Üstad

Bilindiği gibi, Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te vefat etti. Necip Fazıl vefat ettiğinde bu yazıların yazıldığı Diriliş gazetesi günlük olarak çıkıyordu. Gazete, 26 Mayıs 1983 günkü sayısında, bu vefat haberini şu başlıkla verdi: “Üstad Necip Fazıl, Bu Fani Âlemden Göçtü”. Gazetenin, bir gün sonra ise, 27 Mayıs 1983 günkü sayısı ise, “Üstad Necip Fazıl, O’nu Seven Milletinin Elleri Üzerinde Manevi Ülkemiz Eyüp Sultan’a Uğurlandı.” başlığıyla çıktı.

Muhammet Sani ADIGÜZEL

Doç. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Haza Üstad’dı o.

Akif İnan

Sezai Karakoç, Necip Fazıl hakkında yazdığı son yazıya, hatıralar istisna tutulursa, “Ve Necip Fazıl” başlığını koyar. Bu başlıktaki “ve” bağlacının Karakoç’un diğer yazılarını da akla getirdiği ve bu yazının daha önceki bütün yazıların bir devamı ve dolayısıyla onun bundan önceki Necip Fazıl yazılarının yeni bir yazıya dönüşümü gibi düşünülebilir. Böyle düşünülmesi hâlinde, Karakoç’un Necip Fazıl yazılarının başlıkları yan yana getirilmek suretiyle yeni bir başlık oluşturulabilir:

Sonsuzluk Kervanı, Elinizdeki Deniz, Büyük Doğu, Mehmed Âkif, Yahya Kemal ve Necip Fazıl, Bir Adam Yaratmak, Necip Fazıl’ın Şiiri I, Necip Fazıl’ın Şiiri II, Necip Fazıl’ın Şiiri III, Göklerin Çektiği Kartal, Som Mermer Gibi ve Necip Fazıl.

Bu uzun başlığı, toplam on bir yazıdan oluşan bu uzun başlığı kısaltmak, daha doğrusu bir kelimeye düşürmek gerekirse, bu bir kelime “Üstad” olurdu. Ve bu bir kelime yazıldı. Bu bir kelimeyi, Üstad’ı, Necip Fazıl’ı Sezai Karakoç yazdı. Ve Üstad Necip Fazıl yazıldı.

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç ilk olarak “Sonsuzluk Kervanı” yazısını yazdı.

Necip Fazıl’ın daha önce Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932) adlarıyla yayımlanan şiir kitapları, 1955’te Sonsuzluk Kervanı ve 1962’de de Çile adlarıyla yayımlanır. Sezai Karakoç’un Necip Fazıl hakkında yazdığı ilk yazılar, ilk iki yazı, onun şiir kitaplarıyla, kendi döneminde basılan şiir kitaplarıyla, Sonsuzluk Kervanı (1955) ve Çile (1962) kitaplarıyla ilgilidir.

Karakoç’un Sonsuzluk Kervanı hakkında yazdığı yazı, 1955 yılında kendi çıkardığı Şiir Sanatı dergisinde Mehmed Yâsin adıyla yayımlanır. Karakoç, bu yazısında Sonsuzluk Kervanı yazarından, isminin önüne herhangi bir sıfat getirmeden, Necip Fazıl Kısakürek diye söz eder:

“Necip Fazıl Kısakürek’in bütün şiirlerini içinde toplayan “Sonsuzluk Kervanı” kitabı çıktı. Cumhuriyet sanat neslinin ilk, yaşayacak şiir değeri olarak kabul ettiğimiz Kısakürek denilebilir ki Batıya dönüş ve yönelişimizden sonra Batıdakiler çapında ilk orijinal estetik kuran sanat adamlarımızdandır.”

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç ikinci olarak “Elinizdeki Deniz” yazısını yazdı.

