Bir Hayali Cemaatin Peşinden: Nerede O Eski Marşlar?

Birçok grubun ortak meseleleri yüklenmeleri ve problematik haline getirebilmeleri anlamında müzik en önemli taşıyıcılardan birisi olmuştur. Bir anlamda bu yıllar müziğin en önemli aktarıcısı olduğu büyük bir hayali cemaatin gözlenmesine imkân sağlayan yıllar olarak kendisini göstermektedir.

Mehmet BİREKUL

Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üni. Sosyal ve Beşeri Fak. Sosyoloji Bölümü

Gündelik hayatımızı derinden etkileyen alanlarından birisidir müzik. Hayatın içinden süzülüp gelen melodiler, zamanı ve mekânı taşıdığı gibi duygusal eylemlerimize de yön verebilmektedir. Zira insanların bedenlerini nasıl düzenlediklerinden nasıl davrandıklarına, geçen zamanı nasıl deneyimlediklerinden enerji ve duygu bakımından kendilerini, başkalarını ve karşılaştıkları durumlar hakkında ne hissettiklerine kadar pek çok şeyi etkileyebilen müzik; bir toplumda mitolojik, dinsel, askeri, sağlık ve eğlence içerikli bir görünüme sahip olmakla birlikte toplumsal bütünleşme ve ayrışma gibi sosyal mesajların da ifadesi olabilmektedir. Bireysel duygu dünyasına açılan bir kapı olarak müzik, toplumsal alanın da vazgeçilmez araçlarından birisidir. Bu nedenle çoğu “kalabalık kuramlarının” merkezinde şarkı söylemek ve yürüyüşlerden insan zincirlerine uzanan koordineli hareket biçimleri yer almaktadır.

Toplumsal vurgu açısından genel müzik literatüründe müzikal bir form olarak marşlar/ezgiler önemli bir yer tutmaktadır. Marş kelimesi, bizatihi hareketi ve kolektiviteyi çağrıştırır. Bu nedenle marş formu, toplumsal grupların kendilerini ifade biçimlerinin başat unsurlarından birisidir. Marşlar, hangi grup olursa olsun Türk toplumunun motivasyonunda da önemli bir yer tutmaktadır. Osmanlı’da mehterin güdümünde ilerleyen bu motivasyon, modernleşme serüveni ile Mızıka-i Hümayun’a evrilmiş ise de toplumsal eylemlerin en önemli ifadelerinde sembolik bir marş her dönem kendisini göstermiştir. Özellikle İslamcı camia için ise bu vasat, seksenli yılları işaret etmektedir.

Zira küresel ölçekteki gelişmelerin 1980’lerle birlikte Türkiye’de İslami kesime bir hareket getirdiğini söylememiz mümkündür. Farklı coğrafyalardaki “direniş” örnekleri Türkiye’deki İslami hassasiyeti olan gruplar için bir dinamizme yol açmıştır. Bu nedenle söz konusu dönem, çoğunlukla İslami hareket dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönem, aynı zamanda genel olarak “İslami Müzik” olarak isimlendirilen marşlar ve ezgilerin İslamcı gençlikle buluştuğu zamanları da ifade etmektedir.  Zira seksenli yıllara dek müzik, İslami camia için haramlığı ve helalliği konusunda tartışmaların yaşandığı, haramlığı yönünde net bir delil olmasa dahi kaçınılması gereken unsurlardan biri olduğu konusunda neredeyse bir mutabakatın olduğu konu olarak dikkat çekmekte iken seksenlerle ve tırmanışa geçtiği doksanlı yıllarla birlikte müzik, İslami kesim için “ezgi” ya da “marş” tanımlamasıyla hareketin bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır. Esasında “ezgi” isimlendirmesi dahi bu dönemi açıklamamıza imkân sağlayan pek çok unsuru barındırmaktadır. Dönemin önemli isimlerinden Ömer Karaoğlu, bu isimlendirmenin ezmek kökünden türediğini ifade ederken, ezginin ezilen halkların bir sesi olduğunu, bu anlamda İslamcı camianın ürettiği müziğin, şarkı ve türküden ayrıldığını belirtmektedir. Önceleri bant tiyatroları içerisindeki küçük ezgilerle başlayan hareket, marş/ezgi ilişkisi, İslamcılar için daha sonraları radyolardan durmaksızın çalınan marşlara doğru bir gelişme göstermiştir.

