Günlük Defteri

Ahmet Haşim’in bile “Çocuk sen bu sesi nereden buldun” diyerek, hayranlığını açık ettiği Üstad için şiirimizde kendinden önceki kalıpları bir kenara bırakıp, duyuş ve derinlik açısından yepyeni bir söyleyiş getirdiği saklanamaz, görmezden gelinemez bir hakikattir.

Seyfettin ÜNLÜ

24.5.2019

Üstadımızın hatırasına için Ümraniye’de güzel bir sergi açıldı. Aile hatırası notlar, şiir çalışmalarının eskizleri ve fotoğraflar yer alıyor. Ayrıca çalışma masası, hapishane yıllarının tanığı olan mendili, bastonu, kıyafetleri, klasik müzik sevgisini gösteren Çaykovski, Puccini ve Verdi plakları…

Sesi biraz babasının ses tonunu andıran oğlu Osman Kısakürek ile selamlaştım. Osman Kısakürek, sergideki eşyalara baktığında çocukluk yıllarının aklına geldiğini belirterek şöyle dedi: “O kadar çok şey var ki burada. Bakarken tüylerim diken diken. Hani derler ya ‘Gözlerim doldu, ağzım kilitlendi’. Öyle bir halde oluyorsun. Mesela şurada iki radyomuz var. O radyo benden büyük. Onun altındaki radyo Mehmet abimden büyük. O kadar bir tarih yatıyor burada. Şunlar babamın ayakkabıları. Bize ne hatırlatıyor? Allah bize unutturmamayı nasip etsin. Hep içinde yaşıyoruz yani babam ile”.

Büyük Doğu yayınlarının bu günlere gelmesinde Mehmet Kısakürek ile Osman Kısakürek büyük çaba gösterdiler. Allah bütün aileden razı olsun.

26.5.2019

Yine o sergide Osman Kısakürek ile AA muhabiri detaylı röportaj yapmıştı. Arkadaşımız olan muhabirden rica edip bir kopya alabilmiştim. Şimdi hatırıma geldi. O gün aldığım kopyadan yazıya döktüklerimin bazı kısımlarını kayıt etmeden geçmek istemedim:

“Annem, babama asla ‘Necip’ ya da ‘sen’ diye hitap etmedi, bizi de o terbiyeyle yetiştirdi… Babam müthiş bir karakter abidesiydi, evde kendisinin ne istediğini bildiğiniz zaman ortam çok kolay ve neşeli hale gelirdi. Sabahleyin yazıhaneye ben erkenden gelirdim. Çayı, sobası, temizliği yapılmış olurdu. Çocuktum ne kadar temiz yapabilirdim ki? O ise çok temizdi. Bir gün benden sonra geldi. ‘Çay hazır mı’ dedi. ‘Hazır’ dedim. ‘Aferin’ deyip sandalyeyi istedi. ‘Tut elimden’ dedi, tuttum. Sandalyenin üzerine çıktı. Gaz sobalarını bilirsiniz, eskiden vardı. Borunun üstüne elini uzattı. Şöyle bir sildi, baktı. ‘Aferin. İşte temizlik dediğin böyle olur.’ dedi.”

“Yani temizlikten ortalığın tertibine, düzenine, intizamdan disipline, her konuda titizdi. Sabah her şey o gelmeden hazır olacak. Yapılacak işlerinin de bir listesi olurdu. Mesela, (bir) matbaaya gidilecek. (İki) baskı takip edilecek. (Üç) gazeteye yazı gidecek. Dört, beş, altı, yedi, sekiz dokuz. Maddeler bitince, onuncu madde ise: “İş düşünülecek”. ‘Yeni yapılacak işi düşüneceksiniz. Benim söylememe gerek yok.’ derdi. Onuncu madde her zaman böyle idi. Yani boş vaktiniz hiç yok. Zaten biz alışmıştık. Yani yaşantımızda boş vaktimiz yok hep, Allah’a şükür. O gayede, o azimle bu günlere geldik. Vefatından birkaç ay önce bize şeyhi Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’ni rüyasında gördüğünü söylemiş ve bu rüyayı ‘Demek ki şeyhim artık beni çağırıyor’ diye yorumlamıştı.”

“O zamanlarda (anneme) ‘Neslihaaan!’ derdi. Yoksa kızdığı zaman hiddetlenmezdi. Görmezdik ki biz. Belki kızardı ama bizim yanımızda hiç olmamıştır. Bilmiyorum, Mehmed ağabeyim daha iyi hatırlar o çocukluk devirlerini. Hiç öyle sert münakaşaların olduğu veya yeni tabirle karı-koca kavgalarının olduğu bir ortamda büyümedik. Öyle şeyler görmedik.”

İşte bunlar içerden bir bakışın ne kadar sıcak anlatımları.

27.5.2019

Üstadın, ilk kitabın ismine “Örümcek Ağı” değil de “Kaldırımlar” demesini, böyle nitelemesini elbette kimileri hiç anlayamaz. Oysa Üstad için şiir, vazgeçilmez değildi. Uğruna her şeyin vazgeçilebileceği “İlahi Rıza”nın kazanılması yolunda, şiirin de basamaklardan bir basamak olduğunun idraki içinde büyük sanatkârlığa gözünü diken şair için o ilk gençlik yıllarının, heyecanlarının elbette bir önemi olmayacaktı.  Bunun ayrımına vardığı zaman tek başına idi, Üstad. Devr-i Cumhuriyet’in kadim değerlerimize sırtını döndüğü “muşamba dekor” ortamında şair, “Sokaktayım, kimsesiz bir sokağın ortasında…” diye haykırmaktan başka ne yapabilirdi? Çünkü elbette bu ıstırap içinde o, derin bir sezgiyle “Beyoğlu tepinirken, ağlar Karacaahmet” diye devam edecekti.

Üstadımızın o yılları anlattığı satırlar bambaşka bir ifade gücüne sahip: “Hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyun bağına, karalama defterinden polis hafiyesi romanına, beş taştan iskambil kâğıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkıldı gitti.”

Yıllar sonra 2000’li yılların başında bir müzayede ortamında arkadaşı Ressam Fikret Adil’in terekesini tetkik etmiş ve o terekeden bir mektubunu alabilmiştim. Üstadımızın hapishaneden Fikret Adil’e yolladığı o mektubunun son cümlesi gözümün önünde: “Fikret, bu dünyada Allah demekten başka gaye yok”.

Aynı müzayedede Üstadın şiir plağı da çıkmıştı. Fakat plak koleksiyonu yapanların çekişmesi sebebiyle o plak çok yükselmiş, böyle olunca da edinememiştim. Meğer çok az basılmış bir plak imiş. Kaç yıl geçti, bir türlü bulmuş, görmüş değilim o plaktan.

28.5.2019

Hatıralardan yeri gelmişken, Üstad şairliğe ilk adım atışını da ne güzel anlatır:

“Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir ân gözlerimin içini tarayıp:

-Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!

Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetinin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:

-Şair olacağım!

Ve oldum.”

Ahmet Haşim’in bile “Çocuk sen bu sesi nereden buldun” diyerek, hayranlığını açık ettiği Üstad için şiirimizde kendinden önceki kalıpları bir kenara bırakıp, duyuş ve derinlik açısından yepyeni bir söyleyiş getirdiği saklanamaz, görmezden gelinemez bir hakikattir.

29.5.2019

Günlüğümün sayfaları Üstadı anlatmak ve yazmakla ziynetlenmiş oldu. Selam olsun üstadın duyuş ve düşüncesini idrak edenlere.