Şems-i Tebrizî’nin Vatanı: Tebriz II

Tartışmasız Doğudaki en büyük ve en önemli pazarlardan yani sizin anlayacağınız, kapalı çarşılardan biri burası. Tam bir yıl önce Şam ve Halep kapalı çarşılarında yaşadığım şoku bir kez de burada yaşıyorum desem inanır mısınız?

Rıdvan Canım

Prof. Dr., Trakya Üni. Edebiyat Fak.

Fotoğraf: Rıdvan Canım
Tebriz Kaçar Müzesi ya da Emir Nizam Evi

Aslında Tebriz, mutlaka bir bilenle gezilmeli. Bu müzelerin mahalle aralarında aranıp bulunması mümkün olsa da bizim gibi vakte “nakit” gözüyle bakan gezginler için bu eserleri saatlerce aramak can sıkıcı olmasa. Emir Nizam Evi’ne, Kaçarlar dönemine ait bir “Etnografya Müzesi” gözüyle bakıp bu konağı o niyetle gezebilirsiniz aslında. İçinde neler yok ki… Havuzlu, büyük bir bahçe içindeki iki katlı bu muhteşem binanın farklı odalarında giyim-kuşamdan tutun da paralara, el yapımı ev eşyalarına, porselen kaplara, çini, cam, metal eşyalara, müzik aletlerine, silah koleksiyonlarına varıncaya kadar sayısız antika eşya sergileniyor.

Sâhibü’l-Emr külliyesi diyebileceğimiz cami, medrese ve kapalı çarşıdan oluşan yapılar topluluğu modern şehir düzenlemeleri ile darmadağın olup her biri kavşağın ayrı bir tarafında kalmış. Tebriz’in aziz rûhunu taciz eden hatta hücre hücre öldüren bu modern şehir yaratma çabaları dünyanın her yerinde, eski, tarihî şehirlerin ortak kaderi, hatta en büyük derdi değil mi?

Tebriz’in önemli kavşaklarından biri sayılan bu noktada Ekberiyye Medresesi de yeni yolun neredeyse altında kalmış, tenhâ, sessiz görünümüyle Tebriz’in tarihî güzelliklerine güzellik katma sevdâsında.. Onun hemen yanı başındaki Sâhibü’l-Emr Pazarı, Tebriz’in en eski kapalı çarşılarından biri. Zaten Tebrizlilerin buraya “Köhne Bazar” demelerinden ve çarşının köhnemiş duruşundan buraya siz de olsanız bu ismi verirdiniz. Şimdi buralarda “bit pazarına nur yağıyor”.  Aslında bizim Tebriz’in yeni ve modern yapılarıyla pek de işimiz yok…! Çünkü biz Şems’in dolaştığı çarşılarda O’nun ayak izlerini arıyoruz. Sanki de bulur gibiyiz. Büyük Tebriz Kapalı Çarşısı’nın, -aslında onlarca kapalı çarşılar kompleksinin desem daha doğru olacak- işte tam onun karşısında, muhtemelen arada geniş bulvarların da açılmasıyla ortadan bölünen bu kapalı çarşıların karşı tarafında modern çarşılar sıralanmış. Siz bunlara “pasaj” da diyebilirsiniz. İşte bu çarşıların giriş kapıları üzerine çini ve mozaiklerle işlenen ve esasen bir İran yazı tarzı olarak bilinen “Talik” hattın bütün artistliği ile bezenmiş “çarşı isimleri” görünüyor. Bu manzara fazlasıyla heyecanlandırıyor beni. İşte 200-300 metre arayla sıralanan bu bölgedeki çarşıların görebildiğim isimleri:  Bâzâr-ı Şems-i Tebrîzî, Bâzâr-ı Mevlânâ, Bâzâr-ı Saîb Tebrîzî, Bâzâr-ı Katrân-ı Tebrîzî, Bâzâr-ı Emir Kebîr …  İşte eski Tebriz’in sakinleri. Ne vefalısın Tebriz…! Ne kadar ince, ne kadar zarif düşünceli insanlarsınız siz ey Tebrizliler…!