Seksenli yıllar Türkiye’de yerel ölçekte de pek çok toplumsal ve siyasal olayın patlak verdiği yıllar olarak öne çıkmaktadır. Zira seksenli yıllar altmışlardan bu yana devam eden çalkantıların bir darbe ile sonuçlandığı ve askeri yönetimin idareyi ele aldığı yıllardır. İslami kesim bu çalkantılı yıllar boyunca seksenli yıllardan sonra göstereceği aksiyoner yönünün aksine daha çok kavganın içinde olmamaya özen gösteren bir tavır sergilemesine rağmen özellikle MTTB ve Akıncılar gibi örgütlenmelere mensup gençlerden pek çok kayıp da vermiştir. Bu dönemde İslamcı gençliğin eylem tarzı daha çok mitingler düzenlemek, bildiriler dağıtmak, sloganlar yazmak şeklinde olmuştur. Bu eylem tarzı bir bakıma tebliği cihada önceleyen bir anlayışın yansıması olarak değerlendirilebilir. Yine seksen öncesinde Milli Görüş’ün yükselişi de İslami camia için önemli motivasyon alanlarından birisidir. Her ne kadar bu dönemde İslam, siyaset ve düzen tartışmalarına çokça rastlansa da İslami düşüncenin bir siyasi parti aracılığı ile mecliste gündeme getirilmesi önemli bir gelişmedir.

          12 Eylül askeri darbesi ile birlikte İslami camia gerek gençlik örgütlenmeleri gerekse Milli Görüş ile yakaladığı ülke geneline hitap eden örgütlenme biçiminde zayıflama göstermeye başlamıştır. Darbe ile parti, dernek gibi yapılanmaların kalkması, örgütlenmeyi daha yerel hatta çok küçük gruplar halinde yapılan bir biçime dönüştürmüştür. Bu dönemde her şehirde irili ufaklı yapılanmalar dikkat çekmeye başlamıştır. Öğrenci evlerinde, camilerde ya da özel olarak evlerde, bilhassa tefsir ve hadis sohbetleri ve tercüme kitaplar etrafında, bazen on-on beş kişi ile bazen biraz daha büyük ölçekte yoğun bir okuma faaliyeti gözlenmeye başlanmıştır. Esasında bu durum İslami kesim için bir kurumsal çatıdan yoksun olmalarına rağmen aksiyoner bir tavrı gösterebilecekleri, kendilerini yetiştirebilecekleri ve kendi gruplarından olmayanları da hoş görebilecekleri bir vasatı da beraberinde getirmiştir.

          Bu vasatın en dikkat çekici yanı ise bu irili ufaklı grupların neredeyse aynı marşları, radyoları ve müzisyenleri dinlemeleridir. Her ne kadar 2000’li yıllara doğru daha çok cemaatsel tavırla birlikte radyoların ve sanatçıların ayrıştığını gözlesek de seksenli yıllarda İslami camianın ürettiği müzik, geniş mutabakatla bir katılımı beraberinde getirmiştir. Hemen her grup, bu dönem içerisinde üretilen müziği, üretenin İslam anlayışına bakmaksızın tüketmiştir. Bu dönemle özdeşleşen İslami radyolar da bu geniş tabanlı mutabakatın en önemli aktörlerinden biri olarak belirmektedir. Zira radyolar vasıtasıyla bu dönem içerisinde İslamcı camia birçok ortak problemini görmediği, bilmediği ama aynı duyguları paylaştığına inandığı kardeşleri ile paylaşma imkânı bulmuştur. Radyolar bu dönemde sadece marş ve ezgi yayınlayan oluşumlar olmanın çok ötesinde ortak bir duyguda buluşmanın sanal mekânları olarak belirmektedir. Teknolojik imkânların daha kısıtlı olduğu bu dönemler açısından bakıldığında İslamcı radyolar, kendilerini geniş bir kitleye hitap eden ve İslamcı camianın direnişçi kimliğini diri tutmaya çalışan önemli vasıtalar olarak konumlandırmıştır.

