Sezai Karakoç’un Hâtıralar’ında Necip Fazıl -II-

Sezai Karakoç Mülkiye son sınıfta iken Büyük Doğu’nun hazırlanmasına yardım eder. Bu sırada birçok kişiyi tanır. Bunlar arasında Asaf Halet Çelebi, Mustafa Şekip Tunç gibi şairler ve ilim adamları vardır.

Mustafa ÖZEL

Prof. Dr., FSMVÜ İlahiyat Fak.

 (Geçen sayıdan devam)

Üstad’ın hapisten çıktığı gün, birlikte bazı yerleri dolaşırlar, sonra mimar yeğeninin ofisine uğrarlar. Bir süre Necip Fazıl’ın azlettiği avukat Danyal Kayalıbay gelir, elinde bir hediye paketi vardır. Paket açılınca içinden içki şişesi çıkar. Üstad kızar ve avukatı azarlar. Avukatın üzüldüğünü görünce de pişman olur. Sezai Bey bu durumu, kaderin bir ironisi olarak görür. Hayatını İslam davasına adamış birine tebrik için içki getirilmiştir. Her şeye rağmen ikili arasındaki ilişki sürer. Bir gün avukat Kayalıbay, Büyük Postahane’ye giderken Karakoç’u durdurur ve Üstad’ın aleyhine adeta bir nutuk çeker, kendisine onu terk etmesi için öğütler verir. Sezai Bey bu olayın ardından şu değerlendirmeyi yapar: “Üstadın ve benim gerçek pozisyonumuzu anlaması mümkün değildi avukatın. Aramızdaki ilişkinin kişisel olmayıp bir ideal ilişkisi olduğunu idrâk edemezdi.”[1] Ancak hatırı kırılmaması için bir şey söylemez.

1954 yılında yaza doğru Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu’yu bir daha çıkarır. İlk sayısının kapağında, ağlayan, başörtülü bir kızın resmi üzerinde “MİLLETÇE AĞLIYORUZ” ifadesi vardır. Bu sayı çok satar. Üstad, dergide, bir felsefe yazısı dizisinin altına Karakoç’un ismini yazar. Bu dizi daha önce başka bir isimle de çıkmıştır. Daha sonra yine başka bir isimle yayınlanır. Üstad’ın bu türlü tasarruflarda bulunduğunu söyleyen Karakoç, onun bunu biraz iltifat olsun diye yaptığı, biraz da zaruret sebebiyle buna başvurduğu kanaatindedir.[2]

Bir gün Üstad Ankara’ya gelir, Sezai Karakoç’tan İstanbul’a gelip kendisine yardım etmesini ister. O da imtihanlarının yaklaştığını, ondan sonra gitmeyi teklif eder. Bunun üzerine Necip Fazıl, Sezai Karakoç’a “Olmaz. Hemen gel. Bu bir emirdir.” der. Yazılı olan imtihanlara girer, sözlü olanları rapor alarak eylüle bırakır. Sonra Ergani’ye gider, babasına durumu anlatır, babası yaptığının yanlış olduğunu, ancak söz verdiğinden dolayı gitmesi gerektiğini söyler. Memleketinde bir iki gün kaldıktan sonra Üstad’ın yanına, İstanbul’a gider. Üstad’ın Feneryolu’ndaki köşkünde kalır, kütüphanede yatar. Sabah matbaaya gidip kendilerine ayrılan masada çalışırlar. Akşam eve dönerler, kameriyede yemeklerini yerler. Derginin onuncu sayısını hazırlarlarken Üstad evde yazıları ve resimleri gösterir ve “Sence bir tehlike var mı?” diye sorar. Sezai Bey’in cevabı, “Herhalde dergiyi kapatırlar.” şeklinde olur. Üstad’ın tepkisi, “Ben bir aslandım, beni fareye çevirdiniz.” şeklinde olur. Karakoç sabah yazıhaneye gittiğinde matbaacı ile bir arkadaşının konuşmalarından Büyük Doğu’nun toplatılmış olduğunu öğrenir. Üstad bir yerden telefon eder, yazıhaneye polisin gelip gelmediğini sorar. Bulunduğu yeri tarif eder ve oraya gelmesini ister. Birlikte birçok yeri dolaşır, birçok kişiyi ziyaret ederler. Olayla ilgili bilgi elde etmeye çalışırlar. Derginin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın emriyle toplatıldığını öğrenirler. Yüz seksen sivil polis akşam harekete geçmiş, bayilerden dergiyi toplamıştır. Adliyeye doğru yürürler, yaklaştıklarında Üstad, Sezai Bey’e savcıya gitmesini, selamını ve kendisini ziyaret etmek istediğini söylemesini, bir tehlike olup olmadığını sormasını ister. Karakoç, denilenleri yapar, savcı bir tehlike olmadığını, gelebileceğini söyler. Birlikte savcıya çıkarlar. Gerçekten de bir tevkif olmaz. Ama dergi kapanır. Karakoç bir hafta daha kaldıktan sonra Üstad’dan Ankara’ya dönmek için izin ister. İmtihanları vardır çünkü. Birkaç kere söyleyince Necip Fazıl izin verir, Ergani’ye gider.