Ve Büyük Tebriz Pazarı. Baharat kokuları daha içeri girmeden yolda karşılıyor bizi. Tartışmasız Doğudaki en büyük ve en önemli pazarlardan yani sizin anlayacağınız, kapalı çarşılardan biri burası. Tam bir yıl önce Şam ve Halep kapalı çarşılarında yaşadığım şoku bir kez de burada yaşıyorum desem inanır mısınız? Hindistan’ın ve Seylân’ın kıymetli taşları, Malezya’nın baharatı, Keşmir’in insanı kendinden geçiren güzel kokuları ve şalları, Nişabur’un firuzesi, Gilan’ın ibrişimi… Tabii bütün bunları görmeden nasıl inanacaksınız ki?  Pazar uzunluğu içinde yer alan küçük hanları ve kervansarayları, mimarî üslubu ve içinde barındırdığı esnaf çeşitliliği bakımından Doğu dünyasının en değerli örneklerinden biri haline gelmiş. Tebriz pazarının kapladığı alan bir kilometre kareyi bulmakta. İçindeki küçük çarşıların ve kervansarayların sayısı ise yirmi civarında. Bursalı tüccar dostlarımızı bir kez daha takdir ettim burada. Bizde “ipek” denilince neresi hatırlanır? Tabii ki Bursa. İşte Bursalı tüccar dostlarımız, neredeyse Tebriz’in bu pazarlarını da ele geçirmiş durumdalar. Asırlar önce Tebriz’in kervanları doğunun has ipeğini, bin bir renkli kumaşlarını Anadolu’ya ve tabii ki Bursa’ya taşıyıp durdular. Ama şimdilerde iş tersine dönmüş gibi görünüyor. Gördük ki şimdilerde Tebriz’in kapalı çarşılarındaki dükkânların raflarını ve tezgâhlarını, Bursa’nın göz alıcı kumaşları süslüyor.

Uzun asırlar boyunca hem şehrin hem de bu bölgenin ticaret merkezi olmuş Tebriz çarşısı. İğneden ipliğe ne ararsanız bulabileceğiniz bir yer. Hele hele Tebriz’in o dünyaca meşhur saf ipekten dokunmuş halıları gözlerinizi kamaştıracak ve bu eşsiz sanat eserlerinin seyrine doyamayacaksınız. Kısacası tam masallarda dinlediğiniz türden mekânlar. Ayrıca, ihracat merkezi de olan Tebriz Pazarı, şehrin önde gelen tarihî binaları arasında yer alıyor. Tebriz’de şöyle gönlünüzce kaybolacağınız bir mekân mı arıyorsunuz, öyleyse buyurun Büyük Tebriz Pazarı’na…

Tebriz’de parkların, bahçelerin duvarlarını çevreleyen parmaklılar üzerinde yer alan ve bir bakıma bilboard görevini ifa eden tabelalar hayli ilgi çekici. Âyet ve hadislerden tutun da büyük şairlerden seçilmiş beyitlere ve mısralara varıncaya kadar neler neler… İşte seçebildiklerimden bazıları: “Namaz, cennetin kilididir”, “Kur’an, derde düşenlerin dermânıdır.”, “Namaz, benim gözümün nûrudur”. Sizin anlayacağınız her yer “mektep” buralarda.

