Cabir ibn Abdullah (R.A.)
Yine geçmiş ümmetler ancak su ile temizleniyorlardı. Ama İslam, ümmetten su bulamayanlar ve su kullanması kendisine zarar veren acizler için toprağı da (abdest ve gusül ve taharet için) temizleyici kıldı.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü


Câbir İbn-i Abdullah İbn-i Amr İbn-i Haram İbn-i Sa’lebe İbn-i Haram İbn-i Ka’b İbn-i Ğanem İbn-i Ka’b İbn-i Selime- İmam-ı Kebir, Müctehid, Hafız-, Ebu Abdillah, Ebu Abdirrahman, El Ensari, El Hazreci (r. anhüma) Hadisi:
Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dediği nakledilmiştir:
‘‘Benden önceki (nebilerden) hiç birisine verilmeyen beş şey bana verildi: Bir aylık yol kadar yerden (düşmanımın kalbine) korku salmak ile yardım olundum. Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı. Dolayısıyla her kime namaz vakti gelirse bulunduğu yerde namazını kılsın. Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden önce hiçbir (peygambere) helal kılınmamıştı. Bana şefaat etme yetkisi verildi. Daha önce her nebi özellikle kendi kavmine gönderiliyordu. Ben ise bütün insanlara gönderildim.’’
(Buhari:438, Müslim:521)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Dünyanın kendisinden önce ve sonra bir benzerini görmediği Rasulullah Efendimizin (s.a.v) kendisine has meziyetleri ve üstün özellikleri vardır. Şüphe yok ki bu yüce görevi yerine getirebilmek için Rasulullah (s.a.v) üstün ahlâk ve faziletle donatılmıştır. Sadece Peygamberimize has olan hususlar, hadis, siyer ve şemail ile ilgili kaynaklarda “Hasâisu’n-Nebi”, “Delâilü’n Nübüvve” veya “Hasâisu’r-Resul” başlıklarıyla yer almıştır.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah Efendimize öncelikle verilen daima yaşayan ve yaşayacak olan mucizelerin en büyüğü, Kur’ân-ı Kerîm’dir.
O’nun eşleri müminlerin anneleridir. Rasulullah (s.a.v) Efendimize vefatına kadar gece namazı farz kılınmıştır. Yalnız Hz. Peygamber’e has kılınan farzlar şunlardır: Kuşluk, vitir ve teheccüd namazlarını kılmak, kurban kesmek, misvak kullanmak, hilim sahibi insanlarla istişare etmek, sayıca çok olsa bile düşmana karşı koymak, borçlu olarak vefat eden Müslümanların borçlarını ödemek, başladığı bir nafile ibadeti yarım bırakmamak, kötülüğü en uygun şekilde bertaraf etmek. Bunlar Müslümanlara da tavsiye edilmekle beraber Resûl-i Ekrem’e farz kılınmıştır.
Hz. Peygamber’e haram kılınan hususlar şöylece özetlenebilir: Zekât almak, gerektiği halde savaşa girmekten çekinmek, dünya malına göz dikmek, sanığın suçluluğunu ispat ve ilân etmeden gizlice cezalandırılmasını emretmek, yaptığı iyiliği çok görerek başa kakmak, Hz. Peygamber (s.a.v) için haram derecesinde yasaklanmıştır.
Muhammed ümmeti, Nebi’nin (s.a.v) bereketiyle bazı faziletlere nail olmuştur. Bu hadiste sabit olan beş özellik bu kapsamdadır.
Birincisi, Allah’ın (cc) O’na yardım etmesi ve bir aylık mesafeden düşmanlarının kalbine korku salarak düşmanlarına karşı onu desteklemesidir. Böylece Allah, onları zayıf düşürüp saflarını ayırdı. Nebi (s.a.v) onlara bir ayda ulaşacak mesafede olmasına rağmen Allah’ın yardım ve desteği ile dinine düşman olanları bu korku ile hezimete uğrattı. Bir aylık mesafeye korku salmanın ümmeti için geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir özellik O’nun ümmeti için de ihtimal dahilindedir.
Allah (cc), Rasulüne sıkıntılı anlarında daima yardım etmiştir; hicret esnasında Rasulullah’a görünmeyen askerlerle yardım etmiş, Hendek Savaşı’nda düşmana karşı rüzgâr ve görünmez ordular göndermiş ve kalplerine korku düşürmüştü, Bedir’de beş bin melekle müminleri desteklemişti ve O’na, İsrâ ve Miraç gecesinde Rabbinin ayetlerinden en büyüğü gösterilmişti.
İkincisi, Allah’ın (cc) onun ümmetine yeryüzünü geniş bir mescit (namazgâh) kılmasıdır. Kime namaz vakti nerede gelirse, bulunduğu yerde namazını kılar. Belirli bir mekânda namaz kılmakla bağlı kılınmamışlardır. Onlardan önceki topluluklar ibadetlerini ancak kilise ya da sinagoglarda yapıyorlardı. Allah Teâlâ, sıkıntı ve meşakkati, fazlı, ihsanı, keremi ile bu ümmetten gidermiştir.
