“Sen”

Üstad Sezai Karakoç’un yaşarken eserleri ve hayatıyla itinayla an be an meydana getirdiği portre artık başka şekilde, çok başka şartların kaideleriyle devam edecek. Öncelikle sanat, edebiyat, düşünce ve genel olarak sosyal bilimlerin çeşitli alanları bu portreyi anlamaya, kavramaya çalışacaklar. Üstad’ın eserlerinde çizdiği coğrafyanın düşünürleri ve sanatçıları onu keşfedecek, onun portresini bir millet aydını olarak tescil edeceklerdir.

Mustafa KİRENCİ

Yazar

Üstadın bir yazısının başlığıyla söyleyecek olursak “her insan kendi portresini çizer.” Bu herkes için böyledir. Bizler yaşarken, sürdüğümüz ömür boyunca an be an tutum ve davranışlarımızla, sahip olduğumuz düşüncelerimizle, adeta elimizde bir kalem, daima portremize yeni çizgiler ilave ediyoruz ya da daha önceki çizginin üstünden geçiyor onu daha da belirgin hale getiriyoruz. Bu yüzden bazı portreler unutulmaz, bazıları hatırlanmak istenmez, bazıları da kendileriyle birlikte kaybolur giderler. Bu genelgeçer durumun dışında bir de aydın, entelektüel, şair, düşünür, âlim diye vasfedebileceğimiz porteler vardır ki portresi milletin nezdinde çeşit çeşit görünümlerde kalıcı hale gelir. O portrelerin çizgilerini bazen eserleri, bazen yaşayışları, bazen de hem eser hem de yaşayışları bir bütün halinde tablo haline getirir. Sırf esere tekabül eden portre ya da eserin ortaya çıkardığı portre hayatımıza değil, belki daha çok zihnimize hitap eder oradan da okurun kabiliyetine göre hayata, yaşam pratiklerimize intikal eder, bir yaşam bilgisi ya da görgüsü meydana getirir. Batılı anlamda bazı aydın ya da entelektüel tipi gibi. Eserlerin ortaya koyduğu düşünceler kusursuz olsa bile onları yaşamış olmanın kattığı büyülü ışıltının bulunmayışı portreyi bizden uzaklaştırır. Yaşarken aniden bir sınav, bazen bir tercih olarak ortaya çıkan seçimler bir iyilik örneği mi olacak, kayıtsızlığın kolaylığına mı bürünecek, eser ile hayatın arasındaki uçurumu mu bize gösterecek bunu bize söz konusu kişinin sürdüğü ömür gösterecektir.

Bir de hayatı eserinin önüne geçenler vardır ki, onlar insanlığın erdem envanterinin sahipleridir. Mutasavvıfların hayatı, menkıbeleri –burada kastettiğimiz kerametleri değil hayata nüfuz eden davranışları, erdemleri–  bu zengin mirasın örnekleriyle doludur. Antikitenin bazı filozofları da bu grupta değerlendirilebilir. Onların bazılarından geriye yazılı bir metin kalmamasına rağmen yaşayışları, tutum ve davranışları nesilden nesile aktarıla aktarıla, evrensel portreleriyle çağları aşarak şimdiye nüfuz ederler. Hikmeti, çeşit çeşit görünümleriyle yaşatırlar.

Üçüncü olarak bahsettiğimiz eseri ve hayatı bir bütün olan; fikirleri yaşayışıyla ya da yaşayışı fikirleriyle örtüşenler vardır ki olan ile olması gerekenin insanın içini ışıtan ahengini geleceğe bahşederler. Tutarlılıkları, bazen asırlık bir çınar gibi, bazen de muhkem bir yapıyı ayakta tutan sütunlar gibi her bakışa güven verir. Bunlar hangi dilde yazmış olurlarsa olsunlar zamanla kendi dillerinin sınırlarını aşarlar. Eserlerinin konuları sınır tanımaz. Zamanla insanlığın ortak değeri haline gelirler. İnsanlığın geleceği için söyledikleri gelecek zamanın hamurunu mayalar.

