Arabesk müzik, aydın ve entelektüel kesimlerce “yoz müzik”, “dejenere” ya da “aşağı kültür” olarak görülmekten kurtulamamıştır. Devlet tarafından yasaklanmasına, kentli yerleşik insanlar ve aydınlar tarafından da yoz bir müzik olarak görülmesine ve kültürün dejenerasyonu olarak itham edilmesine rağmen milyonlarca insanın arabesk müzikle iç içe olması engellenememiştir.
Aşkın YILDIZ

90’lı yıllar aslında hem bireysel hem de toplumsal olarak bir geçiş dönemini ifade etmektedir. Tüm dünyada yaşanan internet, bilişim, teknoloji gibi alanlardaki gelişmeler bu yıllarda ivme kazanmış ve hemen herkesi kuşatmıştır. Haberleşme, yayıncılık, radyo ve televizyon dünyasına dair gelişmelere, toplumların adaptasyon hızı yüksek bir uyum gösterdiği söylenebilir. 90’lı yıllar, analogdan dijitale, manuelden otomatiğe ve yerelden küresele baş döndüren bir hızla geçişin dönemidir aslında. Jetonlu telefon kulübeleri, atari salonları, tetrisler, sokaklarda bir çalım da arabalara atılarak yapılan çift kale maçlar, ilk özel televizyon kanalı, ilk özel müzik kanalı ve daha niceleri ya çocukluğumuzdan ya da gençliğimizden hatırlayacağımız nostaljik anılar durumundalar.
90’lı yıllar aynı zamanda 1960’lı yıllara dayanan Orhan Gencebay’lı Ferdi Tayfur’lu ve Müslüm Gürses’li arabesk müziğin de son parlak dönemi demektir. Bu dönemde bir yandan Tarkan, Kenan Doğulu, Mustafa Sandal pop şarkıları çalınırken; diğer bir taraftan arabesk şarkılar yeni isimlerle çalınmaya devam etmekteydi. Arabesk müzik, her ne kadar artık tüm toplum tarafında şöyle ya da böyle kabul görmüşse de yine de genel olarak küçümseyici ve horlanıcı tavırlardan kurtulamamıştır. Arabeskin 90’lı yıllarına bakmadan önce arabeskin ne olduğuna bir bakmalıyız diye düşünüyorum.
Onlarca yıl “dolmuş müziği”, “minibüs müziği” gibi isimlerle anılan arabesk müziğe alaycı ve küçümseyici bir tavırla yaklaşılsa da memleketin hemen her yerinde her kültür düzeyindeki insanın kulak kabarttığı, açıktan ya da çaktırmadan dinlediği bir vakıadır. Acı, hüzün, keder, yokluk, yoksunluk, hasret, özlem, ayrılık, kahır, isyan gibi birçok karamsar duyguya nağme yuvası olmuş ve 1960’lı yıllardan 1990’lı yıllara kadar devam eden süreçte arabesk müzik bir üslup olarak devlet ve akademi nezdinde görmezden gelinmiştir. Acı, sefalet ve yoksulluk temaları üzerinde fazlaca duran arabesk, bu bahane ile devlet tarafından yasaklanmıştır. Bununla birlikte gerçek anlamda bir müzik olup olmadığı, memleketin elit müzisyenleri tarafından her zaman tartışma konusu edilmiştir. Arabesk müzik, aydın ve entelektüel kesimlerce “yoz müzik”, “dejenere” ya da “aşağı kültür” olarak görülmekten kurtulamamıştır. Devlet tarafından yasaklanmasına, kentli yerleşik insanlar ve aydınlar tarafından da yoz bir müzik olarak görülmesine ve kültürün dejenerasyonu olarak itham edilmesine rağmen milyonlarca insanın arabesk müzikle iç içe olması engellenememiştir. Konser salonları hınca hınç dolarken, kasetler, albümler milyonlarca satış yapmıştır. Zaman içinde müzikal olarak değişim gösteren acılısı ve acısızı olan arabesk, sadece dar gelirli gecekondu insanına değil aynı zamanda büyük şehirlerin değişik eğlence mekânlarına girerek her kesimden insana kendini kabul ettirmiştir. 1990’lı yıllarda özel televizyonların yayın dönemine başlamasıyla birlikte arabesk müzik televizyonda kendisine genişçe yer bulabilmiştir.
