Zor Yazı

Bu kıymetli miras için hemen şimdi söyleyebileceğimiz birkaç cümle elbette yetersiz olacaktır. Yapmamız gereken, bundan sonra bu mirasa daha çok sahip çıkmak ve onun eserlerini daha iyi anlamaya, kavramaya, çalışmak yine gençlere onun eserlerini okutmaya gayret etmektir.  

Şakir KURTULMUŞ

Yazar- Şair

Büyüklerimizin, önderlerimizin aramızdan ayrıldığı haberlerini aldığımızda yaşıyoruz genellikle bu zorluğu. Boğazımız düğümlendiği gibi kalemimiz de düğümleniyor birden. Neyse ki bu düğüm fazla uzun sürmedi ve bu ‘Zor Yazı’yı yazabildim.  

.

Üstad Sezai Karakoç’un vefat haberini bir arkadaşın telefonu ile aldım. Telefonu kapatınca sosyal medyadaki haberlere hızlıca göz attım. Haber doğruydu. Üstad bu dünyadaki yolculuğunu tamamlamış, gerçek hayata doğru yeni bir yolculuğa hazırlanıyordu. Bu saatten sonra yoğun bir telefon trafiği ile bundan sonra yapılacak işler, cenaze hazırlıkları gibi konuları takip etmeye başlamıştık. İstanbul’dan, şehir dışından pek çok arkadaşımız haberi doğrulamak için arıyor, cenazenin ne zaman, nereden kaldırılacağını öğrenmek istiyordu. Bir arkadaşımız, Azerbaycan’dan dostlarının aradığını, cenaze namazının ikindide kılınması halinde yetişebileceklerini, buna göre yola çıkacaklarını söylüyordu. Henüz bu program netleşmemişti ama muhtemelen ikindi namazına hazır olabileceğini umduğumuzu söyledik. Program ayrıntıları belli olunca haberler her yere ulaştı ve ertesi günü “Şehzadebaşı’nda Gün Doğmadan” yeni bir sabaha, öksüz kaldığımız bir sabaha uyandığımızı gördük.

Vefatından bir gün önce pazartesi günü, akşam saat sekiz sıralarıydı, Fındıkzade’den geçerken Diriliş Yayınları’nda ışıkların yanmadığını gördüm. Son zamanlarda çoğu zaman akşamları yayınevinin ışığı yanmıyordu çünkü, üstad sağlık sorunları yaşıyordu ve hastalığı nedeniyle yayınevine pek gelemiyordu. Üstad galiba rahatsız, bugün ışıkları yanmıyor yayınevinin, kimse yok herhalde diye düşündüm, garip bir hüznün damarlarımda dolaşmaya başladığını hissettim. Onun bu dünyaya veda edip, yeni bir hayata yolcuğa çıktığı haberinin bizde nasıl bir karşılığı olacağını düşünmeye başladığımda, bir an önce bu düşüncelerden sıyrılıp, kendisi için en kısa zamanda sağlığına kavuşması ve hayırlarla karşılaşması için dua etmemiz gerektiğini düşündüm. Bu duygularla yayınevinin önünden ayrıldığım o gecenin ertesi günü, ayrılık haberi geldi.

Bu haberin bizi alıp götürdüğü yerde bir yalnızlık hissi… Etrafımızın, içinde daha önce kendisinin de yaşadığı bu dünyanın, birden nasıl da tenhalaştığını, bizi nasıl bir hüzne bürüdüğünü anlamaya çalışıyoruz.

Onun aramızda oluşunun bize kazandırdığı güvenin, bugün artık zayıfladığını ve vedası ile birden bu güvenli ortamın kaybedildiği hissine kapılıyoruz. Onun yokluğuna nasıl alışacağımız sorusu ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Bir yandan üstadın yokluğuna alışmanın zorluğunu anlamaya çalışırken diğer yandan onun menzilini düşünüp, ötelere yolculuğa gittiğini, yeni bir hayata adım attığını, gideceği yerde güvende ve mutlu olacağı hissiyle içimizde büyüyen bir sevinç dalgası yayılıyor…

Üstadın aramızdan ayrılışının bizde bıraktığı hissiyatı hafifletmeye çalışırken, en güçlü dayanağımızın onun bize miras bıraktığı, bize armağan ettiği “Diriliş Düşüncesi” ve kıymetli eserleri olduğunu görüyoruz.

Bu kıymetli miras için hemen şimdi söyleyebileceğimiz birkaç cümle elbette yetersiz olacaktır. Yapmamız gereken, bundan sonra bu mirasa daha çok sahip çıkmak ve onun eserlerini daha iyi anlamaya, kavramaya, çalışmak yine gençlere onun eserlerini okutmaya gayret etmektir.  

Sabahın erken saatlerinden itibaren cenaze namazı için Şehzadebaşı Camii’ne gelip avluyu ve camiyi dolduran topluluk, sadece bir “kalabalık” değildi.

Diriliş neslinin uzak yakın her beldeden, şehirden, çevre ülkelerden gelen bağlılarıydı.

Üstad Sezai Karakoç için son görevlerini yerine getirmek üzere koşarak gelmişlerdi.

Görüşebildiğimiz pek çok arkadaşla, dostla, selamlaştık, başsağlığı dileklerimizi ilettik. Karşılaştığımız hemen pek çok arkadaşta, dostta, aynı hüzün vardı. Sezai Bey’in artık aramızda olmadığı gerçeğine inanmaya çalışıyorduk.

Cami avlusunu dolduranların hemen pek çoğunda derin bir düşüncenin varlığını görüyorduk. Tamam Sezai Bey artık aramızda yoktu, onu bir daha Diriliş Yayınları’nda gidip ziyaret edemeyecek, Yüce Diriliş Partisi’nin bürosunda düzenlenen bayramlaşmalarda tebrikleşip konuşmasını dinleyemeyecektik. Fakat geride bıraktığı mirasa sahip çıkma noktasında pek çok kişide aynı duyguların hâkim olduğunu hissedebiliyor, görüyorduk.

Sezai Bey’in kitaplarını hem biz hem de gençlerin yeniden okuyup değerlendirmesi gerektiğinin önemini konuşuyorduk avluda. Diriliş düşüncesinin olgunlaşan ortamında, yeni halkaların doğup büyümesi için, yeniden okumalarla gücümüzü tazeleyebileceğimizi, Sezai Bey’i tanımamış, görmemiş, okumamış gençlerle onu buluşturabileceğimizi, tanıştırabileceğimizi düşünüyorduk.

Sezai Karakoç’un şiirini Monna Rosa ile bir yere sıkıştırmaya çalışanların bu çabalarını, onun Taha’nın Kitabı, Hızırla Kırk Saat, Sesler, Şahdamar, Alınyazısı Saati, Leylâ ve Mecnun gibi kitapları da kapsayan toplu şiirleri Gün Doğmadan’ı daha çok okuyup anlamaya çalışarak değiştirebiliriz.

Sezai Karakoç şiirini sanki daha önce hiç okumamış gibi okumaya başlamalıyız yeniden.

Şiir, dün olduğu gibi bugün de bizim çıkış yolumuz olmaya, düştüğümüz yerden ayağa kaldırmaya devam edecektir.

Buradan başlayabiliriz.