Yitik Cennetin Yolunda

İşte Yitik Cennet’in hikâyesi kısaca budur. Bu hikâyede bin bir türlü elem ve kedere rağmen hep yeniden yeşeren bir umut vardır, hep bir yeniden doğumun sancıları hissedilir. Hep bir çağrı vardır, bütün nesillere ve çağlara. Bu çağrı diriliş çağrısı; insanlığın dirilişinin çağrısıdır.

Musa KIRCA

A. Sezai Karakoç’un Aziz Hatırasına

Güneşin doğuşu heyecan, batışı hüzün verir. Ancak, hem fecri hem de gurubu birlikte hissetmiş, üç kuşak öncesinden beridir sadece gurup vakitlerini görmüş, duymuş, evlatlarını batıya göndererek kaybetmiş sorumlu bir insanın yüzü, işte bu nedenle hüzün çizgileriyle doludur.

Bu yüzde; insanlık tarihini Hz. Âdem (as) ile başlatan bir bakış açısıyla Habil hüznünü görmemek mümkün müdür? Zira insanlığın ilk kırılma noktası, bir babanın iki oğlu Habil-Kabil arasında yaşanır.

Bu yüzde; tevhid dininin yeryüzünde ilk inşacısı olan ve şirke karşı kavmini uyarma görevi yüzyıllar boyu süren Hz. Nuh’un (as): “Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim davetim, ancak onların kaçışını artırdı. Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler. Sonra ben onları açık açık davet ettim. Onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum. Rabbim! Gerçekten onlar bana karşı geldiler. Malı ve evladı, ancak kendi hüsranını artıran kimselere uydular ve şöyle dediler: Sakın ilâhlarımızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Sûva’yı, Yeğus’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.” diyerek, tevhid dinine karşı şirkin karanlık duvarlarını ören kavminin inatçı tutumu sonucunda, “Ey rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.” şeklinde derdini dile getiren Hz. Nuh’un (as) elem ve kederini hissetmemek mümkün müdür?

Mümkün müdür; verdiği tevhid mücadelesi nedeniyle atıldığı şirkin ateşinde serinlikle yürüyen Hz. İbrahim’i (as) görmemek? Atası Hz. İbrahim’in emanetini taşıyan Hz. Yakup’un (as) evlat acısıyla yoğrula yoğrula, bin bir badireden sonra Mısır’a yeni bir toplum düzeni inşa eden Hz. Yusuf’un açtığı yeni bir toplum sayfasını görmemek?

Bu yüzde; karanlık Tuva vadisinde diriliş meşalesini görüp, ehline bir çıkış yolu bulmaya yönelen ve böylece yeryüzünde tevhid dininin bağımsızlık ve egemenlik ateşini tutuşturan Hz. Musa’yı (as) ve kavminin nankörlüğünü, Hz. Süleyman (as) ile tevhid dininin yeryüzünde mutlak egemenliğinin kuruluşunun sevincini, Hz. İsa’nın (as) Hz. Musa’dan (as) devraldığı ilâhi mesajı, insanlığın odak noktası Kudüs’ten dalga dalga bütün bir yeryüzüne yaymasını, ancak henüz hayattayken teslis inancıyla kavminin sapıttığını, bu yetmezmiş gibi kendisini çarmıha germelerinin acısını çağlar boyu hissetmemek mümkün müdür?

Nihayet bu yüzde; Hz. Muhammed (as) ile evrensel tevhid dininin tekâmül noktasına eriştiğini, ama insanlık değerlerinin sürekli yozlaştırıldığını, zulmün her fırsatta, bütün imkânlarıyla nebilerin, resullerin yolunu karartmaya çalıştığını gören, gözlemleyen bir kalbe sahip yüzün, büsbütün bir tevhid tarihinin adeta hüzünden bir haritası gibi olduğunu görmemek mümkün müdür?

İşte Yitik Cennet’in hikâyesi kısaca budur. Bu hikâyede bin bir türlü elem ve kedere rağmen hep yeniden yeşeren bir umut vardır, hep bir yeniden doğumun sancıları hissedilir. Hep bir çağrı vardır, bütün nesillere ve çağlara. Bu çağrı diriliş çağrısı; insanlığın dirilişinin çağrısıdır.