Şehriyâr, Makbere-i Şu’arâ’da Yatıyor

Tebriz bir şairler şehri. Tebriz şiirin ana vatanı. Dünya’da Tebriz’den başka yetiştirdiği şairler için özel bir “Şairler Mezarlığı”na sahip başka bir şehir var mıdır acaba…? Tebriz’i çevreleyen tepelerin en yükseğinde, şehrin her yanından görülebilen bir anıt dikkati çekiyor. Tebriz’in yetiştirdiği şairler adına yapılmış bu anıt. Tepeye de “Şuara Tepesi” denilmiş. Hemen hepsinin kabri de orada. Kimler yok ki… Hümam Tebrîzî, Hâkânî-i Şirvânî, Zülfikâr Şirvânî, Mücîdüddin Bilikânî, Katrân-ı Tebrîzî, Magribî-i Tebrîzî, Ahmed Esedî-i Tûsî, Şâpur-ı Nişaburî, Şemseddin Şecâsî, Mevlânâ Lisânî-i Şirazî, Mevlânâ Şekîbî-i Tebrîzî, Mevlânâ Mânî-i Şîrâzî ve Zahîreddin Faryâbî… Buraya en son defnedilen şair ise Azeri Türkçesi’nin büyük ustası “Şehriyar” olmuş. Denilir ki Şehnâme’nin büyük şairi Firdevsî Farsça’nın, Türkçe’nin büyük şairi Şehriyar ise Azeri dilinin gelişip zenginleşmesini ve o zenginlikle yaşıyor olmasının güvencesi olmuşlar bu topraklarda.

Şehriyar’ı tanır mısınız, mutlaka tanırsınız da nasıl bilirsiniz Şehriyâr’ı, ne kadar tanırsınız? Şairin tam künyesi şöyle; Seyyid Ebulkâsım Muhammed Hüseyin Behzat Tebrîzî.  “Şehriyar bir Tebriz evladıdır. Maceralı ve çileli bir hayatı geride bırakıp öldüğü gün Şehriyar’ın hatırasına hürmeten Tebriz’de hiçbir dükkân açılmaz. Bütün Tebriz halkı matem alâmeti olarak karalar giyer. İran edebiyatındaki yeri dolayısıyla devlet tarafından birinci dereceli “Maarif Nişanı” ile taltif edilir, Tebriz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin en büyük amfisine ve Tebriz’deki okullardan birine onun adı verilir. Ayrıca daha sağlığında 16 Mart günü “Şehriyar Günü” olarak kabul edilmiş, ölümünden sonra da evi müze haline getirilmiştir. Şairin ölüm günü, onun anısına, İran’da “Milli Şiir Günü” olarak kutlanmaktadır.

“Heyder Baba dünya yalan dünyadı

Süleyman’dan, Nuh’dan kalan dünyadı

Oğul doğup derde salan dünyadı

Her kimseye her ne verip alıpdı

Eflâtun’dan bir kuru ad kalıpdı”

Dizelerinin büyük şairi Şehriyar, 1929 yılında önsözünü dönemin ünlü şairlerinden Bahtiyar, Nafisî ve Muhammed Tagrî Bahar’ın yazdığı ilk şiir kitabını neşreder. Onu “Şehriyâr” olarak asıl şöhrete kavuşturan şiiri ise bildiğiniz gibi “Heyder Baba’ya Selâm” adını taşır. Bütün Türk dünyasının dilinden düşürmediği ve 76 dile çevrilen meşhur bir manzumedir bu.. Merak edenler için yeri gelmişken söyleyelim ki “Heyder Baba”, Şehriyâr’ın köyünün üstünde kurulu olduğu dağın ismidir.

Evet, “Şehriyar bir Tebriz evladıdır. Tebriz kadar “gün görmüş”, Tebriz kadar sebatkâr, Tebriz kadar Müslümandır…” Acılar içinde bir ömür geçiren bu azîz rûhun kabrinde rahat ve huzur içinde olması için dualarımızı bırakıp ayrılıyoruz huzurundan. Hoşçakal Türkçe’nin bu topraklarda öldükten sonra bile yükselen sesi… Hoşçakal Tebriz’in derviş yürekli şairi…

