Kısakürek, Türk Edebiyatı hakkında genel bir değerlendirmede bulunurken evvela Süleyman Çelebi’yi anar: “Bu cemiyetin: Dinî mizacı Süleyman Çelebi’de.” (Kısakürek, 1977, 181) Kısakürek’in bu değerlendirmesi Süleyman Çelebi’nin eserinin neden çok okunduğu sorusuna da bir cevap niteliği taşır.
Muhammet Sani ADIGÜZEL
Doç. Dr., FSMVÜ

Necip Fazıl Kısakürek Esselâm adlı eserini Büyük Doğu Yayınları’nın ilk eseri olarak yayımlar. Bir başka deyişle şair eserlerinin basımı üstlenecek yayınevinin kuruluşu için bu eseri seçmiştir. Kuruluş, bir nevi doğum, Büyük Doğu Yayınları’nın doğumu için, daha önce Hz. Peygamber’in nesir diliyle anlatıldığı siyer türüne yakın bir eserin, Çöle İnen Nur’un değil de aynı konunun manzum olarak işlendiği mevlit türüne yakın bir eserin, Esselâm’ın seçilmesi son derece anlamlı olsa gerektir. Böylece bir doğum günü diğerine bağlanmanmış olmaktadır. Şair daha önce nesir diliyle anlattığı Hz. Peygamber’e bağlılığını bu sefer de şiir diliyle anlatmakta ve demek istemektedir ki, her ne kadar daha önce “Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!” dedimse de, Büyük Doğu’nun asıl doğum yeri ben değilim, o’dur, o, yani “Gideriz nur yolu izde gideriz” dediğim “gaye insan- ufuk Peygamber”dir.
Bu arada Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerini basmak üzere 1973’te Esselâm adlı eserle yayın hayatına başlayan Büyük Doğu Yayınları ile Sezai Karakoç’un eserlerini basmak üzere -1974’te Ruhun Dirilişi adlı eserlerle- yayın hayatına başlayan Diriliş Yayınları arasında bir ilgi kurulabilir ve bu eserlerin söz konusu yayınevlerinin kuruluşu için özel olarak seçildiği söylenebilir. Karakoç’un “Aslında, her şiir, ister merkezinden ister kıyısından köşesinden olsun, ister dar, ister geniş açıdan alınsın şair için bir otobiyografi denemesidir.” (Karakoç, 1999, 98) cümlesiyle Kısakürek’in “Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekûn vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz “Allah ve Resulü; başka her şey hiç ve bâtıl” demekten ibarettir.” (Kısakürek, 1973, 136) cümleleri de bu çerçevede değerlendirilebilir.
Kısakürek, Türk Edebiyatı hakkında genel bir değerlendirmede bulunurken evvela Süleyman Çelebi’yi anar: “Bu cemiyetin: Dinî mizacı Süleyman Çelebi’de.” (Kısakürek, 1977, 181) Kısakürek’in bu değerlendirmesi Süleyman Çelebi’nin eserinin neden çok okunduğu sorusuna da bir cevap niteliği taşır. Bir başka çok okunan eserde de bu sorunun cevabına dolaylı olarak rastlanır. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hak Dîni Kur’an Dili’nde, besmeleyi tefsir ederken, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine göndermede bulunur: “Batıl mabutlara dahi Tanrı ismi cinsi verilir. Müşrikler birçok Tanrılara taparlardı. Filanların tanrıları şöyle, falanlarınki şöyledir denilir. Demek ki, “Tanrı” ismi cinsi “Allah” ismi hasının müteradifi değildir, eamdır. Binaenaleyh “Allah ismi” “Tanrı adı” ile tercüme olunmaz. Bunun içindir ki Süleyman Efendi Mevlidine “Allah” adıyle başlamış “Tanrı adı” dememiştir.” (Yazır, 1993, 25)
Yazır tercümenin sadece kelime boyutuyla değil, aynı zamanda söz dizimi boyutuyla da ilgilenir. Mevlid’in “Allah adın zikr idelüm evvelâ” diye başlayan mısraına yaptığı göndermenin bir benzerini “Birdür Allah andan artık Tanrı yok.” mısraına, “Allah’tan başka Tanrı yoktur.” şeklinde yaptıktan sonra, besmelenin Türkçe sekiz farklı tercümesine yer verir. Bunlardan son ikisi Mevlid’de olduğu gibi “Allah” ismiyle başlamaktadır: “Allahi rahmani rahim ismile yahut Allahi rahmani rahimin ismile” (Yazır, 1993, 41) Elbette besmelenin kısa şekli tesmiyeye (Bismillah /Allah’ın adıyla) uygun düşen bu tercüme, uzun şekline (Bismillahirrahmanirrahim /Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla) uygun düşmemektedir. Gerçi Yazır, “Allah, rahman, rahim ismile” şeklindeki tercümeyi en uygun (selis) bulmakla birlikte bunun da teslisi akla getirdiği için tartışmaya yol açacağı kanaatindedir. Yazır, bütün bunlardan sonra bir vecize gibi ezbere bilinen besmeleyi tercümeye kalkışmayıp aslıyla kullanmanın gereğine işaret eder.
