Hz. Yusuf’u merhamete doğru yolculuğuna çıkaran, sadece Habil’in umudu değildi elbette. Küçük yaşından beri aşinaydı seyahate. Kendisini kuyudan çıkaranlarla yaptığı yolculukta, kardeşlerini kuyunun karanlığına atan abileri için, kalbinde kin ve intikam değil, af ve merhamet büyütüyordu.
Rahime YÜKSEL
İMH Anadolu Teşkilatlanma Başkan Yardımcısı

Bütün sözlüklerimizin ve ansiklopedilerimizin “m” harfine ayrılan kısmı hep çok kabarıktır. “M” ile başlayan sözcüklerin çokluğundan zannederiz. Oysaki onları pamuk gibi kabartan, içlerinde sakladıkları “merhamet” sözcüğüdür. O sözcük gittiği her yeri, geçtiği her coğrafyayı, yazıldığı her kâğıdı, solunduğu her havayı, sirayet ettiği her kalbi yumuşacık eder. Öyle bir hafiflik verir ki nüfuz ettiği sözcüklere, hepsi uçmamak için birbirine tutunur. Sözlükten ayrılmamak ve “merhamet”in kıyısında yer edinmek isteyen sözcüklerin, işte bu uçmakla kalmak arasındaki halidir, kabarıklığa sebep.
Bir de tam “merhamet”in yanı başında olması gerekirken uzağa düşmüş isimler vardır. Bu yazının amacı, alfabetik düzeni göz ardı ederek, merhametin taa kendisi olan isimleri, şimdi bulundukları yerden alıp, ruhlarına işlemiş merhamet sözcüğüyle el ele tutuşturmaktır. Düzen belki biraz bozulur ama merhametin etrafı da onu yakından tanıyan, her daim içinde yaşatan dostlarıyla çevrelenmiş olur.
Hz. Peygamber’in izinde, içi dışı merhamet kesilmiş sahabeden pek çok isim, bu yolculukta yerini alabilir. Allah Resûlü (s.a.v), ümmeti arasında en merhametli kişinin Hz. Ebûbekir olduğunu bildirerek, onun bu özelliğine bizzat şahitlik etmiştir. Hz. Ebubekir, adeta merhametle yoğrulmuş bir sahabe idi. İslamî tebliğin başlangıç döneminde, efendilerinin ağır işkencelerine maruz kalan Bilâl-i Habeşî, Âmir b. Füheyre, Ümmü Lübeys ve Füheyre gibi Müslüman olmuş köle ve cariyeleri satın alarak, onları hürriyetlerine kavuşturdu. Zulme uğrayan kardeşlerine karşı duyduğu merhamet hissi öyle güçlüydü ki, Bilal’in üzerine konan kayaları un ufak etti.
Savaşta dahi önce merhametle kuşatan bir komutandı. Fethe gönderdiği askerlere, gittikleri bölgeleri talan etmemelerini, ağaçları kesmemelerini, düşmanın hayvanlarını telef etmemelerini, kendilerine kılıçla mukabele etmeyenlerle savaşmamalarını, kadın ve çocuklar ile din adamlarına karşı silah kullanmamalarını emretmişti.
“Merhamet”in içindeki iki “e”nin de, Hz. Ebubekir’in “e”lerinden biri olmak için yanıp tutuştuğuna hiç şüphe yok. Onun ismi, “E” ile başlıyor, fakat “merhamet”le bitiyor.
Sözlüğün olmasa da, insanlığın başlangıç noktasında bizi bekleyen bir merhamet eri daha var: Habil. Kardeşi ona hırsla, kıskançlıkla, öfkeyle ve henüz adı bile konmamış nice karanlık duyguyla saldırırken, Habil merhamet ve takva yüklü sesiyle cevap veriyordu. “Ant olsun ki sen öldürmek için bana el uzatsan bile, ben öldürmek için sana elimi kaldıracak değilim! Zira ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Mâide 5:28)
Kendisi farkında değildi ama, merhametin tohumlarını ekiyordu yeryüzüne Habil. İnsanlık daha binlerce yıl, ondan kalan tertemiz duyguların çiçeklerini yeşertecekti. Kötülüğe karşı iyilik, karanlığa karşı aydınlık, acımasızlığa karşı merhamet dimdik ayakta duracak ve Habil gibi kimi zaman kaybetmiş görünse de aslında her zaman kazanacaktı.
