kuvvetli din ve dünya ilimlerine, sanata, ticarete tamamen hâkim olunmadıkça hürriyetin elde edilemeyeceği fikrindedir.[9] Hocaefendi’ye göre İslâm’ın muhafazası iki güce dayanmaktadır. Bunların ilki, memleketin muhafaza ve müdafaası için cihad denilen askeri güç, diğeri de halka dinini öğretecek ilim sahipleridir. Bunların birçok alt kolunun bulunduğunu, her birinin lazım olduğunu, bunlar olmadan ne memleket savunmasının ne de eğitim-öğretim yapılabileceğini belirtir.[10]
Mehmed Zahid Kotku, İslâm’ı üçe ayırır: ednâ (en alt: Müslüman olmak), evsat (orta: İslâm’ı yaşamak) ve âlâ (en üst: İslâm’ı yaymak). En üsttekinin cihad olduğunu vurgular. Ardından şunu söyler: “Müslüman olduktan sonra, Allah aşkı, İslâm aşkı, iman aşkı, Peygamber aşkı için, diğer insanların da bu iman ve İslâm nimetlerinden faydalanması için muharebeye, mücahedeye, dövüşe, üstün bir vaziyette hazır olması, İslâm’ın en yüksek makamı, en alâ makamı olarak gösterilmektedir. Binaenaleyh, bu makama ibadetle ulaşmak mümkün olmayacağından, bu makama ancak efdal-i ümmet olan mücahidlerin nail olabileceği bildirilmiştir ki, ne kadar doğrudur.”[11]
Hocaefendi merhum, cihada hazırlık konusuna da eğilmiştir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetin bulunduğunu ifade eder, özellikle iki yerde Enfâl suresinin 60. ayet-i kerimesini zikreder. Bu ayetin gereğinin ihmal edildiğini, Ashab-ı Kehf gibi uykuya dalındığını söyler.[12] Mücadeleden, mücahededen soğumayı, kaçmayı, ehemmiyet vermemeyi ve gereği gibi hazırlanmamayı, affedilmeyecek büyük bir kabahat olarak görür.[13] Ona göre bugünün savaş tekniklerini bilmemek, öğrenmemek, düşmandan daha üstün bir duruma geçmemek, savaş araç ve gereçlerini yabancılardan satın alma zihniyetini terk etmemek, çok acı ve yanlış bir harekettir. Oysa dinimiz bize bunların en iyisini, en güzelini, en üstününü yapmamızı emretmektedir. O, topu, tankı, uçağı, bunların malzemelerini, hatta benzinini, mazotunu vesairesini düşmandan alarak savaş yapılamayacağına dikkat çeker.[14] Mehmed Efendi, kadın erkek, çoluk çocuk bütün Müslümanların cihada hazırlanmasına vurguda bulunur. Çünkü bir mümin gazalara gitmeden, gazaya hazırlanmadan ölürse o, münafıklıktan bir şube, bir parça üzerine ölür. Yine bir insan gaza etmez veya gazaya giden bir Müslümanı teçhiz etmez veyahut bir gazinin evine bakmazsa, böyle birinin başına büyük felaketler geleceğini söyler.[15] O, ahiret için yapılan ilim, amel, cihadlar ve cihad için yapılan bütün hazırlıkların ahirete dâhil olduğunu söyler, bunları yapan kişinin dünya ve ahirette ecre sahip olacağını, ödüllere ulaşacağını belirtir.[16] Hocaefendi, savaşlardaki üstünlüğün paraya ve iktisadi üstünlüğe dayandığı, dolayısıyla başkalarının eline bakanların başarılı olamayacakları fikrindedir. Bunun için de iktisatlı davranmayı ve ona göre yaşamayı tavsiye eder.[17] Bu konuda israftan uzak durma üzerinde önemle durur, şu atasözünü aktarır: “İşten artmaz, dişten artar.”[18]
