Dil

Rabbimiz kitabını arı duru bir dille (Mübîn) indirdiğini beyan ediyor (Şuara, 195). Bu olgu üzerinde uzunca tezekkür/tefekkür etmeliyiz. Apaçık bir dille gönderilmiş kitabı hakkıyla anlayabilmek için apaçık bir dile sahip olmalı. Apaçık bir dile sahip olabilmek için ise hassasiyet ve gayret gereklidir. Pejmürde bir dille yüce anlamları taşımamız imkân dâhilinde değildir.

Kemal MANSUR

Halifelik gibi ayrıcalıklı bir paye ile yeryüzüne konumlandırılan insan, dil kullanabilme yeteneği ile diğer canlılardan çok daha zengin ifade yelpazesini haizdir.

Dil, insani aidiyetlerin en köklü ve kavilerinden biridir. Annenin kucağında bir coğrafyaya gözünü açan sabi, aynı zamanda bir dilin içine de doğmuştur. Dil ile büyür, dili büyütür. Hayatının tüm yoğruluşlarını dil ile anıtlaştırır.

Her birimiz bir dilin çocuğuyuz. Ana dili deriz. Annemiz, babamız, vatanımız gibi sadece bizimdir. Her kelime ile yeniden doğar, her kavramla yeniden anlar/anlamlandırır, her mısra ile yeniden titretiriz gönül tellerimizi.

Dil, insana has hasletleri bünyesinde barındıran canlı bir varlıktır. “İnsanların, duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşma, öteki kişilerle iletişimi sağlayan ortam” olarak tarif edilir. O da insan gibi güçlenir, zayıflar, değişir, unutur, hatırlar, coşar, dinginleşir, ölür. Hâsılı insanla beraber yaşar. Gâh insanın içinde yaşar gâh insanı içine alarak yaşatır.

Dil insana en çok da kendisi ile iletişiminde gereklidir belki de. Kendini tanıma, inancını anlamlandırma, muhasebe yapma, yeni ufuklar çizmede… Kendini tanımayan Rabbini tanıyamazdı çünkü. Kendini bilmeyen, evrendeki yerini belirleyemezdi tabii olarak.

Rabbimiz, Adem’i diğer mahlukata tanıtırken isimlendirme/kelimelendirme yeteneğine vurgu yapmıştır (Bakara, 33). Bu, insanın ontolojik anlamda dil ile ne denli kavi bir irtibat içerisinde olduğunu göstermesi bakımından manidardır.

İnsan için dil bir ayrıcalık olduğu gibi ayırt edicidir de. Yaşanılan farklı coğrafya, inanış, duygu ve imkân tecrübeleri farklı sesler, diller olarak vücut bulur. Her dil yaşanılan bir tecrübeler kümesini özelleştirerek sese dönüştürür. Bu anlamıyla dillerin farklılığı, insani tecrübe kümelerinin farklılığını ve özgünlüğünü de ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de dillerin ve renklerin farklılığının Allah’ın ayetleri olarak nitelendirilmesi üzerinde düşünmeliyiz (Rum, 22).

Dili salt kelimelere indirgemek yanlış bir yaklaşımdır. İnsan sadece kelimelerle değil lisan-ı hal ile de ifade eder kendini. Tıpkı etrafını sarmalayan canlı cansız nesneler gibi. Kâinatta yaratılmış her şeyin kendine has bir dili vardır. Ama tüm bu dilleri belirgin kılan, manalandıran, gün yüzüne çıkaran, aralarında irtibat kuran insanın dilidir. Bu zaviyeden baktığımızda, kâinat insanın dilince konuşur diye biliriz.

Dili ile barışık insan anlamına (da) gelen Müslüman, diline sahip çıkmalı onun için ihtimamla çalışmalıdır. Çünkü dil kalbin, beynin ve muhayyilenin göstergesi, dolayısıyla nizam-ı âlemin kurucu öznesidir. Dil ile tanıdığı değerlerini dil ile taşıyacaktır ağyara.