“Ha”bil, mer“Ha”metin tam kalbinde yerini almış olsa da, sözlükte ondan uzak düşmüştü. Binlerce yılın tecrübesiyle, yüzbinlerce güzel insanın ilham kaynağı olarak, takvanın gölgesinde ve usulca onun yanı başına yürümeye başladı.
Merhamet denince âdeta adı çağrılan Yusuf peygamberi de orada görme umudu, adımlarını gittikçe hızlandırıyordu. Bacakları bu kadar umudun hızına yetişemeyince, fazlasını yanına aldı Habil. İnsanlar hakkında nikbin olmak ve zalimleri iyileştirmek için ‘umuda’ ihtiyacı olacaktı.
Hz. Yusuf’u merhamete doğru yolculuğuna çıkaran, sadece Habil’in umudu değildi elbette. Küçük yaşından beri aşinaydı seyahate. Kendisini kuyudan çıkaranlarla yaptığı yolculukta, kardeşlerini kuyunun karanlığına atan abileri için, kalbinde kin ve intikam değil, af ve merhamet büyütüyordu. Kuyu karanlıktı, Hz. Yusuf küçüktü, kalbi kırıktı, hüznünün dumanı üstündeydi henüz, acısı tazecikti fakat yine de gelecekte abilerini affetmek için bahaneler arıyor, daha o günden bir peygamber tavrı sergiliyordu. Nitekim Hz. Peygamber de onun abilerine karşı merhametinden çok etkilenmiş ve Mekke’nin fethinden sonra Mekkelilere:
– Ey Mekkeliler! Bugün sizlere ne yapacağımı sanıyorsunuz? diye seslenmiştir. Onlar:
– Bizler senin bize iyilikle muamele edeceğini umuyoruz. Çünkü sen kerem ve iyilik sahibi bir insansın, diye cevap verince Allah Resulü:
– Bugün benimle sizin hâliniz, Yusuf ve kardeşlerinin hâli gibidir. Ben de size Yusuf’un dediğini diyeceğim: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yusuf 12:92) Hz. Yusuf’un, çocukluğundan beri özenle büyüttüğü o merhamet, Hz. Peygamberin şahsında taa Mekkelilere kadar uzanmıştır. Yeri “merhamet”in baş köşesidir, Habil’in yere göğe sığmayan umudu, bu gerçek karşısında az bile kalır.
Bu, rahmete râm insanları “merhamet” sözcüğüne yakınlaştırma işi, göründüğü kadar kolay olmayacak. Tek tek her birini taşıyamasak da, “anne” kelimesini, başımızın üstünde götürmemiz gerekir “merhamet”in yanına. İnsanları doğru yola ulaştırıp, azaptan kurtarmayı yaratılış gayesi sayacak kadar merhamet dolu peygamberleri, aile sevgisi ve evlatları uğruna gece gündüz çalışan babaları, yürekleri merhametten tel tel olmuş dervişleri, ermişleri, rahmetle el ele doğan çocukları, “bir davranışın ahlakî olabilmesi için merhamet duygusuna dayanması gerekir.” (Schopenhauer) diyen filozofları, kitaplardan merhameti ruhumuza ilmek ilmek işleyen kahramanları, acımasız bir hâkimken merhametin zirvesine doğru çıktığı yolculukla hepimizi hayran bırakan ve “insandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine, hohlaya hohlaya yumuşatmak. Merhamet! Hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir.” diyen Reis Bey’i… Hatırına yeryüzünün ayakta durduğu, merhametle doyan bütün canlıları alıp “merhamet”e komşu yapmamız gerek.
Bütün bu çaba ve yolculuğun sonunda, herkes tam yerini bulduğunu düşünürken merhamet bütün bu isimlere bakıp şöyle seslenir: “Siz, uzak zaman ve mekânlardan, yankısı olduğunuz bir duyguya doğru usulca yol aldınız. Yoruldunuz. Fakat, bana yaklaşarak, bizzat merhamet olarak benim, anlamımı kendisiyle bulduğum, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, bastığı toprağın, tuttuğu dalın, söylediği kelimenin rahmet olup yağdığı bir zâta, merhametin taa kendisine de yaklaşmış oldunuz. Şimdi hep beraber yeni ve sevinçli bir yolculuğa çıkalım. “Merhamet”in varacağı son durak, bütün merhametlilerin yüzünü döneceği tek cenah Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Bizim rahmet yolculuğumuz da, ancak ona vardığımızda “vuslat”a dönüşür. Bu yolculukta ümit ve rahmet dolu şu ayet de azığımız olsun: “De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer 39:53)