 Necip Fazıl hakkında yazılan ikinci yazı da birinci yazı gibi yine onun şiir kitabıyla ilgilidir. “Sonsuzluk Kervanı” hakkında yazdığı yazıya kitabın adını başlık olarak koyan Karakoç, “Çile” hakkında yazıya “Elinizdeki Deniz” başlığını koyar.  Karakoç, bu yazısına, “Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey, / Benim adım Bay Necip, babamın ki Fazıl Bey.” diyen Necip Fazıl’ın adıyla ama bu defa adının başına “Üstad” kelimesini getirerek başlar ve daha sonra onun için sadece “Üstad” kelimesini kullanır:

“Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bütün şiirlerini toplayan şiir kitabı (Çile) mükemmel bir baskıyla yayınlandı.

Üstadın şiirleri ve edebiyatımızdaki yeri için zamanında o kadar çok şey söylendi ki ve yazıldı ki buna ne eklenebilir?”

“Elinizdeki Deniz” yazısının bu ilk iki cümlesi gibi son iki cümlesine de yer verilebilir:

“Yoksa ben, Boğaz’ın karşısında, yanındakine Boğaz’ı anlatan bir turistin garip durumuna mı düşüyorum? Niçin konuşuyorum, kitap ki elinizde.”

Bu cümleler, bu başlangıç ve bitiriş cümleleri, iyi bir kitap tanıtım yazısıyla karşı karşıya kalındığını gösterir niteliktedir.

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç üçüncü olarak “Büyük Doğu” yazısını yazdı.

 Karakoç, “Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!” diyen Necip Fazıl, Büyük Doğu Marşı’nı yazan Necip Fazıl, Büyük Doğu dergisini çıkaran Necip Fazıl hakkında yazdığı “Büyük Doğu” başlıklı bu yazıda, Necip Fazıl’ın isminden önce “Üstad”, isminden sonra “Bey” kelimesini kullanır:

“Büyük Doğu’nun bu yirmi beş yıllık çilesini de tek başına omuzlayan Üstad Necip Fazıl Bey olmuştur. Hapisler, akıl almaz baskılar, tehditler, ithamlar, anlayışsızlıklar, maddi sıkıntılar içinde yılmadan bu emaneti günümüze kadar alın akıyla getirmiştir. Bu uğurda çiğnemediği ikbal olmamış, uğramadığı çile kalmamıştır. Ama, Allah’ın lütfuyla bugün de, yine dimdik ve sapasağlam ayakta duran Büyük Doğu idealini gönüllere işlemek için her türlü fedakârlığı göze almaktan çekinmeden, yolunda, başlangıçtaki aşk ve şevkle çalışmaktan bir an bile geri durmamaktadır.

Ne mutlu kendini bir ideale adamış olanlara!”

Sezai Karakoç’un bu satırları, Necip Fazıl’ın “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiiriyle, özellikle de bu şiirin son mısralarıyla birlikte okunabilir:  

“Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç dördüncü olarak “Mehmed Âkif, Yahya Kemal ve Necip Fazıl” yazısını yazdı.

Karakoç, söz konusu yazısında, yazının başlığından da anlaşılacağı üzere, üç ismi ön plana çıkarır. Ona göre bu çağdaş üç şair yeni Türk şiirinin kurulmasında temel fonu teşkil edecektir:

“Yeni Türk şiirinin kurulmasında bu çağdaş üç şairimiz temel fonu teşkil edecektir. Şiirin aktüel kaygusunu, sosyal görevini Âkif’ten aldığımız ilhamla, tarihe ve geleneğe dayanan yanını Yahya Kemal şiirinin örnek tutumunun dersiyle, hakikat ve varoluş, hayat ve ölüm, zaman ve ebedîlik temalarını gıda edinmiş ruhun yeryüzüne çektiği çizgiyi Necip Fazıl’ın şiirinden izleyerek yenileyebiliriz edebiyat yapımızda.”

 Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç beşinci olarak “Bir Adam Yaratmak” yazısını yazdı.

Karakoç, “Bir Adam Yaratmak” hakkında, “Necip Fazıl’ın dram dünyasının odak alanı sayılsa yeridir. Bütün piyesleri bir bakıma onda derlenip toparlanabilir veya o yayıla yayıla öbür dramlarına çıkabilir, açılabilir.” şeklinde bir değerlendirmede bulunur.

