Polyanna Bizim Neyimiz Olur?

Bizim kültürümüze kaynaklık eden, bizi diğer toplumlardan farklı kılan yani bizi biz yapan “şey” nedir? Mesela düğünlerimiz, tüketim alışkanlıklarımız, giyinme biçimlerimiz, güldüğümüz şeyler, ağladıklarımız?

Derviş Çelebi

Hayata olumlu bakmak, başımıza gelen kötü olarak nitelendirilen şeyleri iyiye yorarak avunmak, kötü olanı göz ardı etmek, yaşadığımız toplumda “polyannacılık” olarak adlandırılıyor ve hatta bir miktar da küçümseniyor. Burada küçümseme kelimesine kaynaklık eden “avunmak” kelimesine dikkatinizi çekmek isterim, bizde olumsuz çağrışımlar uyandıran bu kavramanın altını, pardon üstünü çizmemize sebep nedir hiç düşündünüz mü? Acaba başka hangi kavramların üzerini farkında olmadan çiziyoruz? 

Tekrar “polyannacılık” kavramına dönecek olursak, bence bu kavram her konuda olduğu gibi bu konuda da kültürel bir işgal altında olduğumuza işaret ediyor; hem kavramın kaynaklık ettiği kültürel havza açısından, hem de kastedilen duygu durumunun adlandırılması nedeniyle. Malum olduğu üzere kavramlar ait oldukları, onları üreten kültürün izlerini taşır, dolayısıyla kavramlar üzerinden inşa ettiğimiz düşüncelerde doğal olarak ait oldukları kültüre hizmet ederler. Zihnimiz ve bunun sonucu olarak yaşantımızı etki altına alan, bu ve benzer bir dizi kavram zikretmek mümkün    

Peki o halde sıklıkla yazılarımda söz konusu ettiğim bu “kültür” dediğimiz şey nedir? Kültür derken ben neyi kastediyorum? Siz ne anlıyorsunuz? Sözlükler, kültür kelimesini “tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” şeklinde tarif ediyor. Bir başka deyişle “bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü” olarak tanımlıyor. 

Bu tanımdan hareketle, dilerseniz şu soruya cevap arayalım. Bizim kültürümüze kaynaklık eden, bizi diğer toplumlardan farklı kılan yani bizi biz yapan “şey” nedir? Mesela düğünlerimiz, tüketim alışkanlıklarımız, giyinme biçimlerimiz, güldüğümüz şeyler, ağladıklarımız? Edebi eserlerimiz, müzik ya da sinema gibi tüm bunlara kaynaklık eden, şekillendiren şey nedir? Burada “biz” derken işaret etmeye çalıştığım; elbette milletimizin karakteristik olarak yüzyılların süzgecinden geçerek, temas ettiği diğer kültür havzalarından da etkilenerek kendine mal ettiği, bugünlere taşıdığı gelenekler ve elbette din olarak yaşantımızı önemli oranda belirleyen İslam dininin inşa ettiği profili, medeniyeti kastediyorum. Ancak bugün bu can yakıcı soruya kolaylıkla cevap vermek sanırım çok da mümkün değil. Zira bugün eklektik bir kültür atmosferinde yaşıyoruz. Tabirimi bağışlayın, deve kuşu misali; kuş desek değil uçma yeteneğinden yoksunuz, deve desen değil yük taşıma kabiliyetimiz yok. Dolayısıyla sahip olduğumuz bu kararsız ve karmaşık düşünce dünyası,   yapıp-etmelerimizi ve olaylara bakış açımızı da kararsız ve çelişkilerle kuşatıyor. Başımıza felaket olarak adlandırabileceğimiz bir olay geldiğinde, söz gelimi işimizi kaybettiğimizde ya da bir kaza geçirdiğimizde tepkimizi belirleyen geleneksel kültür kaynaklı kodlar değil, eğitim sistemimize ve medyanın kahir ekseriyetine hâkim olan seküler dünya görüşü oluyor. Misal, Allah saklasın bir trafik kazası geçirdiniz, kazayı da eşiniz yaptı ve siz de hastanelik oldunuz, belki çocuğunuz bu kazada vefat etti, kederle dolusunuz. Avukatlar yıllarca peşinizi bırakmıyor. Eşinizden davacı olmak ister misiniz, hastaneyi dava etmek ister misiniz? Onları atlattınız diyelim psikologlarla başınız dertte. Kadere rıza göstermeniz kabul edilemez. Velhasıl  psikologlar ve avukatlar tarafından teslim alınmanız an meselesidir. Tersi durumda başınıza gelen, sizi maddi manevi yaralayan  olaya, kader deyip razı olmaya onunla baş etmeye çalıştığınızda ise polyannacılıkla itham edilip bir istihzaya maruz bırakılıyor ya da merhamete muhtaç bir “kedi” muamelesine tabi tutuluyorsunuz. Her iki tutum da bizim medeniyetimizden kaynaklanmıyor. Kuşu öldüğü için acı çeken bir çocuğu ziyaret etme nezaketi göstererek bizlere usul öğreten yüce gönüllü bir peygambere sahip ümmetin,   hüzünle baş etme ya da hayvanlara nasıl davranılacağı konusunda diğer kültürlerin taşeronlarına ihtiyacı yoktur.

Gerçi etrafınıza şöyle bir bakarsanız, polyanna takipçilerinin oldukça azaldığını göreceksiniz. Günümüzde başına kötü bir şey geldiğinde ya da gelmese bile modern seküler düşünce, insanın mutluluğunu bu dünya odaklı kurguladığından “ahiret”, “razı olma”, “kanaat” gibi kavramların o kültürde karşılığı yoktur. Misal Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin, “Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler” sözünü seküler zihnin anlaması, anlamlandırması imkânsızdır. Bu cümleyi okuyan kafası karışık okuyucularımın beni kadercilikle itham etmeleri ihtimaline karşılık öyle olmadığımı ifade etmeliyim. Çünkü bu söze, Allahualem Bakara suresi 216. ayet kaynaklık etmektedir. “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” Kötü ya da iyi daha doğrusu hoşumuza giden ya da gitmeyen olayları hayır ya da şer olarak adlandırmak, bizim kültürümüzden neşet eden bir düşünce biçimi olmasa gerek. Bize düşen, olanı olduğu gibi kabul etmek. Söz gelimi yüklü bir mirasa sahip olduk ya da bir makama getirildik, onu bir kibir vesilesine dönüştürmeden Allah’ın helal kıldığı daire içerisinde yönetmek. Başımıza bir eziyet geldi ise isyan etmeden ya da haddi aşmadan onu gidermek için her türlü maddi manevi gayreti gösterip, bu süreçte sabırla davranıp sonuçlarına razı olmak, bize yakışandır. Bu davranışa kaynaklık eden kültürel kodun kavramları da sabır ve gayrettir. 

Eski müellifler, kitaplarına önsöz yazdıklarında, sözü “Gayret bizden tevfik Allah’tan” diye bitirirlerdi. Biz de öyle bitirelim inşallah. Kalın sağlıcakla.