Çarşı -Pazar Tebriz

Erzurum’a yolu düşenler bilirler, şehrin en önemli yerlerinden biridir Tebriz Kapı.  Şimdilerde sadece adı kalmış bu kapının karşılığını aradım Tebriz’de. Erzurum Kapı yok ama başka kapıları var Tebriz’in. İstanbul Kapı, Gecil Kapı, Bâgmîşe Kapısı… Serhâb Kapısı en tanınmış olanı. Bizim “Nargile” dediğimiz şeye Tebrizliler “Kalyan” diyor. Serhâb Kapı’da bir kalyan kahvesine giriyoruz. Kalyan çekemiyoruz ama büyük bardaklarla içtiğimiz çayın sayısını unutuyoruz. Bu kahvelerde sigara içmek yasak. Çok sıkı bir yasak olmasa da sigara içeni pek görmedik. Aslında dikkati çeken bir şey var burada. Sokaklarda sigara içen hemen hemen yok gibi. Bir zamanların Tebriz’ini daha yakından görmek ve hatta yaşamak isterseniz Makbere-i Şu’ara ziyaretinden sonra yolunuzu buraya, kadîm Tebriz’in kalbine düşürmelisiniz. Eski Tebriz’in eski insanlarını da tanıma fırsatı bulmanız mümkün buralardaki köhne dükkânlarda. Kalyan çeken gençlere diyorum ki: “Gençler bize müsaade, gece olmadan görmemiz gereken çok şey var Tebriz’de. Onun için bize Tebriz’in gündüzleri lâzım. Birisi hemen atılıyor: Ağa, bize de İstanbul’un geceleri lâzım…!” Kahvede bir kahkaha tufânı kopuyor. Bu zekice ve de içinde muzırca mânâlar barındıran hazır cevap karşısında gülmeyip ne yaparsınız?

İmam Humeyni Caddesi, Tebriz’i doğudan batıya iki parçaya bölen bir ana cadde. Bu caddenin bir ucunda Tahran’a giden ana yol, diğer ucunda ise Tebriz’in meşhur demiryolu istasyonu bulunuyor. 1960’lardan itibaren Tebriz, İran’ın büyük endüstri merkezlerinden biri haline gelmeye başlamış. Özellikle “Ak Devrim”le birlikte şehirde yeni imar faaliyetlerine girişilmiş, yeni ve geniş bulvarlar açılmış, yine yalnız İran’ın değil aynı zamanda Orta Doğu’nun en büyük ve en donanımlı istasyon binası Tebriz’de inşa edilmiş, böylece bir yandan yeni yapılan demir yollarıyla Türkiye üzerinden Avrupa’ya diğer taraftan da Orta Doğu’nun diğer ülkelerine bağlantı sağlanmış. Son yıllarda giderek büyük binalar, gökdelenler, iş merkezleri yapılmış ve yapılmaya hızla devam ediliyor Tebriz’de.

Hemen her binanın çatısında bir çanak anten göze çarpıyor. Hemen hemen her Tebrizli Türk televizyonlarını seyrediyor. Bazılarının söylediği gibi Türkiye’den yapılan televizyon yayınlarına getirilmiş bir yasaklamayı ben görmedim. Hatta gençlerin bu yayınlara olan ilgisi tahminlerin ötesinde denilebilir. Türkiye’de olduğu gibi İran’da da bilhassa gençler arasında cep telefonu salgını had safhada.

İran’a giderseniz ne yer ne içeriz diye meraklanmanıza gerek yok. Yemekleriyle damak tadımız uyuşuyor aslında. En meşhur yemekleri cilo veya celo kebap. Yanında mutlaka yağsız pirinçle yapılmış tepeleme bir tabak dolusu pirinç pilavı ile beraber. Üzerinde safran ve tereyağı mutlaka bulunmalı. Fakat hepsini bitirmeniz mümkün değil…! Ama illâ ki Abguş…! Canınız çorba isterse eğer “sub” demeniz gerekir garsonlara. Sub, şu İngilizce’deki “Soup”un İran’daki kardeşi. Çorba, etin suyuna diyorlar. Tebriz’in kızıl alabalığı, balı ve kaymağı da meşhur. İran’da somun ekmek yok. Yemeklerde lavaş veya sengek -fırında çakıl taşları üzerinde pişirilmiş lavaşa benzer ekmek- veriliyor. İran’da en güzel yemeklerin de Tebriz’de pişirildiğini üzerine basa basa söylüyor Tebrizliler. Açıktan alkol satışı yok İran’da. Çayı da Erzurumlular gibi “kıtlama” içiyor Tebrizliler.

