İnsan Nisyan ile Malul, Ezgiler Hariç

Bosna, Afganistan ve Çeçenistan mücadelesinden ilham alan şehit ve şehadet ezgileri, o zaman şehadet dualarına eşlik ediyordu; şimdi barış ve sükûnet içinde sağ omzuna kondu. Halbuki, ‘kalbimiz savaşa girmiş, bin yara almış, ne denli acı varsa arayıp bizi bulmuştu.’ Hepsini, bütün ezgileri özenle topladı, gençliğine sarıp güzelce paketledi.

Rahime YÜKSEL

İMH Anadolu Teşkilatlanma Başkan Yardımcısı

          Odanın karanlığı etrafı görmeyi güçleştirince, uzun zamandır koltukta oturduğunu fark etti. İkindi namazını kılmış ve düşünceden düşünceye gezerken, havayı karartmıştı. Bu dalgınlıkta Reyyan’ın annesinden gelen telefonun etkisi büyüktü. Uzun zamandır konuşmadıkları için, gelen telefona şaşırmış, biraz da korkmuştu. Kötü bir haber olabilir miydi?

          Birkaç sene önce lise ve üniversiteden arkadaşı Reyyan’ın hastalığını duymuş, o sıralar sıkça ziyaretine gitmiş, fakat durumu iyiye gidince ziyaretleri azaltmıştı. Kötü haber alma korkusundan hemen önce, arkadaşıyla daha sık görüşmemiş olmanın pişmanlığı yoklamıştı içini. Ona bir şey olsaydı, içinde başlayacak devasa yangının kıvılcımı olacaktı bu pişmanlık. Ayşe teyze, ‘Reyyan da selam söylüyor’ diyerek, küllenmesi zaman alacak bir yangını engellemiş oldu. İçi rahatlamıştı ama, telefon eden Reyyan değil de Ayşe teyze olduğuna göre, bu rahatlık uzun sürmeyecekti. Hâl hatır faslından sonra, Reyyan’ın hastalık sonrası bedenen iyileşse de ruhen toparlanamadığını, son zamanlarda kimseyle tek kelime konuşmadığını, hafızasının gelgitler yaşadığını, pek çok şeyi artık hatırlamadığını ve eski bir dostla sohbetin ona iyi geleceğini düşündüğünü söyledi. Doktor, koku ve müziğin hatırlamasına etki edebileceğini ama çok zorlamamak gerektiğini söylemiş.

          Konuştukları diğer detaylar, zaten daha konuşurken önemsizleşmişti. Geriye Reyyan, okul yılları, kendisinde capcanlı olup muhtemelen onda bulanıklaşan hatıralar ve müzik kalmıştı. Saatlerce kalkamadı yerinden. Anıları kıpır kıpırdı ama onun kılını kıpırdatmaya yetmiyordu güçleri. Ömrünün en güzel, en anlamlı, en coşkulu yıllarında Reyyan da yanındaydı. Kendileri küçük, davaları büyüktü o zaman. Birlikte dünyanın derdine düşmüş, o dertle düşe kalka büyümüşlerdi. Hayatını anlamsız bulduğu zamanlar, hep o günlerin hatırasıyla avunur rahatlardı. Bir zamanlar, iyiye ve hayra dair bir çabanın parçası olduğu için gurur duyardı. (Gurur ve rahatlama şimdinin huylarıydı besbelli. O zamanlar kutlu davanın çilesi kuşatmıştı etraflarını. Mücadele, sevince benzer bir renkti onlar için. Baştan ayağa, tepeden tırnağa bu renge boyanmışlardı.) Hatıraların yelesine tutunup, dört nala onun imdadına yetişen bu iç huzuru ve teselli Reyyan’ı terk edip gidiyor muydu? Buna izin veremezdi.