Arabesk müzik ile ilgili ilk kafa karışıklığı aslında bu müziğin gerçekten Arap kökenli olup olmadığıyla ilgilidir. Müzikal yapısı doğu ezgileriyle oluştuğu için Arap müziği olarak düşünülse de Türkiye’deki arabesk müziğin diğer doğu müziklerinden çok farklı bir yerde olduğu söylenebilir. Aslında arabesk müziğin Araplara özgü olduğu konusunda Arap aydınlarının da mesafeli durdukları bilinmelidir. Agah Özgüç, sinemada türler üzerine yaptığı çalışmada “arabesk filmler” başlığıyla konuya değinmiş ve Niyazi Berkes’in “İslamcılık, Ulusçuluk, Sosyalizm” kitabında Türk müziğinin Araplardan gelme olduğunu; Arapların ise bunun tersi olduğunu hatta başımıza Türklerin sardığı bela dediklerini söyler.
Konuyla ilgili ilginç bir örnek de şöyledir: 1979 yılında TRT ekranlarında Orhan Gencebay ile yapılan bir röportajda kendisine sorulan sorulardan bir tanesi yaptığı şarkıları ve müzikleri direk olarak Arap müziklerinden ya da şarkılarından alıp almadığıdır. Bu soruya arabeskin babası kesinlikle böyle bir şey olmadığını ve olamayacağını ve ayrıca Arap müziğinin kendisinde zaten Türk müziğinin olduğunu ifade eder. Gencebay’ın bu iddiası yıllar önce Ziya Gökalp’in belirttiği “Türk müziğinin Farabi tarafından Arapçaya aktarıldığı, sarayların önem vermesiyle Farsça ve Osmanlıca ’ya geçtiği ve Osmanlı’da bütün uyrukları birleştiren bir yapı olduğu için “Osmanlı Uyruklar Topluluğu Müziği” adı verilmesi gerektiği” sözleriyle uyuşmaktadır. Sonuç olarak her halükârda Arabesk müziğin bize has, bize göre ya da bizim belirlediğimiz bir yapısı olduğu ortadadır. Yine konuyla ilgili Gencebay’a göre arabesk müzik; Türk sanat müziği, Türk Halk Müziği ve Batı tekniğinin birleşimine, özgür sunumun eklenmesinden oluşan bir müziktir.
Arabesk müziğin doğuşu, toplumun sancılı geçiş dönemlerine dayanmaktadır. Buna göre Osmanlı’nın Tanzimat sonrası Batılılaşma arayışları, sonrasında yine Batılılaşma eksenindeki Cumhuriyet Dönemi, daha sonraları çok partili siyaset ile birlikte sağ-muhafazakâr eğilimli dönemleri hatırda tutarak kültürel dönüşümün genelinde arabesk müziğin doğuşunu, iki yüz yıl öncesine dayandırmak mümkündür. Bugünkü anladığımız arabesk müziğin doğuşu; tüm bu dönemlerin üzerine özellikle yakın dönemdeki ekonomik, kültürel, siyasal etmenlerin müziğe yansıması olarak görülmelidir.
Genel olarak kültür anlamında arabesk, 1950’lerle beraber gelen siyasal ortam, göç, kentlileşme, gecekondulaşma, işsizlik gibi faktörlerin yansımasıdır. 1950’lerin sonuna doğru Suat Sayın, Ahmet Sezgin ve Orhan Gencebay’la ilk örnekleri verildiğinde Türk halkında büyük bir karşılık gördü. Ahmet Sezgin, “Sevmek Günah mı” isimli bir şarkıyı seslendirdikten sonra sözleri Orhan Gencebay’a ait olan “Deryada Bir Salım Yok” şarkısını 1966 yılında seslendirdi. Gencebay “Deryada bir Salım Yok” şarkısı için o zamana kadar alışık olunmayan çok geniş bir saz ekibi ile kayıt yaptı. Daha sonra 1968 yılında aynı müzikal yapım anlayışı ile “Bir Teselli Ver” isimli şarkıyı yaptı. Bu şarkılar icra ve altyapı olarak dinleyici kitlesi tarafından çok beğenildi (Küçükkaplan, 2013:132). Daha sonra bu isimlere İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses gibi isimler de dâhil oldu. Böylelikle bugünkü klasik anlamda arabesk müzik ortaya çıkmış ve kitlelere yayılmıştır diyebiliriz.
Bundan sonrası için arabesk müziği 80’li yıllara kadar olan birinci dönem, 80-90 arası ikinci dönem ve 90 sonrası olarak üç döneme ayırmak mümkündür. Bu üç dönemin de müzikal yapı, şarkıcılar, dinleyici kitlesi, müzik teknolojisi ve piyasa koşulları anlamında belirleyici farklılıkları vardır. Arabesk müzik, hiçbir dönem yerinde durmamış, her dönem kendisini yenilemiş, etkisini ve gücünü arttırarak diğer müzik formlarını da etkilemiştir. Arabesk, kendisine toplum nezdinde ciddi bir etkileşim alanı bulurken, sinemada da uzun yıllar sürecek olan arabesk filmler furyasını başlatmıştır.