Zahid Efendi, cihad ile hicret arasında bir ilişki, bir irtibat olduğu kanaatini taşımaktadır. İslâm’ı yaşama konusundaki zorluklar, beraberinde hicreti getirir. Hicret, içinde birçok sıkıntıyı barındırır. Bunları tanımayan, bilmeyen biri, baştan sona sıkıntı ve meşakkat olan cihadı yapamaz. Hicret, cihad için deyim yerindeyse bir hazırlıktır. Hicret başta evi, yurdu olmak üzere insanın sevdiği, bağlandığı birçok şeyi tek etmesidir. Müslümanlıkta Hıristiyanlıkta olduğu gibi ruhbanlığa yer olmadığını, bizde asıl olanın cemaat olduğunu, birlikte yaşamak ve hareket etmek olduğunu belirttikten sonra şunun altını çizer: “Müslümanlığın ruhbanlığı cihaddır.”[19] Cihad ehli olmayan birinin, ne kadar âlim olursa olsun memleketinin bir gün düşman istilasına uğrayacağını, düşmanın nice vahşetinden inleyerek ölmeye mahkûm olacağının açık olduğunu belirtir.[20]
Hocaefendi’nin cihadla birlikte zikrettiği diğer bir kavram da, ribattır. O, ribatı şöyle tanımlar: “Ribat, muharebelerde düşman karşısında sebat edip beklemek, gazâya ve Allah’ın dinine yardım etmek ve sair malzemesiyle hazırlıklı olarak beklenen yerlerdir.”[21]
Onun cihadla ilişkilendirdiği diğer bir kavram da ilimdir. Mehmed Zahid Hocaefendi’nin ilme karşı tutumu çok belirgindir. İlme, âlime fevkalade kıymet verdiği bilinir. Cennet Yolları adlı eseri, ilimle ilgili çeşitli meseleleri ihtiva etmektedir. İslam’ın hayat ve bekasının ilimle olduğunu, ancak ilim kapısının yıllarca kapalı olduğunu vurgular. O, İslam için çalışmak isteyenlerin mutlaka ilme yönelmeleri gerektiğini ifade eder. Fabrika kurulmasına büyük ehemmiyet veren Kotku Hocaefendi, bu bağlamda şunu söyler: “Kurtuluş fabrikalarda değil, ancak ilim ve cihad iledir. Fabrika bunlar için lazımdır. Yani; cihada hazırlıktır.”[22]
Başka bir yerde kılıç, top, tüfek, uçak, atom, füze ve diğer silahların bir sınırı olduğunu belirtir, asıl olanın ilim olduğuna dikkat çeker. Çünkü ilmin bir sınırı yoktur. Ona göre İslam’ın yayılmasının yegâne sebebi, İslam’ın ilme ve âlimlere çok ehemmiyet vermesidir.[23] Hocaefendi’ye göre, dinin muhafazası ve yaşaması için iki şeye ihtiyaç vardır. Bunların ilki cihad, diğeri ilimdir. Bu ikisinin ruhla beden gibi birbirlerinden ayrılmasına imkân yoktur. Cihad için ilme ihtiyaç mecburidir. Zira ilimsiz cihadlar büyük zararlar doğurur. Bugün cihad için bilgi, kuvvet ve ilme ne kadar ihtiyaç duyulduğunu yazmaya bile lüzum yoktur. Herkes görmekte ve bilmektedir ki kuvvetle bilgi yan yanadır.[24] Hocaefendi başka bir yerde muharebelerin en kuvvetlisinin ilimle olan muharebe olduğuna işaret eder. Çünkü bugünün silahı olan toplar, bombalar ve diğer savaş malzemeleri sadece bulundukları yeri yakarlar. Daha uzağa gidemezler, sahaları dardır. Ancak ilim böyle değildir. O, eserleriyle mecmualarıyla dünyanın dört bir tarafına gider. Süngülerle ele geçirilen yerlerin daha sonra düşmana terk edilmesi, çokça görülen hadislerdendir.[25]