Karakoç, Necip Fazıl’ın tiyatro eserleriyle ilgili olarak “Bir Adam Yaratmak” üzerinden yaptığı bu değerlendirmeyi, onun şiirleriyle ilgili olarak da “Çile” üzerinden yapmaktadır:  

“Necip Fazıl’ın şiirinde, asıl özellik, gerçeği arama ve ona vararak üstün ruh erginliğine, ebedîlik tadına varma olunca, Senfoni (Çile) şiirinin tahlili bütün şiirinin anahtarı olabilecek demektir.”

Bu satırların yazarı Sezai Karakoç için de benzer bir değerlendirme yapılabilir ve onun bütün eserlerinin bileşkesi olarak Ruhun Dirilişi adlı eser kabul edilebilir.

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç altıncı olarak “Necip Fazıl’ın Şiiri I” yazısını yazdı.

Karakoç “Tanzimat edebiyatının gidişi, sözde, Türk edebiyatını yenilemekteydi. Gerçekteyse, bu edebiyat, gidişini tam sürdürebilseydi bugün Türk edebiyatından eser kalmayacaktı” cümleleriyle başladığı bu en uzun Necip Fazıl yazısının sonuna doğru “Valéry, yarı yarıya bulduğu pagan soyutluğunun sükûnetinde âdeta kendi akropolünün tepesinden aşağıya bakarken, Rilke, kendi mistisizmine yine kendisine mahsus bir din örerek kendi melekleri ve insanları arasında yarı ağıtsı, yarı sanrılı bir dünyada yaşarken, Necip Fazıl, kellesini binlerce ayağın çiğneyebileceği büyük meydana atmış, fildişi kulesini yıkmıştır.” cümlesine yer verir.  Bu cümleler ve cümle Tanzimat Edebiyatı’nın nasıl okunması gerektiği sorusuna Necip Fazıl’ın şahsında verilen bir cevap olarak düşünülebilir.

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç yedinci olarak “Necip Fazıl’ın Şiiri II” yazısını yazdı.

Karakoç’un bu ikinci en uzun Necip Fazıl yazısı “Kaldırımlar” şiirinin tahlili gibidir. Ancak onun bütün şiirlerinin tahlilinde “Çile” şiiri anahtar işlevine sahiptir:

“Necip Fazıl’ın şiirinde, asıl özellik, gerçeği arama ve ona vararak üstün ruh erginliğine, ebedîlik tadına varma olunca, Senfoni (Çile) şiirinin tahlili bütün şiirinin anahtarı olabilecek demektir. Aslında buraya kadar anlattıklarımızı, dağınık dağınık bütün şiirlerinde bulduğumuzu tam bir poetik mimarî içinde Çile şiirinde toplanmış, özetlenmiş ve billurlaşmış olarak buluruz.”

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç sekizinci olarak “Necip Fazıl’ın Şiiri III” yazısını yazdı.

Karakoç’un sadece Necip Fazıl’ın şiiriyle ilgili yazıları bir kitap olacak niteliktedir. Yaklaşık olarak Ebubekir Eroğlu’nun “Sezai Karakoç’un Şiiri” gibi bir kitap olması düşünülen böyle bir kitabın üçüncü en uzun yazısından bir cümle şöyledir:

“Merkez Necip Fazıl’ın şiiri olarak alınmadığı için Cumhuriyet sonrası şiirimizin gerçek yorumu yapılamamıştır.”

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç dokuzuncu olarak “Göklerin Çektiği Kartal” yazısını yazdı.

“Göklerin Çektiği Kartal” adından da anlaşacağı üzerine Necip Fazıl’ın vefatı üzerine yazılan bir yazıdır. Karakoç, Necip Fazıl’ın vefatından sonra üç yazı yazdı. Bunlar sırasıyla; 1) “Göklerin Çektiği Kartal” (26 Mayıs 1983), 2) “Som Mermer Gibi” (27 Mayıs 1983), 3) “Ve Necip Fazıl” (28 Mayıs 1983) başlıklı yazılardır.