Bu durum esasında İslami camia açısından Benedict Anderson’un kavramsallaştırması ile bir “hayali cemaati” akla getirmektedir. Anderson’un ulus için kullandığı bu kavramda da vurguladığı gibi nasıl ki “ulus kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş siyasal bir topluluk” ise seksen sonrası İslamcılık düşüncesi de somut bir örgütlenme biçimi içerisinde olmasa da üyelerinin belli bir egemenlik/özgürlük anlayışı içerisinde, aralarında derin yoldaşlıklar kurdukları görünmeyen bir bağı da mümkün kılmıştır.  Bu nedenledir ki müzik, bu dönemin dağınık, yerel İslami oluşumlarını aynı duygular ve idealler etrafında birleştiren, onlar arasında derin yoldaşlıklar kuran bir araç olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle müziğin üreticisinden çok üretildiği ortam bu dönemin temel refleksi olarak belirmektedir.

          Bu anlamda seksenlerde İslamcı camianın ürettiği müzik, direnişçi bir ruhu beslediği kadar üyelerinin aralarında oluşturduğu duygu birlikteliği ile de bir toplumsal ağa da imkân sağlamıştır. Bu yıllara kadar İslamcılığın ihtiyaç duymadığı müzik, dağınık grupların birlikte bir uyanışının entelektüel zeminini arayan İslamcıların en önemli araçlarından biri halini almıştır. Birçok grubun ortak meseleleri yüklenmeleri ve problematik haline getirebilmeleri anlamında müzik en önemli taşıyıcılardan birisi olmuştur. Bir anlamda bu yıllar müziğin en önemli aktarıcısı olduğu büyük bir hayali cemaatin gözlenmesine imkân sağlayan yıllar olarak kendisini göstermektedir.

İki binli yıllarla birlikte İslami camianın marşlarla artık seksenlerde ve doksanlarda olduğu kadar heyecanlanmamasının esasında müzikaliteden çok, söz konusu vasatın etkili olduğunu söylememiz mümkündür. Zira Ömer Karaoğlu, “Nerede o eski marşlar? Artık eskisi gibi marşlar yapamıyorsunuz.” itirazını “Nerede o eski sen?” olarak cevaplamaktadır. Zira ona göre kendilerine artık muhatap oldukları İslami camia marş/ezgi ürettirmemektedir.

Bu anlamda 1980 sonrası İslamcılığı, İslamcıların ürettiği müzik üzerinden bir okuma ile değerlendirdiğimizde “Neden seksen öncesi tartışılan bir konu olan müzik, seksen sonrasında kendisine ihtiyaç duyulan bir alan olmuştur? Ve neden bugün ezgiler, İslamcı camianın bir nostaljisi olmaktan öteye gidememektedir?” sorularına vereceğimiz cevap, hali pür melali de ortaya koyacaktır. Son kertede seksenli yılların aksiyoner ve idealist İslam anlayışı etrafında bir anda parlayan marşlar, iki binli yıllarla birlikte kendi yolunu mutlaklaştıran bencil ve bireyselci İslam anlayışı ile yavaş yavaş sönmeye başlamış; iki binli yılların tüketim kültürü içerisinde İslamcı müzik de metalaşma eğilimi göstermeye başlamıştır.

Kaynaklar

Anderson, B. (1995). Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması (İ. Savaşır, Çev) İstanbul: Metis Yayınları.

Birekul, M. (2015). “Toplumsal Hareketler ve Müzik: Söylemden Harekete Marşlar, Ezgiler”, Sosyoloji Divanı, 5:1, 87-118.

Birekul, M. (2019). “İslamcılığın Müzikle İmtihanı: 1980 Sonrası İslamcı Müzik, Radyolar, Marşlar”, Bir Başka Hayata Karşı”1980 Sonrası İslamcı Dergilerde Meseleler, Kavramlar ve İsimler, Cilt 3: Kültür, Medya, Yaşam,  Editör: Lutfi Sunar, Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları.

Karaoğlu, Ö. (2011). Sahne Geri(ci)si’nden Bir Vaaz Bir Diyalog. İstanbul: Pınar Yayınları.