Aslında Süleyman Çelebi de besmeleyi tercüme etmez. Yazır’ın nesir olarak yaptığı tefsiri nazım olarak yapar. Bir manzum besmele tefsiri olan Mevlid’in başında, birinci bölümde Allah’ın adını zikirden kasıt besmelenin aslı olmalıdır. Bu aslı da birinci tekil şahıs kullanarak birimizin değil, birinci çoğul şahıs kullanarak hepimizin çekmesini arzu eder. Kısakürek’in “Bu cemiyetin: Dinî mizacı Süleyman Çelebi’de” şeklinde verdiği hükme bakarak cemiyetimizin arzusunun bu yönde olduğu düşüncesiyle Mevlid’den bazı okumalar yapılabilir:
“Allâh adın zikr idelüm evvelâ
Vâcip oldur cümle işde her kula
Öncelikle Allah’ın adını zikredelim. Kullara tüm
işlerde o(nun adının anılması) vaciptir.
Allâh adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ide Allâh ana
Her kim (bir işe başlamadan) Allah’ın adını
anarsa, Allah ona her işi kolay eder.
Allâh adı olsa her işün öni
Hergiz ebter olmaya anun sonı
Her işin öncesinde Allah’ın adı anılırsa o işin
neticesi asla noksan olmaz.
Her nefesde Allâh adın di müdam
Allâh adıyla olur her iş tamâm
Her nefeste daima Allah’ın adını an. Her iş Allah’ın
adıyla tamamlanır.
Bir kez Allâh dise ‘aşk ile lisân
Dökülür cümle güneh misl-i hazân
Dil bir kez aşkla Allah derse bütün günahlar
sonbahar (yaprakları) gibi dökülür.
İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen
Her murâda irişür Allâh diyen
(Allah’ın) pak ismini zikreden tertemiz olur.
Allah diyen her isteğine erişir.
Aşk ile gel imdi Allâh eydelüm
Derd ile göz yaş’ıla âh idelüm
Gel şimdi aşkla Allah diyelim; gözyaşıyla, dert
ile feryat edelim.
…
Âmine hâtun Mahammmed ânesi
Ol sadefden doğdu ol dür dânesi
Muhammed’in annesi Âmine Hatun (ki) o sedef
(gibi olandan) inci tanesi (gibi bir çocuk) doğdu.
Çünki Abdullah’dan oldı hâmile
Vakt irişdi hafta vü eyyam ile
Çünkü Abdullah’tan hamile kaldı. Haftası hafta-
sına ve günü gününe (o) vakit geldi.
Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn
Çok ‘alâmetler belürdi gelmedin
Muhammed’in gelmesi yaklaşınca birçok ala-
metler belirdi.
Şol kitâblar içre söylenen haber
Zâhir old vü görindi serteser
Şu kitaplar için de söylenen haberler ortaya çıktı
ve baştan başa göründü.
Halk-ı ‘âlem gözleriyle gördiler
Görmeyenlere haberler virdiler
Tüm dünya gözleriyle gördüler. Görmeyenlere
haberler verdiler.
[…]
Râviler virdi haberler hem bize
Biz dahi yazduk uş eydürüz size
Rivayet edenler bize haberler verdi. Biz de yaz-
dık (ve) işte size söylüyoruz.
[…]
Dînümüz mülkini âbâd idelüm
İşidenler cânını şâd idelüm
Din ülkesini bayındır kılalım. Duyanların ca-
nını şad edelim.
‘Aşk ile her kim ki dinlerse bunı
Açıla gönlünde rahmet gülşeni
Kim ki bunu aşk ile dinlerse gönlünde rahmet
bahçesi açılsın.
Hem hidâyet bülbüli anda öte
Hem saadet servi cânında bite
Bahçesinde hidayet bülbülü ötsün; canında mut-
luluk servisi yeşersin.