Bilindiği gibi, Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te vefat etti. Necip Fazıl vefat ettiğinde bu yazıların yazıldığı Diriliş gazetesi günlük olarak çıkıyordu. Gazete, 26 Mayıs 1983 günkü sayısında, bu vefat haberini şu başlıkla verdi: “Üstad Necip Fazıl, Bu Fani Âlemden Göçtü”. Gazetenin, bir gün sonra ise, 27 Mayıs 1983 günkü sayısı ise, “Üstad Necip Fazıl, O’nu Seven Milletinin Elleri Üzerinde Manevi Ülkemiz Eyüp Sultan’a Uğurlandı.” başlığıyla çıktı.

Karakoç, şairlerin bütün şiirlerini onların otobiyografisi olarak kabul etmek gerektiği fikrini savunur. Bu fikri Yunus Emre’nin “Cümle şair dost bahçesi bülbülü / Yunus Emre arada durraçlana” beytiyle telif etmek mümkündür. Yunus Emre’nin şiirlerini, Karakoç’un deyimiyle otobiyografisi, özellikle de poetikası, bu beyit üzerinden okunabilir ve denilebilir ki Yunus Emre, dost bahçesi bülbülü olan cümle şairler arasında turaç gibi öten bir bülbül, bir şairdir.

Bu bağlamda, Feridüddin Attar’ın Manṭıḳu’ṭ-Tayr’ı ve bu arada onunla ilgili olarak yazılan biyografi türündeki “Simurgun Sesi” adlı eser hatırlanabilir. Yine aynı şekilde Karakoç’un otobiyografisi ağustos böceği ve Necip Fazıl’ınki ise kartal üzerinden okunabilir. Gerçi Üstün İnanç, bu okumayı kelebek üzerinden yapar: “Toz kanatlı bir kelebek: Necip Fazıl Kısakürek”. Ancak bu okumaya mesnet teşkil eden dörtlükteki kelebeği göklerde süzülen bir kartal gibi düşünmek de mümkündür. Karakoç, “Kartal süzülüp gitti, sonsuz göklerde kayboldu.” dediği Necip Fazıl için bir şey daha der: Süvari. Ona göre Necip Fazıl “en birinci süvari”dir. Onun ölümü, en önde koşan atın kapaklanması gibidir: “En önde koşan atın atı kapaklandı. Ve en birinci süvariyi toprak bağrına bastı.”

Bu cümleler, “Göklerin Çektiği Kartal” yazısından alınan bu cümleler; Necip Fazıl’ın vefatı üzerine Sezai Karakoç ne söyledi sorusuna verilen yazılı bir cevaptır. Ama bu yazılı cevabın girişi, giriş paragrafı, bu sorunun cevabını, bir cümleyle, daha doğrusu ezcümle vermektedir:

“Altmış yıl durmadan dinlenmeden bin bir çile içinde, eserler vererek, mücadeleler yaparak milletinin varoluş savaşında yerini alan bir millet büyüğü, düşünce ve edebiyat hayatımızın dinmez ve sinmez kalemi, yerinden oynamaz üslubuyla kendini edebiyat tarihine hâkkeden kalem, Üstad Necip Fazıl, aramızdan sıyrılıp, adeta bir kuş gibi uçup gitti.”

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç onuncu olarak “Som Mermer Gibi” yazısını yazdı.

Karakoç, “Göklerin Çektiği Kartal” yazısını Necip Fazıl toprağa verilmeden önce, “Son Mermer Gibi” yazısını ise toprağa verildikten sonra yazdı. Bu yüzden olsa gerek, o artık sadece “Üstad” Necip Fazıl değil, aynı zamanda “merhum” Necip Fazıl, Merhum Üstad Necip Fazıl’dır:

“Dün, “her nefis ölümü tadacaktır” kesin Tanrı buyruğu uyarınca toprağa teslim etmek zorunda kaldığımız Merhum Üstad Necip Fazıl’ın en büyük özelliklerinden biri, bu düşüncelerin ışığında tespit edilebilir.