Sezai Karakoç Mülkiye son sınıfta iken Büyük Doğu’nun hazırlanmasına yardım eder. Bu sırada birçok kişiyi tanır. Bunlar arasında Asaf Halet Çelebi, Mustafa Şekip Tunç gibi şairler ve ilim adamları vardır. Üstad bir gün kendisini felsefe profesörü Mustafa Şekiğ Tunç’a gönderir, eline de bir zarf verir. Karakoç zarfı Tunç’a teslim eder, hocanın verdiği yazıları alır. Sezai Bey bu arada Tunç’un Necip Fazıl Bey’in hocası olduğunu söyler.[3]

1954 kışında, Üstad hapisten çıktıktan sonra, Ankara’ya gelişlerinin birinde bastırdığı Büyük Doğu afişlerinin Ankara sokaklarında duvarlara asılması işini, bir arkadaşıyla birlikte Karakoç’a verir. Bu işi yapanları bulurlar, afişleri astırırlar. Gece geç vakitlere kadar en uzak semtlere kadar bizzat gidip işin savsaklanmaması için ilancıların başlarında dururlar. İlân parasını, Karakoç’ta yeterli para olmadığından arkadaşı verir. Necip Fazıl, para vermediğini unutmamıştır. Bir yıl sonra çıkarıp parayı verir.[4]

Üstad Necip Fazıl’ın parayla ilişkisi bilinen bir husustur.

1931’de çıkan Ben Ve Ötesi adlı şiir kitabından sonra, 1955 yılına kadar Üstad Necip Fazıl’ın şiir kitabı çıkmamıştır. O güne kadar yazdığı bütün şiirleri Sonsuzluk Kervanı adı altında toplar ve Serdengeçti Yayınları arasında yayınlanmak üzere Osman Yüksel’e verir, Karakoç’a da tashihine bakması için ricada bulunur. Osman Yüksel, kitabı dizgiye verir. Sezai Bey de provaların kendisine verilmesini ister. Karakoç’un dediğine göre Osman Yüksel tashihe pek önem vermezmiş. Kitap dizildikten sonra provaları alır. Son derece dikkatle tüm yanlışlıkları işaret eder. Tashihleri Osman Yüksel’e verirken de çok dikkat edilmesini, çok hata olduğunu, eğer düzeltilmezse Üstadın kızacağını söyler. Fakat hemen hemen hiçbir düzeltme yapılmadan kitap öylece hatalarla dolu olarak çıkar. Üstad da Sezai Karakoç’a sitemde bulunur.[5]

Sezai Karakoç, SBF’de öğrenci iken, kendi ifadesiyle “dergi çıkarma hevesine” kapılır. Ama parasızdır, imkânı yoktur. Bir arkadaşı getirip 250 lira verir. Bu davranışı, büyük bir cömertlik olarak değerlendiren Karakoç, ileride “Doğrusu o arkadaşın bu cesur hareketi olmasaydı dergi çıkamazdı.” diyecektir. Şiir Sanatı, Ankara’da, Rüzgârlı Sokak’ta bastırılır. Üstad’ın yeni çıkan Sonsuzluk Kervanı kitabını herkes görmezden gelmiştir. İlk kez Sezai Karakoç Şiir Sanatı’nda, kitaplar sütununda kitabın çıkışından bahsetmiş, kısaca özelliklerini belirtmiş, ilerde hakkında incelemeler yayınlayacaklarını söylemiştir. Sezai Bey, Üstad’ın bir gelişinde dergiyi Meydan Palas’ta kendisine takdim eder. Üstad bilhassa dilini ileri sürerek dergiyi eleştirir. Karakoç’un, dergiyi iki sayıdan sonra çıkarmayışında bu tenkidin de etkisi olmuştur.[6]