          Anılarını sıraya koymaya çalıştı. Tek tek liseden başlayarak yazsa olur muydu, yoksa iz bırakanlara mı öncelik vermeliydi? Zaten sıralamak imkansızdı. Üstüne yemin edilen zaman, elinde palet ve fırçayla anıları karıştırmış, onlardan öncesiz sonrasız bir eser resmetmeye adeta ant içmişti. Resimde kimi yerler capcanlı, kimi yerler silikti fakat tuval hep İslam davasıydı. Bu tatlı belirsizlik ve çaresizlik içinde Zeynep, bütün bu mücadelenin fonunda, resimden daha canlı ve daha vefalı olan ezgileri hatırladı. Madem müzik Reyyan’a yardım edecekti, o zaman samimiyet ve dua dolu günlerinin en yakın şahidi ezgiler bunu fazlasıyla başarabilirdi.

          İkisinin de çok sevdiği, ama Zeynep’in isminden dolayı daha yakın hissettiği bir ezgi vardı. ‘Aldırma eylülün kara kışına, ağlama Zeynep’im bahar gelecek.’ diyordu ezgi. Başörtüsü zulmüne direnenlere baharı müjdeliyordu. Yurdun bir gün şenleneceğinden dem vuruyordu. Gözümüz hep nemliydi o günlerde diye düşündü Zeynep. Ümide ve müjdeye açtık, susamıştık. ‘Anadolu’nun dört bir yanına Zeynep’im örtünü sancak eylerim’ diyerek derinlerde kaybolmaya yüz tutmuş umudumuza sesleniyor, onu usulca gün yüzüne çıkarıyordu. Defalarca, geceler ve gündüzlerde dinlemiştik bu ezgiyi. Hem hüzün hem müjde, hem yeis hem ümit, hem grup hem şafak doluyordu mücadelemize. Davamız bizi besliyordu, biz onu temsil ediyorduk. An geliyor düşüyordu omuzlarımız (ki o zaman üstüne dökülürdü örtümüz). İşte o anda, tam bağı çözülmüşken dizlerimizin, tam bizden habersiz beyaz bayrak çekmişken kapı önlerinde bitap düşmüş umutlarımız, ayetler yetişirdi imdadımıza.  Tüy kadar hafif örtümüz, kurşundan ve tabii kurşun geçirmez davamızı alır, yeniden omuzlarımıza yükler, sırtımızı sıvazlardı. Sendelediğimiz ve kimi zaman düştüğümüz yerden kalkarken fonda hep ezgiler çalardı. Sıvazlanan sırtımız ve öpülen alnımızda o günlerden hatıra şiir kalıntıları, ezgi yankıları bakidir. Ömrümüzün ve alnımızın en parlak kısımlarına kör mü kalacak şimdi Reyyan? Gitse, ‘Zeynep’im’ dinleseler birlikte, umut usul usul sızıverse yine saç diplerinden başlayıp bütün yüz ölçümlerine.

          ‘Mutlaka bu nur tamamlanacak. Yarınlarda güneş size doğacak.’ Güneş doğmuştu. Kavga bitmişti. Zafer kazanılmıştı. Ezgiler çekilmişti köşelerine. Fakat ne hikmetse, orada zaferin yanında, mazlum ve boynu bükük kalmıştı dava. Rengi göğe çekilmişti baş örtülerinin, başı örtülülerin. Bir şeyler eksikti. Ama bu eksikliği unutturan, o günlerin kevser serinliğinde rüzgarıyla hatıralarını toplayıp getiren ezgiler vardı. Rengi solmuş örtüsünü davanın üstünden usulca aldı Zeynep. İçine biraz umut, çokça özlem ve tekrar tekrar dinlenesi bir ‘Zeynep’im’ koydu. Arkadaşı için hazırdı.

