15 Temmuz’da darbecilerin istismar ettikleri ve kendilerini dayandırmaya çalıştıkları bir başka zemin de toplumumuz nezdinde dine verilen değerdir. Toplum nazarında kendilerini meşrulaştırma aracı olarak dini, dinin kimi değerlerini ve kavramlarını ilk günden itibaren istismar eden bir topluluk tarafından bu darbe girişimi organize edildi.
Sinan ÖZYURT

15 Temmuz’un üzerinden tam altı yıl geçti. O gece, bu ülkenin tarihinde önemli dönüm noktalarından biri olarak yerini aldı. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihini aynı zamanda bir darbeler tarihi olarak da okumak mümkündür. Demokrasiye geçişle birlikte sistemin perde arkasındaki bir aktör olarak silahlı kuvvetler neredeyse her on yılda bir gidişata balans ayarı yapmaya çalıştı. Halka güvenmek, olacak iş değildi. Halkı kendi haline bırakırsan kimi iktidar yapacağı belli olmazdı. 27 Mayıs 1960 ihtilali, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 postmodern darbesi, 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve nihayet 15 Temmuz 2016 darbe girişimi halkın verdiği yanlış (!) kararların düzeltilmesi için atılan adımlardı.
Bütün bu darbe, muhtıra ve darbe girişimlerinin ortak özelliği, kendini devletin hatta milletin sahibi gören bir zümre tarafından icra edilmesidir. Yine bütün bu darbelerin bildirileri üzerinden bir okuma yapacak olursak hepsinin ortak özelliğinin kendilerini Kemalizm üzerinden meşrulaştırma gayreti içinde olmalarıdır. Darbeciler için demokrasi yani halkın seçimle yönetimi belirlemesi vazgeçilmez bir ilke veya prensip değildir. Vazgeçilmez olan, sadece Kemalizm ve devletin resmî ideolojisidir. 15 Temmuz gecesi TRT’de okunan darbe bildirisi de bunu ortaya koymaktadır. Uzun süre dini bir cemaat görüntüsü altında örgütlenen FETÖ’nün gerçekleştirdiği bu darbe girişimi de tıpkı öncekiler gibi kendini Kemalizm’e yaslayarak devlet nezdinde meşru bir zemin arayışına girmiştir. Bu durum da bize şunu bir kez daha hatırlatmaktadır ki bu ülkede darbeler hangi klik veya grup tarafından organize edilirse edilsin her darbenin zemini Kemalizm’e dayanmaktadır. Çünkü bu ülkede kimi zaman gerilese veya etkisi azalsa da bir resmî ideoloji hegemonyası mevcuttur. Bu yönüyle 15 Temmuz darbe girişimini ülkedeki darbe geleneğinden ve resmî ideolojiden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir.
15 Temmuz’da darbecilerin istismar ettikleri ve kendilerini dayandırmaya çalıştıkları bir başka zemin de toplumumuz nezdinde dine verilen değerdir. Toplum nazarında kendilerini meşrulaştırma aracı olarak dini, dinin kimi değerlerini ve kavramlarını ilk günden itibaren istismar eden bir topluluk tarafından bu darbe girişimi organize edildi. Kendi dar cemaatinden başka ne içinde yaşadığı ülkeyi ve toplumu ne de İslam ümmetini dert edinen bir grubun bu değerleri istismar etmemesini beklemek safdillik olurdu. Tam da uluslararası ilişkilerinin ve bağlılıklarının gereğini yerine getirdiler. Emrine girdikleri küresel emperyalizmin neferleri olarak içinden çıktıkları halkın üzerine kurşun sıktılar ve bombalar yağdırdılar.