Sezai Bey’in Şiir Sanatı’nda çıkan Sonsuzluk Kervanı kitabı hakkındaki yazısı, eser hakkındaki mevcut boykotu kırar. Hatta Nurullah Ataç da bir yazı kaleme alır. Karakoç, Necip Fazıl’ı yazıdan haberdar eder. “Neler söylüyor?” der. O da özetleyip anlatır. Bunun üzerine, Üstad, “Yaz!” der. Üstad söyler, Karakoç yazar. Sonuçta “Eşşek” başlıklı yazı çıkar. Bir akşam gazetesi olan Ankara Telgraf’ta yayınlanır. Ataç’tan ses seda çıkmaz.[7]

27 Mayıs darbesi olmuş, ülke karmaşa içindedir. Darbeciler, Adnan Menderes’in yanında yakınında bulunan, görünen herkesi tutuklamaktadırlar. Darbe yanlısı olmayıp da yolu mahkemeden geçmemiş kimse yok gibidir. Üstad da şahit olarak Yassıada’ya çağrılır. Necip Fazıl, Menderes’i över. İfadeleri hep radyodan dinlenmiştir. Bunun üzerine hâkim, “Sen, örtülü ödenekten para aldın mı?” diye sorar. Hiç çekinmeden, yekten, “Aldım, davam için aldım. Taştan taşa çalınan Anadolu’nun gençliğini kurtarmak için aldım.” deyince hâkim, “Davan nedir?” diye sorar. Bunun üzerine Üstad, “Davam, şarkın ruhuyla garbın kafasını birleştirmek, mezcetmektir.” diye cevap verir. Hâkim, “Ama seni gençlik tutmuyor. Senin aleyhinde gösteri yapıyor.” deyince Üstad Necip Fazıl, “O gürültü yapanlar, hakiki gençlik değildir. Gençlik, susuyor. Bir bandonun arkasına takılan gürültücü çocuklardan ibaret değildir bir semtteki bütün çocuklar.” şeklinde bir benzetmeyle cevap verir. Şahit olarak geldiği mahkemede tutuklanır, hapse atılır. Hatta 27 Mayıs İhtilâli ile ilgili genel af çıktığında Necip Fazıl’ın bazı mahkûmiyetleri af dışı tutulur.[8]

Zamanın solcu olmayan aydınları, milliyetçileri, muhafazakârları toplanabilecekleri bir yer ararlar. Bu arama neticesinde, Aydınlar Ocağı kurulur. Sezai Karakoç’un da kurucuları arasında bulunduğu teşkilatta seminerler, konferanslar düzenlenmektedir. Necip Fazıl, bir gün Adalet Partisi milletvekili olan İhsan Sabri Çağlayangil’i getirir. O zamanlar, Adalet Partisi, 27 Mayısçıların büyük baskısı altındadır. Hatta bazı yaşlı milletvekillerini bile dövmüşlerdir genel merkezlerinde. İşte o günlerde İhsan Sabri Çağlayangil, Üstad’a sık sık uğramaktadır. Hatta bir seferinde yirmi kadar milletvekili ve senatörle ziyaretine gitmiştir. Bu ziyaretlerin evde olanların birinde Necip Fazıl, Karakoç’u Çağlayangil’le tanıştırır. Sezai Bey’in kanaatine göre İhsan Sabri Bey’in gelişleri, o zor zamanlarda Üstad’a fikir danışmak içindir.[9]

Büyük Doğu’nun çıktığı zamanlardır. Sezai Karakoç, matbaada Üstad’a yardım etmektedir. Güvensizlik hissi veren bir adam gelir, Üstad ile bir şeyler konuşur. Necip Fazıl ara ara kızar, azarlar; ancak adamın umurunda değildir. Hararetle konuşulan konu, at yarışlarıdır. Karakoç’a göre adam, at yarışı kumarında, bahs-i müşterek işlerinde çalışan biridir. Adam, Üstad’ı götürmeye ya da oynamaya iknaya çalışmaktaydı. Üstad ise iki his arasında gidip gelmektedir. Sonunda gitmez, çalışmaya devam eder. Bu hadiseyi anlatmasının gerekçesini şöyle izah eder Karakoç: “Necip Fazıl Bey, hâtıra gibi yazdığı eserlerinde, bu oyun hastalığından bahsettiği için şahidi olduğum bu nefs mücadelesini zikrettim. Kendisi yazmasaydı benim yazmam söz konusu olamazdı şüphesiz.”[10]