          Tam çıkacakken vaktin geç; azığın az olduğunu fark etti. Sabaha kadar bekleyebilirdi. Evin ve ömrün her yanına dağılmış ezgilerden birkaçını daha yardıma çağırmayı düşündü. Ömür deyince adı için yaşanan bir ömürden mülhem, hala taptaze bir ezgi doldu kulaklarına: “Adı İçin Yaşamak”. Kaldıkları öğrenci evinin duvarlarına kulağını dayasa, şimdi bile bu ezgiyi duyabileceğinden emindi. O kadar sirayet etmişti hayatlarına. Odalar, eşyalar, günler, saatler, kitaplar, sınavlar hep ‘adı için yaşayıp,’ adıyla anılara gömülmüştü. Öğrencilik bir detaydı, Allah için yaşanacak ve onun sevdasıyla, onun için can verilecek bir ömrün aralığından kitap sızan penceresiydi. Asıl değildi, aslolan o’ydu. Sırt çantalarında, ders notlarının yanı başında sabah akşam gezdirdikleri: “Her nefeste adını soluma ve sevdasıyla bin kere toprağa düşme” arzusuydu.

          Reyyan, şimdi belki bu ezgiyi hatırlamıyordu. Hatırladığında, o da Zeynep gibi, geçip giden yıllar kimin adı için yaşandı diye düşünerek, sırtında bu utanç yükü yerine, o kitap dolu ağır gençlik çantasının olmasını mı tercih edecekti?

          ‘Sultanım’ diyerek yana yakıla dinlediğimiz ezgi, her seferinde hem çöl kuruluğu hem göz yaşı taşırdı iklimimize. Artık Akdeniz değil, Mekke olurdu iklim. Hiç gitmediğimiz Mekke’yi özler, hiç görmediğimiz peygamberin hasretiyle yanar tutuşurduk. Her ezgi, bir yanıyla mutlaka Hz. Peygambere selam verir, bir notasıyla illa kalbimizi titretirdi. ‘Yollarımı sana getir, her sonucu sende bitir, yiteceksem sende yitir’ der, sultanımızdan derde derman olmasını dilerdik.

          Şimdi yitik pek çok duyguyu, o günkü sırt çantasında arayan Zeynep, kendisinde yitemediği peygambere titreyen dudaklarıyla salat ve selam gönderdi. Bu ezgileri de biraz önce Reyyan’a azık yaptıklarının yanına koydu. Yükü ağırlaşıyor, hava ağarıyordu. Vaktiyle Müslümanca yaşama çabalarına eşlik etmiş bütün ezgiler, ağaran hava ile birlikte ortaya çıktı. ‘Kevsere Doğru’ adeta koşan bir sahabenin öyküsü geldi, seccadenin kıyısında durdu. ‘Hasret Kafesi’ bütün gençlik programlarının vazgeçilmez müziği olarak gençliğe hasretini çoğaltmak için selam durdu.

          Bosna, Afganistan ve Çeçenistan mücadelesinden ilham alan şehit ve şehadet ezgileri, o zaman şehadet dualarına eşlik ediyordu; şimdi barış ve sükûnet içinde sağ omzuna kondu. Halbuki, ‘kalbimiz savaşa girmiş, bin yara almış, ne denli acı varsa arayıp bizi bulmuştu.’

          Hepsini, bütün ezgileri özenle topladı, gençliğine sarıp güzelce paketledi. Şimdinin hüznü ve pişmanlığı da sızdı paketin içine. Aldırış etmedi. Besmele çekti, salavat getirdi.  Hikayesinin en anlamlı, en kıymetli parçaları dostunun hatıralarını yeşertmek için elinde duruyordu.

          Bu hikâyede serim, düğüm, çözüm yoktu. Gururu ve tesellisiyle yaşanacak Müslümanca bir gençlik; ona eşlik eden, Allah ve peygamber sevgisiyle dolu ezgiler vardı. Arkadaşı bu yılların en güzel şahidiydi. Şimdi onun şahitliğini tazelemenin ve şifa niyetiyle tekrar ‘Adı İçin Yaşamaya’ başlamanın tam vaktiydi.