Zahid Efendi cihadı üçe ayırır: Düşmanla dövüşmek, şeytanla mücadele etmek, nefisle mücadele etmek.[26] Konu daha ayrıntılı incelenmek istenirse bu takdirde sekiz kısma ayrılabileceğini ifade etmektedir. Bunları da şu şekilde sıralar: Küffara karşı cihad, Mülhidlere karşı cihad, Hak ve hakikate çağrı için cihad, Nefisle cihad (Heva ve heves ile mücahede), Şeytana karşı cihad, Kötü adet ve alışkanlıklara karşı cihad, Cehalete karşı cihad, İyiliklere sahip olmak için cihad.[27] Ona göre cihadın en faziletlisi, küfürden kendisini kurtarıp iman ve İslâm ile şereflenmek, sonra da bizim kemâlimize engel olacak bütün günah ve kötü huylardan sıyrılmak için nefsiyle, onun istekleriyle mücadele ve çarpışmaya devam etmektir.[28]
Hocaefendi merhum, nesillerimizin yetiştirilme tarzlarına itiraz eder. Tasavvufî Ahlâk’ın ihtiva ettiği konulardan biri de “Cihat Ruhundan Uzak Bir Nesil”[29]dir. Nesillerimizin dinden ve İslâm’dan çıktığına işaret eden Kotku Hazretleri, perişan halimize bakıp da kimsenin bir pişmanlık belirtisi göstermediğinden yakınır. Bunu herkesin halinden memnun olması olarak yorumlar ve sözünü şöyle bağlar: “Kazançlarına dokunmasınlar da memleket ne olursa olsun.”[30]
[1] Eserin tam adı, el-Âbir fi’l-Ensâr ve’l-Muhâcir ve’l-Cihâd ve’l-Gazv ve’ş-Şühedâ maa Ahkâmiha ve Hakâikihâ ve Dekâyikihâ ve Tefâsîrihâ ve Envâihâ ve Fezâilihâ’dır. Bu kitap hakkında ayrıntılı bir değerlendirme için bkz.: Ömer Faruk Habergetiren, “Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî’nin el-’Âbir fi’l-Ensâr ve’l-Muhâcir İsimli Eseri ve Fıkhi Yönden Değerlendirilmesi”, I. Uluslararası Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Sempozyumu Bildiriler Kitabı (03-05 Ekim 2013 Gümüşhane), 2014, s. 697-708.
[2] Söz konusu fetva için bkz.: Ali Satan, “Hilafet ve Cihad Çağrısı”, Derin Tarih Dergisi, 1. Dünya Savaşı Özel Saayısı, syf. 32 vd.
[3] Yeni harflerle basım çalışmasının yapıldığı söylenen eser (Faruk Çiftçi, “Osmanlının Yetiştirdiği Son Ulemadan Şeyh Ali Sezai Efendi’nin Defterlerinden Hutbe Örnekleri”, Uluslararası Osmanlı Döneminde Maraş Sempozyumu 4-6 Ekim 2012, 2013, cilt: I, s. 258), muhtemelen Ahmet Güneş’in Maraş Kurtuluş Harbi-Cihad Risalesi adıyla hazırladığı (Dulkadiroğlu Belediyesi, 2015) eserdir.
[4] Faruk Çiftçi, “Osmanlının Yetiştirdiği Son Ulemadan Şeyh Ali Sezai Efendi’nin Defterlerinden Hutbe Örnekleri”, Uluslararası Osmanlı Döneminde Maraş Sempozyumu (4-6 Ekim 2012), 2013, cilt: I, syf. 257.
[5] Mehmed Zahid Kotku, Cihad, Seha Neşriyat 1984, syf. 10.
[6] MZK, Cihad, syf. 13
[7] MZK, Cihad, syf. 14
[8] MZK, Cihad, syf. 14
[9] MZK, Cihad, syf. 26-27
[10] MZK, Cihad, syf. 28
[11] Mehmed Zahid Kotku, Tasavvufî Ahlâk, İstanbul 2017 (1. bsk.), Server Yayınları, IV, 217-218
[12] MZK, Cihad, syf. 29-30
[13] MZK, Tasavvufî Ahlâk, II, 168
[14] MZK, Tasavvufî Ahlâk, II, 169
[15] MZK, Cihad, syf. 33-34
[16] MZK, Tasavvufî Ahlâk, V, 235
[17] MZK, Cihad, syf. 34
[18] MZK, Tasavvufî Ahlâk, II, 222; III, 14
[19] MZK, Cihad, syf. 17
[20] Mehmed Zahid Kotku, Cennet Yolları, İstanbul 2018 (4. bsk.), Server Yayınları, syf. 188
[21] MZK, Cihad, syf. 19
[22] MZK, Cennet Yolları, syf. 229
[23] MZK, Cihad, syf. 31
[24] MZK, Cennet Yolları, syf. 273
[25] MZK, Cennet Yolları, syf. 249
[26] MZK, Cihad, syf. 49
[27] MZK, Cihad, syf. 49. Ayrıca bkz.: MZK, Tasavvufî Ahlâk, IV, 231-235
[28] MZK, Cennet Yolları, syf. 72.
[29] MZK, Tasavvufî Ahlâk, II, 165
[30] MZK, Tasavvufî Ahlâk, II, 166