Bizler hep dedelerimizin ve babalarımızın darbeler karşısındaki sessizliklerinin, gözyaşlarının ve pişmanlıklarının hikâyeleriyle büyüdük. Üniversite yıllarımızda 28 Şubat sürecine karşı yapılan eylemler içinde yer aldık. Haksızlıklara ve zulümlere karşı sesimizi, sözümüzü yükselttik. Ancak geniş kitlelerin bu sürece karşı meydanlarda tavır koymasını sağlayamadık. Her darbe sonrasında olduğu gibi onlar seçim sandıklarında mesaj vermeyi tercih ettiler. 15 Temmuz’u diğer darbelerden ayıran en önemli hususun darbe karşısında büyük halk kesimlerinin ortaya koyduğu tavır olduğunu düşünüyorum. O gece insanlar önceki darbelerin de acısını çıkarır gibi sokakları, meydanları doldurdular. Eli silahlı darbeciler tarafından işgal edilen kurumların etrafını sardılar. Kurşunlara, bombalara rağmen durdukları yerleri birer mevzi ve siper kabul ederek geri adım atmadan direndiler. Gecenin seherinde yeni günün şafağında elleriyle tırnaklarıyla ülkelerini ve geleceklerini küresel kötülüğün piyonlarından geri aldılar.
O gece Saraçhane’deydim. Birçok insanın yaralanmasına, şehid edilmesine tanık oldum. En yakın hastanenin kan revan içindeki görüntüsünü asla unutamam. Hastanede yer kalmadığı için yaralıların kamyonetlerle başka hastanelere sevk edilişini de. Ezan ve salâ seslerine karışan kurşun ve bomba sesleri karşısında tekbirlerle yürüyen kahramanlar gördüm o gece. Satılmış teröristler kurşun sıktıklarında yere yatan, duvarların, ağaçların ardına siper alan kurşun sesi kesildiğinde tekbirlerle ileri atılan adamlar ve kadınlar gördüm. O gece yaşananlar bir milletin, bir halkın kahramanlığından ve düşman karşısında devleşmesinden başka bir şey değildi. Aynı manzaralar işgal edilen her yerde yaşandı. O insanları kurşunlar karşısında ayakta tutan şey neydi. Halkın canı pahasına direnmesini sağlayan tek bir motivasyon vardı o gece. O da, Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı’ndaki ifadesiyle “şehadetleri dinin temeli” olan ezanlardı. Darbeci teröristlerin üzerine “Allah!” diyerek tekbir getirerek yürüdü insanlar.
Sokağa çıkarken “Acaba kaç kişi çıkar?” diye düşünüyordum. Çıkınca sayılamayacak kadar çok insanla karşılaştım. Ezan ve salâ sesleri arasında tekbirlerle yürüyen binlerce insan. Allah’ın en büyük olduğunu ve ona dayanıp ona güvendiklerini haykırarak yürüyen binlerce insan. Bu manzara karşısında göz yaşlarımı tutamadım. İstemsizce gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Bu toplumdan ümit kesmemek gerektiğini, Sezai Karakoç’un tabiriyle onun kalbinde merhamet adlı bir çınarın hep var olduğunu bir kez daha hissettim.
15 Temmuz’un üzerinden altı yıl geçti. Şimdi geri dönüp baktığımda o gün doğru yerde olduğuma dair en ufak bir şüphem yok. Ancak o gecenin ve sonrasındaki sürecin doğru değerlendirilmediğini düşünüyorum. Özellikle halka mal olmuş bu direnişin devlet tarafından resmîleştirilerek ruhunun yara aldığı kanaatindeyim. İBB önünde havuzlardan abdest alarak ölüme meydan okuyan insanları anlamamız için onların heykellerini dikmeye ihtiyacımız yoktu. O balmumu heykeller, bizi o insanların ruhuna yaklaştırmak şöyle dursun, onların olabildiğince uzağına atıyor maalesef. O gece elbette anlatılmalı, bu manada sanatın her türlü imkânından istifade edilmeli fakat bu resmî bir şemsiye altında ve asıl ruhundan koparılarak yapılmamalı.
28 Şubat sürecinde durmam gereken yerde durmuştum, 15 Temmuz gecesi de olmam gereken yerdeydim. O gece meydanları dolduran güzel insanların arasında bulunmayı hayatım boyunca bir onur nişanesi olarak göğsümde taşıyacağım. O gece canını feda eden yiğitleri her zaman rahmet ve gıpta ile anacağım. Ancak resmî dilden ve programlardan sonuna kadar uzak olacağım.
Rabbim o gece canlarını feda eden şehidlerimize rahmetiyle, geride kalanlara da merhametiyle muamele eylesin. Âmîn.