Üstad Necip Fazıl, eseri, sözleri, davranışları ve jestiyle bir bütün olarak düşünülmesi gerekli bir şahsiyetti. Bölünmez parçalanmaz bir bütün Necip Fazıl’ın şairliğini düşünürlüğünden, düşünürlüğünü gazeteciliğinden, gazeteciliğini yaşantısından ayırıp düşünemezdiniz. Bunların arasına bir mesafe koyamazdınız. Süreklice yaşıyordu, şiiri, düşünceyi din ve ahlâk, geçmiş ve gelecek düşüncesini. Necip Fazıl demek, öyle bir kumaş demek idi ki, onda bütün bu saydıklarımdan iplikler birbiriyle iç içe dokunmuşlar. En soyut bir düşünceden en somut bir eyleme geçiş mümkündü onun diyalektiğinde. Çünkü: Tümünü tek bir sentez halinde yaşıyordu. Işık gibi. Som mermer gibi.

Bir yaşantı ki, bir anda bir duyarlılık ağır bastığı için şiir oluyor, bir an duruluyor, zekâ patlamalarıyla düşünce alanı gibi açılıyor, bir noktada da eylem, davranış, ya da jest olarak gözüküyor.

Üstadın, toplumumuzda, zamanında ve yeterince anlaşılmamasında başka faktörlerin yanında bu özelliğinin de rol oynadığını sanıyorum.”

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç on birinci olarak “Ve Necip Fazıl” yazısını yazdı.

Karakoç bu yazısında onun en önemli yönüne dikkat çekti. Onun “Ver cüceye, onun olsun şairlik / Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.” mısralarının sırrını bu yazıdan öğreniyoruz. Yine aynı şekilde onun “Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış / Marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış” mısralarını neden yazdığını da. Her ne kadar onun bu mısralarla dile getirdiği doğru yol hakkında, tam aksine, “1943’ten sonra din ve siyaset alanlarında tuttuğu ters yol, onu sanatını ve değerini harcamaya götürdü.” hükmü verilse de “ters yol” gibi algılansa da o, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu keşfetmişti. O, dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu anlamıştı. Bunu anlayan insan ne yapıyorsa onu yapmıştı Necip Fazıl. Onun en önemli yönü buydu. Bunu kim mi söylüyordu. Onun şair yönü hakkında, şiirleri hakkında en uzun hikâyeyi yazmış olan Sezai Karakoç. Nasıl mı söylüyordu? “Ve Necip Fazıl” başlığı altında:

“1930’lardan sonra, şiirde, romanda ve felsefede mistik eğilimler baş göstermişti. Bunları Peyami Sefa’da, Necip Fazıl ve o günün şairlerinde görebiliriz. Unsurlar halinde doğu-batı sentezi cinsinden düşüncelere de rastlanabilir. Yahya Kemal’in sohbetinde de bu nevi düşünceler vardır. Ancak İslam idealini tüm bir tez olarak alıp savunan kimse yoktu. Halk, İslam’ı yaşıyordu kendi gücünce. Din alanı bilginleri vardı. Fakat, entelektüel planda artık gizli açık başka tezler savunuluyordu. İşte, Türkiye’de, entelektüellerin İslam’a dönüp bakmaları gerektiğini ilk haykıran ve tezini sistemleştirmeye çalışan ilk O oldu diyebiliriz. İslam’ı çağımız insanı için de, gelecek zaman insanı için de yaşanacak bir hayat tarzı olarak seçmemiz gerektiğini O söyledi. O, bunu bir bilim konusu gibi değil, canlı bir savaşım şeklinde sürdürdü. Yani, İslam onun için ekzistansiyel bir sorundu. Var olmak ve yok olmak sorunuydu. Hem kendisi, hem toplum için. Bu yüzden, hem kendi nefsiyle, hem karşı düşüncelerle savaştı. Bütün bunlar gözümüzün önünde oldu. Ve derken, bu ekzistansiyel kaygı topluma aşılandı.

Onu, evvelsi gün Fatih Camii’nden uğurlayan kitle, bu ürpertiyi hisseden kişilerdi.