Müslümanlar günümüzde içine düşmüş oldukları anafordan kurtulmak için ilkin dillerine sarılmalıdırlar. Arındırılmış bir dil ile, hayatı anlamlandıran Kitab-ı Kerim’i ve onun müşahhas modeli Kutlu Elçi’yi anlama çabasına girişmelidirler. Din de sonuç itibariyle bir dille vücut bulmaktadır. Anlama/anlamlandırma sistematiği (dil yordamıyla) sağlıklı çalışmadıkça varılacak sonuçlar da sağlıklı olmayacaktır.

Rabbimiz kitabını arı duru bir dille (Mübîn) indirdiğini beyan ediyor (Şuara, 195). Bu olgu üzerinde uzunca tezekkür/tefekkür etmeliyiz. Apaçık bir dille gönderilmiş kitabı hakkıyla anlayabilmek için apaçık bir dile sahip olmalı. Apaçık bir dile sahip olabilmek için ise hassasiyet ve gayret gereklidir. Pejmürde bir dille yüce anlamları taşımamız imkân dâhilinde değildir.

Rasulullah ve kutlu arkadaşlarının dil hassasiyetlerinin ne denli yoğun olduğunu bilmemiz ve onları bu yönleriyle de örnek almamız gerekiyor. Aksi halde ittiba ediş iddiamızın eksik kalacağını bilmek durumundayız. Dillerini dinleri gibi ne denli hassasiyetle taşıdıklarını fark etmeliyiz.

Toplumların yaşadığı yahut yaşamaya yöneldiği gerçeklik, üretilen/kullanılan kelimelerde, ifade biçimlerinde ipuçlarını verir evvela. Bu veçhesiyle dil, sosyolojik bir test aracıdır. Bir şeylerin yolunda gitmediğinin işaretini ilk veren, dil olur çünkü.

Dilin dijitalleştirilerek yeniden üretildiği hal-i hazırda dil ile irtibatımızı daha fazla güçlendirmek zorundayız. Mücadelenin (cihad) en güzel örneklerini bize miras olarak bırakan bir önderin tâbileri olarak hayatın içerisinde aktif roller üstlenmeli, dilimizi kirleten etmenlere karşı maruf örnekler geliştirmeliyiz.

Hayatın içerisinde aktif olarak bulunmadıkça, tüketicilikten üreticiliğe terfi etmedikçe yani dili kirleten unsurlara karşı etkin kavramsal duruş geliştirip, alternatifler üretmedikçe lisanımızın dejenerasyonunu esefle izlemekten özge bir şey yapamayacağız.

Dile sahip çıkmanın en kestirme formülünü, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın Resulü şöyle veriyor: “Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi destekleyen ol. Beşincisi olma, helâk olursun!” Yani Cemil Meriç’in ifadesiyle tecessüs/arayış ateşini kalbimizde her daim harlı tutmak…

Dilin, dolayısıyla medeniyetin taşıyıcı kolonları olan kitaplarla irtibatımızı asla kesmememiz gerekiyor. Anlatının değişik türevlerine ait anıtsal eserleri döne döne okumalıyız. Kültürümüzün derinliğinin farkında olarak, damağımızda en azından tadımlık halleriyle aşındırmalıyız bulvarları. Dilimizin sağladığı imkânlarla tarihi ve kültürel derinliğimizin nefesini ensemizde hissederek değerlendirmeliyiz etrafımızda olup biteni.

Dilimizle irtibatımızı, muhabbetimizi sürekli kılan, kısa dahi olsa günlük okumalarımız olmalı. Şiirden hikâyeye geniş bir yelpazede ürünlerle hemhal olmalıyız. Aksattığımızda ruhumuzu rahatsız eden rutinler edinmeliyiz.

Başucumuzda Kur’an-ı Kerim yanında bir de sözlüğümüz hazır durmalı.

Kelimeleri ve kavramları daha yakından tanımalıyız ki cümlelerimizde yerli yerine koyalım, yanlış kullanım yoluyla ne kelimelerimize ne de cümlelerimize zulmedelim! Her evde bir sözlük mutlaka olmalı.

Bize ait bir dil tarafından kurulmayan dünya, bizim dünyamız olamaz. O halde dilimize hicretin hazırlıklarına başlayalım. Göreceğiz ki hicret sonrası fetihler peş peşe gelecek…