Mustafâ’nın cânibinden bî-gümân
İrişe bûy-ı şefâ’at her zamân
Hz. Muhammed tarafından ona daima bağış-
lanma kokusu erişsin.
Kim ki dinlerse bu sözi aşk ile
Lâcerem Tanrı ana rahmet kıla
Kim ki bu sözü aşkla dinlerse şüphesiz (ki) Tanrı
ona rahmet kılar.
Mustafâ’nun Mevlidi’dür bu kelâm
Sanmanuz bunı kelâm-ı her avâm
Bu kelam Hz. Muhammed’in doğumudur. Bunu
sıradan bir söz zannetmeyin.
[…]
Mevlid’ine her k’anun ‘izzet kıla
Mustafâ’dan ol dahi ‘izzet bula
Her kim onun doğumunu anlatan bu kitaba
hürmet ederse Peygamber’den hürmet görsün.” (Ceylan, 2021, 660-661)
Süleyman Çelebi, Mevlid’inin bir beytinde,“İşbu kân-ı şehd ki şîrindür dadı / Bil Vesîlet-ün-Necât oldı adı” (Süleyman Çelebi, 1990, 84) beytinde eserinin adının Vesîletü’n-Necât olduğunu belirtir. Kurtuluş vesilesi demek olan Vesîletü’n-Necât’ta, her bölümünün sonunda da, kurtuluşun, cemiyet hâlinde ateşten kurtuluşun, nasıl mümkün olacağının; aşkla, dertle es-salât, salavat getirmekle mümkün olacağının tekrarlandığı bir beyit vardır:
“Ger dilersiz bulasız oddan necât
Işk ile derd ile eydün es-salât” (Süleyman Çelebi, 1990, 8)
Her bölümün sonunda tekrarlanan bu beytin birinci mısraındaki “necat” kelimesi esere neden Vesîletü’n-Necât’ta adının verildiğinin de bir göstergesi gibidir. Elbette ateşten kurtuluş vesilesinin, yani ikinci beyitteki aşk ile dert ile söylenmesi gereken “es-salât”in de, bu göstergeye dâhil edilmesi gerektiği açıktır. Necip Fazıl Kısakürek’in mevlit türü içinde sayılabilecek eserine verdiği Esselâm’dan hareketle söylemek gerekirse, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin, Vesîletü’n-Necât’ın bir adı daha olsaydı, o da Essalât olurdu denilebilir. Çünkü Ahzâb suresinin 36. ayetten, “Muhakkak ki Allah ve O’nun melekleri peygambere salât getiriler. Ey iman edenler, siz de ona salât getirin ve selâm edin.” şeklindeki ayet mealinden anlaşılacağı üzere, bu iki kelime, salât ve selâm kelimeleri, mevlit türünde yazılan eserlere ad verirken ilk akla gelen kelimelerdir
Sonuç olarak ilgili ayetin ışığında mevlit salâttır, mevlit selâmdır, mevlit salât ve selâmdır, mevlit essalât ve esselâmdır denilebilir ve Necip Fazıl Kısakürek’in Mevlid’inin adı olan Esselâm şiiri bütünüyle okunabilir:
“Göklerde son ilâm;
Allah bir; bir,İslâm…
Lâmelif, Eliflâm;
Amanın ya Mevlâm!
Esselâm, Esselâm!…
Ben Mecnun, O Leylam.
Hasreti Kerbelâm,
Ateşi incilâm,
Bâkisi hep melâm…
Esselâm, Esselâm!…
Düşünce iptilâm,
Kelime heyûlam.
Lisansız vaveylâm;
Ne bir harf, ne kelâm,
Esselâm, Esselâm!…” (Kısakürek, 2015, 138-139)
Kaynakça
Ceylan, Ö. (2021). Osmanlı Çağlarında Tasavvuf Edebiyatı-Mevlid”. Bize Yön Veren Metinler III, Derleyen: Alev Alatlı, Nevşehir: Kapadokya Üniversitesi Yayınları.
Karakoç, S. (1999). Sütun: Günlük Yazılar II. 5. Baskı. İstanbul: Diriliş Yayınları.
Kısakürek, N. F. (1973). Esselâm. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.
Kısakürek, N. F. (1977). Yolumuz Halimiz Çaremiz. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.
Kısakürek, N. F. (2015). Esselâm. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.
Süleyman Çelebi (1990). Mevlid. haz. Faruk K. Timurtaş, İstanbul: MEB Yayınları.
Yazır, E. M. H. (1993). Hak Dîni Kur’an Dili. İstanbul: Bedir Yayınevi.