Toplum entellicansiyasında İslam’a ekzistansiyel ilgi ve toplum ruhunda bir ürperti uyandırmıştı Üstad. Sonra bu yol açıldı. Donmuş taş terliyor artık.”

Ve Sezai Karakoç yazdı. Karakoç hatıralarını yazdı. Henüz kitap olarak yayımlamayan bu hatıralardaki Necip Fazıl kısmı, ayrı bir yazı olarak kabul edilirse, Karakoç’un Necip Fazıl hakkında yazdığı yazıların sayısı on ikiye, bir başka deyişle bir düzineye ulaşır.  

Karakoç’un “Günlük Yazılar IV: Gün Saati” adlı eserinde yer alan Necip Fazıl’ın vefatıyla ilgili yazdığı yazılar bir kenara bırakılırsa, onunla ilgili neredeyse hemen bütün yazıların “Edebiyat Yazıları II: Dişimizin Zarı” adlı eserindedir. Bu eserin, 135 sayfalık bu eserin, sayfa sayısının yarıya yakını Necip Fazıl ile yazılan yazılardan meydana gelir. Bunların dışında kalan iki yazısından biri, “Günlük Yazılar II: Sütun” adlı eserinde; diğeri Şiir Sanatı adlı dergidedir. Bir iki istisna dışında, eserlerinin tamamına yakını kitap olarak yayınlanmadan önce, gazete ve dergilerde yayımlanan yazılardan oluşan, Karakoç’un yazılış tarihi bakımından ilk olan Şiir Sanatı dergisinde yayımlanan yazıya kitaplarında yer vermediği görülmektedir. Henüz kitap olarak yayımlanmayan hatıralar da bu kapsamda değerlendirilebilir. 

 Ve Sezai Karakoç yazdı. Ve Mevlâna yazıldı. Ve Sezai Karakoç yazdı. Ve Yunus Emre yazıldı. Ve Sezai Karakoç Yazdı. Ve Mehmed Âkif yazıldı. Ve Sezai Karakoç yazdı. Ve Necip Fazıl yazıldı. Ama bu sonuncusu kitap hâline getirilmedi. Getirilmemesi bunun bir kitap olmadığı anlamına asla gelmez. Sezai Karakoç, Necip Fazıl’ı yazdı ve Necip Fazıl yazıldı. Hem de kitap hâline getirilmeden kitap hâline getirilen bir kitap oldu Üstad. Necip Fazıl gibi söylemek gerekirse, hem kemiyet hem de keyfiyet olarak Üstad kitabı yazdı Sezai Karakoç. Kendi yazmadım dese bile yazdı. Çünkü onun bir başka vesileyle söylediği yazı kendini yazar. Karakoç’un, Necip Fazıl’ın manevi evladı Sezai Karakoç’un, bu kitabına, onun vefatının ardından, günlük Diriliş gazetesinde çıkan, en son yazısından “Ve Necip Fazıl” yazısından hareketle, bu kendini yazan yazıya, yazılara, bunların meydana getirdiği kitaba, “Üstad” ismi verilebilir ve tıpkı onun “Samanyolunda Ziyafet” eserinde yaptığı gibi, bu başlığın altına “Oruç Yazıları” yazdığı gibi, Necip Fazıl kitabı için de “Üstad” başlığının altına, “Necip Fazıl Yazıları” yazılabilir.

Kaynaklar

Karakoç, S. (1999).Günlük Yazılar IV: Gün Saati. 2. Baskı, İstanbul: Diriliş Yayınları.

Karakoç, S. (2007).Edebiyat Yazıları II: Dişimizin Zarı. 3. Baskı, İstanbul: Diriliş Yayınları.

Karakoç, S. (2007).Günlük Yazılar II: Sütun. 5. Baskı, İstanbul: Diriliş Yayınları.

Karataş, T. (198). Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç. İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Kısakürek, N. F. (2010). Çile. 70. Baskı, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.

Kocahasanoğlu, O. S. (1983). Türk Edebiyatında Necip Fazıl Kısakürek. İstanbul: Ağrı Yayınları.

Necatigil, B. (1960). Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü. 1. Baskı, İstanbul: Varlık Yayınları.