Necip Fazıl Demişken

Necip Fazıl’ın bastonu, mendili, robdöşambırlı hali ve üzerine yakıştırmasını bildiği kıyafetleriyle yaşayan bir örnek olması müthiş şekilde ilgimi çekiyordu.

Hüseyin AKIN

Şair-Yazar

Necip Fazıl ismi ile ortaokul üçüncü sınıfta tanıştım. İmam Hatip öğrencisiydim. Kitap yazmış, eli kalem tutmuş herkes bana mübarek şahsiyet gibi gelirdi. Sadece kendi çevremdeki insanları yadırgardım. Çevrem dedimse sokağımı, mahallemi kastettiğimi anlayın. Öğretmenlerim Necip Fazıl ismini ne zaman ansa bu dünyaya sığmayan bir insan canlanırdı gözümde. Kısık gözleriyle sigara içen, dumanı yüzünün bir tarafını yalayıp geçen sakallı bir fotoğrafı vardı odamda. Bu fotoğrafa ne zaman baksam günahlarım hafifler ve moralim yerine gelirdi. Sigaranın neredeyse içki mesafesinde görüldüğü bir ortamda geçmişti öğrencilik yıllarım. Büyüklerimizin ismini her fırsatta anıp davamızın yılmaz bekçisi olarak gösterdikleri üstadın sigarayla bütünleşen bu fotoğrafı kafamı karıştırır, hemen bir koşu bakkala gidip Uzun Samsun alasım gelirdi.

 Giyim kuşamı da mahallemizdeki ortalama insanlardan çok daha şıktı. Şıklığın alttan alta laf sokuşturmalara maruz kaldığı zamanlarda Necip Fazıl’ın bastonu, mendili, robdöşambırlı hali ve üzerine yakıştırmasını bildiği kıyafetleriyle yaşayan bir örnek olması müthiş şekilde ilgimi çekiyordu. Puccini, Verdi ve Çaykovski dinliyordu. Bizler ise o vakitler “ayağında kundura” safhasındaydık. “Üstad evinde at beslerdi arkadaşlar! Hatta ‘at’a senfoni yazmıştır.” Hocalarımızdan biri bu cümleyi kurduğunda ben ergenlik çağının merdivenlerini tırmanıyordum. İçimdeki çılgın at yelelerini nasıl da savurmuştu. Hoca konuşmasına devam etti: “Biliyor musunuz, üstadın bu kitabı Türkiye Jokey Kulübü tarafından 1958 yılında basılmıştır.”

Değil ev, biz atı sokakta bile zor görüyorduk. Sekiz yaşında ata binmiş halde fotoğrafını görmüştüm üstadın. Hiçbir özdeşlik kuramamıştım kendimle. Sınıf arkadaşlarıma da gösterdim, onlar da bir özdeşlik kuramadılar. Değil at, bisikletle bile tanışmamıştık o yıllarda biz. Bir süre sonra Necip Fazıl şiirinde at izini aramaya koyuldum. “Çile” şiirinde tozu dumana katan bir at vardı sanki: “Yağız atlı süvari, koştur atını, koş­tur! / Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.”

Yaya gelmiştik bu dünyaya, süvarinin ne olduğunu, at üzerindeki coşku ve heybetini gözümüzün önünde doğru düzgün canlandıramazdık elbette. Hele ilk gençlik ürünlerinden olan 1926 tarihli “Üç Atlı” şiiri vardı ki bu şiir kanımızı kaynatıp nefesimizi kesmeye yetip artıyordu: “Karşı yoldan üç atlı, / Bir kuş gibi kanatlı, /Geliyor köye doğru.”

Üstad köy hayatı yaşamış mıdır bilinmez, ama bizlerin üstü başı o sıralar köy kokmaktadır hâlâ. Kentli, aristokrat ve Paris görmüş bir adam, üstelik şair sofrasına köy çocuklarını davet ediyor, onların kelimelerini kullanıyor, acılarını paylaşıyor. Sistemden onlarla beraber dayak yiyordu.  Batıya yabancı değil, lakin “Büyük Doğu” diyor. Bizim gençliğimiz herkesi bir yerlere yerleştirmişti, ama Necip Fazıl Kısakürek’i bir yere yerleştirmeye tam muvaffak olamamıştı. Üstadın değişken siyasi çizgisi bu durumu daha bir zorlaştırmıştır.

Şimdi burada, bulunduğum yerden bakınca; Necip Fazıl benim için ergenlik yıllarımın çöle inen nuru, ilk gençlik yıllarımın “Kaldırımlar”ı ve gür seda ile yılmadan söylediğim “Sakarya Türküsü”dür. Adalet duygumu yenileyip yineleyen “Reis Bey”dir. Olgunluk yaşımın Necip Fazıl’ı ise “Bir Adam Yaratmak” ve “Aynadaki Yalan”ıdır. Para ile zorunlu ilişki kurmak zorunda kaldığım dönemlerimin ise “Para”sıdır. Eşref saatlerimin treni kaçıran değil, kovalayan adamıdır. Efkârlandığım zamanların yemek yediği lokantada yediği yemek ücretinden fazlasını bahşiş bırakan bonkör adamıdır.

Bütün zamanların penceresinden aynı dikkatle baktığımda ise Necip Fazıl Kısakürek hakikate teslim olmuş bir doğuş insanıdır. Onun izini süren bir diriliş eri, zerk ettiği kıyamet aşısıyla zamanımızın solgun yüzünü aydınlatmıştır. Hece şiirimize çağ atlatmış adamdır. Metafizik “ben”i ustaca şiirinde kullanmayı başaran büyük ve özgün bir şairdir. Velhasıl Türk şiirini agoraya açan üstad için cümlelerimizin varacağı nokta dört duvara sıkışmayacak denli özgür ve kanatlıdır.

Ruhu şâd olsun!