Üstad Sezai Karakoç’un yaşarken eserleri ve hayatıyla itinayla an be an meydana getirdiği portre artık başka şekilde, çok başka şartların kaideleriyle devam edecek. Öncelikle sanat, edebiyat, düşünce ve genel olarak sosyal bilimlerin çeşitli alanları bu portreyi anlamaya, kavramaya çalışacaklar. Üstad’ın eserlerinde çizdiği coğrafyanın düşünürleri ve sanatçıları onu keşfedecek, onun portresini bir millet aydını olarak tescil edeceklerdir. Geçmişte Nizami, Molla Cami, Sadi, Mevlâna, Gazzali… ve daha yakın zamanlardan Muhammed İkbal, Mehmed Âkif, Muhammed Hamidullah gibi isimleriyle medeniyetimizin yapı taşı olma vasfını eşsiz eserleriyle daima berkiten; anlatabilmek için ancak birkaçından söz ettiğim bu kutlu listede yerini alacaktır Üstad. Buna kuşku yok. Bütün mesele Üstad’ın yaşamından ve eserlerinden bir ideal, görev ahlâkı, bilinçler sistemi çıkarabilmekte. Bu, gelecek nesillerin en aziz görevi. Bunun gerçekleşeceğine inanıyorum. Hem de kuvvetle. Onun cevher yüklü hazinesi, cevher-şinâslar yoluyla zamanın alnındaki mutena yere sahip olacaktır.

Özellikle milletimizin birliği için söyledikleri gelecekte yankı bulacaktır. İlk baskısı 1975’te yapılan şiirler serisinin dördüncü kitabı Zamana Adanmış Sözler için “orada yazılanlar zamanla anlaşılacak anlamında bu ismi verdim” demişti. 1980’de Diriliş Muştusu‘nda “Diriliş Akımı, bir yaşama tarzı davasıdır. Somutluk davasıdır bu yaşam davası. Aç kalan adamın karnını doyurma meselesi kadar somut ve zorunlu olmadıkça, asıl açılımını yapmış saylamaz.” diye yazmıştı. Zaman, onun fikirlerinin önemini ve zorunluluğunu gelişen olaylarla daha da elzem hale getirecektir. Yeter ki bizler hakiki açlığımızı keşfedelim ya da bizi oyalayan sahte tokluklarımızın farkına varalım. Bir örnek olması bakımından söyleyecek olursak, 1800 başlarında Almanca konuşan halklar yüzden fazla hükümete sahipken adım adım bunları edebiyatla, sanatla, düşünceyle birleştiren Goethe, Schiller, Kleist ve Almanların “çelik” lakabını verdikleri filozof Fichte olmasaydı bugün Almanya diye bir devlet olmayacaktı. Almanya’nın uyanışının müsebbibi olarak ilk elde Bismarck ve Moltke adı zikredilse bile, o uyanışın arkasındaki edebiyat, sanat ve ısrarla dile getirilen düşünceler olmasaydı Almanya bir birliğe kavuşamayacak, Alman ulusu doğamayacaktı. Almanlar bu doğumu sabırla, iradeyle gerçekleştirmenin örneği oldular. Sezai Karakoç bu anlamda kaleme aldığı metinleri ve konuşmalarıyla, bu geleceği vadetmiş olup öncelikle bu ideali dillendirilebilir, sonra da onu ulaşılabilir hale getirmiştir. Şiirden düşünceye bütün diriliş metinleri bunun çeşit çeşit yollardan anlatımlarıyla doludur. Bir ömre adanmış Sezai Karakoç mantığı, bu yol ve yöntemlerin çeşit çeşit örneklerini, bulgularını ortaya koymuştur. Yeter ki zihinlerdeki ve ruhlardaki barikatlar yıkılsın. Yeter ki yeni nesiller atalete düşüp bu asil görevi içlerinden çıkarmasınlar, “çağırmasını bilenler”den olsunlar. Üstad, Hızırla Kırk Saat‘te şöyle demiştir:

Bahar yaz güz kış

Ben sen İsa ve Yahya

Bir gülü yetiştirmek için

Yaratılmışız

Şükür Tanrıya

Ben, ikinci mısrada geçen “sen” zamirini bu şiiri okuyan ve okuyacak tüm insanlar olarak anlıyorum. Hakikaten ne kadar şükretsek az, “dört mevsim” bir gülü yetiştirmek için yaratıldığımıza. “Gül” üzerine tefekkür ettiğimizde, onun ne olduğunu anladığımızda bizim portremiz de has portreler arasına katılacaktır. Üstadımıza minnet ve saygıyla. Ruhu şâd olsun.