Arabesk’in 90’ları

Genel olarak 90’lı yılların değişim-dönüşüm havası arabesk müziğe de yansıdı. Her şeyden önce stüdyolardaki ses kayıt teknolojisinin ilerleyişi dolayısıyla akustik ya da canlı enstrüman kayıtlarına dijitalin eklemlenebilmesi arabesk müziğe değişik imkanlar sağladı. Kayıtların ve zor eserlerin icrasının kolaylaşmasının yanı sıra ses kalitesinin artması sağlandı. Dolayısıyla ilk iş olarak en iyi eski şarkılar bir araya getirilerek “best of” albümler furyası 90’lara damgasını vurdu. Tabii bu furyanın doğuşunda eski şarkıların daha iyi imkanlarla yeniden okunması isteğiyle birlikte artık iyi şarkı üretememenin de etkisi olduğunu belirtmek gerekir. Bir diğer mesele, arabeskin eski dönemleriyle son dönemi arasındaki varoluş sebebidir diyebiliriz. Bu yıllar artık arabeskin halkın kısık sesi olmaktan ziyade popüler ve piyasa ürünü olduğu dönemdir. Pop müzikle birlikte geniş kitlelere yayılan arabesk, pop müzik şarkıcılarının da icra etmeleriyle birlikte çok kısa zamanda bir sentez oluşturdu. Emrah, Hakan Altun, Yıldız Tilbe ve Ebru Gündeş gibi örnekler pop ve arabesk müzikten oluşan albümler yaptılar. Artık arabeskin duyumu 70’li ve 80’li yıllardan çok farklıydı. Arabeskin babaları diye adlandırılan Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses gibi isimler yine zirvede olsalar da bu dönüşümden etkilenmekten kaçamadılar. Şarkılar konu olarak yine aşk, sevda, ayrılık acısı gibi hüzünlü içerikler olsa da artık icra sunum ve üslup melez bir yapıya dönüşmüştü. Tabi 90’lı yılların başı ve sonu arasında da bu fark daha belirgindir. Özellikle Sezen Aksu şarkılarının Kibariye, Ebru Gündeş gibi arabesk şarkıcılar tarafından seslendirilmesi bu yeni arabeski daha çok ifade etmektedir.
Mahsun Kırmızıgül “Alem Buysa Kral Sensin” şarkısıyla patlama yaparken aynı isimde yapılan dizi çalışması en çok izlenen dizilerden oldu. Küçük Emrah çoktan büyümüştü ve “Götür Beni Gittiğin Yere” şarkısıyla herkesin yeniden dilindeydi. Diğer bir taraftan bu yılların en belirgin sanatçıları Küçük Emrah ve Küçük Ceylan gibi şarkıcıların yerini alan Küçük İbo ve Küçük Onur isimleridir. Çocuk şarkıcı furyası yıllar sonra yeniden tutmuş ve sistem bu şarkıcıları da tüketime sunmayı başarmıştır.
90’lı yılların arabeski, babaların yanı sıra, İbrahim Erkal “Canısı”, Fatih Kısaparmak “Mor Salkımlı Sokaklar”, Hakan Taşıyan “Sensiz İki Gün” ve Azer Bülbül “Zordayım” gibi şarkılarla patlama dönemini yaşadı diyebiliriz. Seven sevmeyen hemen herkes bu şarkılara kulak kabartmıştır diye düşünüyorum.
Genel olarak şunu söylemek mümkündür; ne 90’lar ne de 60’lar duyguların ifadesi adına birbirinden farklı değildir. Aynı arabesk duygular farklı teknik imkanlarla ama aynı tonla ifade bulmuştur. Bugün arabesk müziğin etkileşimi hala devam etmektedir. Şimdilerde, arenbi, pop, rock ve hiphop gibi türlerle birleşmiş ve bir zamanlar arabesk dinleyen kuşakların çocuklarınca dinlenilmektedir. Bir yandan da 90’lı yılların arabesk şarkıları sosyal medya platformlarında milyonlarca kez dinlenmeye ve tıklanmaya devam etmektedir. Sonuç olarak arabesk, sadece eski yılların değil halihazırda günümüz Türkiye toplumunun okunması ve anlaşılabilmesi için üzerinde durulmaya değer ilginç bir başlıktır denilebilir.