Sezai Karakoç’a Bâbıâli’de Sabah gazetesinde yazma teklifi gelir. O günlerde Üstad Necip Fazıl da bu gazetede yazmaktadır. Karakoç, mukaveleyi imzalamaya gittiğinde Üstad ile karşılaşır, “Hayırdır.” der Necip Fazıl. O da “Üstad, sizin de bildiğiniz gibi benim yazmamı istiyorlardı. Yazmaya başlayacağım.” cevabını verir. Ancak Necip Fazıl’ın söylediği “Ben ayrılıyorum gazeteden; son alacağımı almak için gelmiştim.” şeklindeki söz, onu sarsar. Bunun üzerine kendisinin de yazmaya başlayamayacağını ifade etmeye çalışırken Üstad, “Hayır,” der, “Sen yaz, benim ayrıldığıma bakma.” Ve yazması için ısrar eder. Yazmaya başladığında mevsim kıştır, aylardan da Ramazan. İlk yazıları oruçla ilgili olur. Hemen onun ardından “Büyük Doğu” başlıklı, Üstad Necip Fazıl’a milletçe olan borcu belirten bir yazı yazar. Bu yazının kaleme alınmasındaki saiklerden biri, gazetede yazan birine, ayrıldıktan sonra kadirşinaslık göstermektir. Çünkü basın dünyasında vefa yoktur. Bir iki gün sonra Üstad da Bugün gazetesinde yazmaya başlar. İlk yazısının altında Sezai Bey’e, “Büyük Doğu” yazısından dolayı iltifatlı sözlerle teşekkür eder.[11]

*

Merhum Sezai Karakoç’un Diriliş dergisinde yayınlanan Hâtıralar’ından yola çıkarak kaleme aldığımız bu iki bölümlük yazı, elbette yazarın Üstad hakkındaki bütün anılarını, izlenimlerini ve değerlendirmelerini kapsamıyor. Biz konuyu elimizden geldiğince kısa ama özlü bir şekilde ele almaya çalıştık. Büyük bir derya olan Hâtıralar, birçok konuyu, değişik şahısları ihtiva etmektedir. Bir an evvel bunların okuyuculara sunulması gerekmektedir.

Son olarak hem Üstad Necip Fazıl’a hem de Sezai Karakoç’a Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ederim. Her ikisinin de mekânı cennet olsun. 


[1] Diriliş, “Hâtıralar – LVII – Ankara – S.B.F. Yılları”, Cilt: 7, Sayı: 57, 18 Ağustos 1989, syf. 11.

[2] Diriliş, “Hâtıralar LVIII- Ankara – S.B.F. Yılları”, Cilt: 7, Sayı: 58, 25 Ağustos 1989, syf. 10.

[3] Diriliş, “Hâtıralar LIX – Ankara – S.B.F. Yılları”, Cilt: 7, Sayı: 59, 1 Eylül 1989, syf. 12.

[4] Diriliş, “Hâtıralar LX – Ankara – S.B.F. Yılları”, Cilt: 7, Sayı: 60, 8 Eylül 1989, syf. 13.

[5] Diriliş, “Hâtıralar LXI – Ankara – S.B.F. Yılları”, Cilt: 7, Sayı: 61, 15 Eylül 1989, syf. 12.

[6] Diriliş, “Hâtıralar LXI – Ankara – S.B.F. Yılları”, Cilt: 7, Sayı: 61, 15 Eylül 1989, syf. 12.

[7] Diriliş, “Hâtıralar LXII – Ankara – S.B.F. Yılları”, Cilt: 7, Sayı: 62, 22 Eylül 1989, syf. 10-11.

[8] Diriliş, “Hâtıralar XC Ağrı-(Karaköse)-Yedeksubay Kıta Hizmeti”, Cilt: 7, Sayı: 91, 13 Nisan 1990, syf. 7.

[9] Diriliş, “HâtıralarXCI Ağrı (Karaköse)-Yedeksubay Kıta Hizmeti-İstanbul”, Cilt: 7, Sayı: 92-93, 27 Nisan 1990, syf. 31.

[10] Diriliş, “Hâtıralar CII İstanbul- Derginin İkinci Çıkışı”, Cilt: 7, Sayı: 109-110, 24 Ağustos 1990, syf. 13.

[11] Diriliş, “Hâtıralar CIV İstanbul- Sabah Gazetesi-Mahkemeler”, Cilt: 7, Sayı: 113-114, 28 Eylül 1990, syf. 22-23.