Tabirimi hoş görün… Tebrizliler de bunu olumsuz mânâda anlamasınlar lütfen, Tebriz bir tarih mezarlığı aslında. Tarih müzesi mi demek lazım bilmiyorum. Şehir merkezinde, bugün bir toprak yığınından ibaret “Rub’-ı Reşîdî Kalesi” ve yine Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın yaptırdığı ancak bugün ortada adından başka bir şey kalmayan Hasan Padişah Mescidi’ni ise üstad Evliya Çelebi anlata anlata bitiremiyor. Tebriz’deki tarihî yapıların en önemlilerinden biri de Sultan Celâyir tarafından yaptırılmış olan 20.000 odalı muhteşem saraymış ama ne yazık ki bu muhteşem eserden de günümüze ancak “Devlethane” veya “Hane-i ikbal” diye bilinen bir kısmı ulaşabilmiş. Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde…! Kimler gelip kimler geçmemiş ki -ya da geçememiş- bu kadîm şehirden. Mesela meşhur hükümdar Gazan Han, Tebriz’de eski ismiyle Şam şimdiki adıyla Kara Malik Mahallesi’nde yatıyor. Ama ondan da bir eser kalmamış ne yazık ki. Yine Tebriz’in o meşhur eski kapılarından birinde efsanevî kumandan Efrasyab’ın kesik başının bulunduğu ve bu nedenle de bu kapının “Dervâze-i Sar” adını aldığı söyleniyor. Harzemşahların son hükümdarı, büyük kumandan Celaleddin Harzemşah da Tebriz’in fatihlerinden biri. Tebriz’in bir başka fâtihi meşhur Safevî Hükümdârı Şah İsmail. Annesi Alemşah Begüm’ü haksız cinayetlerine karşı çıktığı için bu şehirde cellatlarına boğdurmuş, kabri Erdebil’de Şeyh Safî türbesinde. Şah İsmail’in oğlu Şah Tahmasp bu şehirde doğmuş. Yine meşhur Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Tebriz’de oğlu Sultan Yakup ile birlikte kendi yaptırdığı Nasrıyye medresesi haziresinde medfun. Karakoyunlu Hükümdarı, aslen Mardinli olan ve “Hakîkî” mahlâsıyla şiirler yazan meşhur Cihanşah’ın da Tebriz’de medfun olduğunu bilir miydiniz? Yavuz Sultan Selim de Çaldıran zaferinden sonra Tebriz’e gelenler arasında bildiğiniz gibi.

Efendim, Tebriz’de daha daha nereleri gezip görelim derseniz Antik Kırk Kız Köprüsü’ne, Üstad ve Şakird Mescidi’ne, Kızıl Kümbed’e, Şeyh Şehabeddin Türbesi’ne, Gülşen-i Râz adlı eserin meşhur yazarı, büyük sûfîlerden Şeyh Muhammed Şebüsterî’nin türbesine gidebilirsiniz. Eğer hâlâ Tebriz’de gezecek başka yer kalmadı ama zamanımız da var diyorsanız, şehre yaklaşık 40-50 km. uzaklıkta, Sehend Dağı’nın eteklerinde kurulmuş bulunan Kendovan kasabasına gidebilirsiniz. Burası tabiri caizse İran’ın Kapadokya’sı. Mağara evleri ve balıyla meşhur, dünya kültür mirası listesi içinde yer alan Kendovan’ı -vaktiniz varsa- mutlaka görün, derim.

Tebriz’e yeniden dönmek üzere ayrılıyoruz. Hoşça Tebriz.