Yine geçmiş ümmetler ancak su ile temizleniyorlardı. Ama İslam, ümmetten su bulamayanlar ve su kullanması kendisine zarar veren acizler için toprağı da (abdest ve gusül ve taharet için) temizleyici kıldı. Ayrıca bu hadis, yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak kullanılmıştır. Bu ahir zaman ümmeti için bir kolaylık olarak lütfedilmiştir.
Üçüncüsü, kendileriyle savaşılan kafirlerden alınan ganimetlerin Nebi’ye (s.a.v) ve ümmetine helal kılınmasıdır. Onlar, ganimeti Allah’ın emrettiği gibi taksim ederler. Ancak geçmiş peygamberler ve ümmetlerine haram kılınmıştı. Zira onlar ganimeti toplar, şayet Allah amellerini kabul ederse gökten ateş iner ve o ganimet mallarını yakarak yok ederdi.
Dördüncüsü, Allah (cc), mahşer meydanında, ulu’l azm (azim sahibi) Resullerin geri durduğu zamanda hem küçük hem büyük günah işleyenlere şefaatçi olmayı O’na has kılmasıdır. Nebi (s.a.v), ben hak sahibiyim der ve arşın altında secdeye kapanır. Allah’ı, hak ettiği şeyler ile tazim eder. O’na, “Ya Muhammed başını kaldır. Söyle, sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir. Başını kaldır, iste, istediğin verilsin” denir. O, uzunca beklemiş oldukları mahşer alanından ayrılmaları için mahlûkat adına Allah’tan şefaatçi olma talebinde bulunur. İşte öncekilerin ve sonrakilerin gıpta ettiği Makam-ı Mahmud budur. Makām-ı mahmûd şefaatle tefsir edilmiştir.
Beşincisi, geçmiş bütün peygamberlerin daveti kavimleriyle sınırlıykenAllah (cc), her zaman ve mekâna uygun olan, ebedi ve devamlı olan kâmil İslam dini ile gönderdiği Rasulünü, Ümm’ül kurâ (Mekke) merkez olmak üzere, bütün alemi kapsayan, genişleyen dairelerle insanlığı uyarmak için göndermiştir. Sadece O’na has olan özellikle evrensel (cihan şümül) bir peygamber olarak göndermesidir. Alemlere rahmet olarak ve insanları ve cinleri müjdelemek ve uyarmak üzere gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v), peygamberlerin son halkasını teşkil etmektedir. Allah Rasulü (s.a.v), kendi konumunu temsili olarak şu şekilde izah etmiştir:
“Benim ve benden önceki peygamberlerin durumu, bir ev inşa eden kimseye benzer. O kimse evi güzelce yapıp mükemmel hale getirmiş fakat bir köşede sadece bir tuğla yeri boş kalmıştır. İnsanlar bu evi dolaşırlar, ona hayran olurlar ve şöyle derler: ‘Keşke şu tuğla da yerine konulmuş olsaydı.’
Rasulullah sözlerine şöyle devam etmiştir: “İşte ben o tuğlayım. Ben peygamberlerin sonuncusuyum.”
Konuşmasıyla da kimseye yük olmayan Rasulullah (s.a.v), Cevâmiu’l-kelimdir (veciz konuşan) ve dünyanın hazineleri kendisine verilen bir peygamberdir. “Yeryüzü hazinelerinin anahtarları bana verildi.” buyurmakla; ileride Kisraların, Kayserlerin ve diğer krallıkların hazinelerinin Müslümanların ellerine geçeceğini müjdelemiştir. Ümmeti bütün yeryüzüne İslam’ın nurunu yaymış, yaymaya da devam edecektir.
CÂBİR İBN-İ ABDİLLAH (R. Anhüma)
Hicretten on altı yıl önce (m. 607’de) Medine’de doğdu. Babası Uhud Savaşı’nda ilk şehit düşen sahabi Abdullah b. Amr b. Harâm (r.a) annesi Rasulullah’a biat eden kadın sahabilerden Enîse (Üneyse) bint Aneme’dir (r.anha). Ebu Abdillâh, Ebu Abdirrahman ve Ebu Muhammed olmak üzere üç künyesi kaynaklarımızda zikredilmiştir.
İkinci Akabe Biatı’na katılan 73 erkek sahabenin en küçüğü olan Câbir İbn-i Abdillah (r.a), Medineli ilk Müslümanlardandır. “Câbir, babası Abdullah b. Amr ve iki dayısı el-Berâ b. Ma’rûr ve kardeşi ile Akabe Biatı’nda bulunmuştur. O, “Biz Akabe gecesi Rasulullah (s.a.v) ile beraberdik. Dayım beni (Medine’den) götürdüğünde taş atabilecek yaşta dahi değildim. Rasulullah (s.a.v), Abbas’la beraber yanımıza geldi.” demektedir. Kabilesinin lideri konumunda olduğu anlaşılan Cabir’in babası Abdullah İbn-i Amr, Akabe’de 12 naipten (temsilciden) biri olma şerefini kazanmıştır. Hz. Câbir’in babası, son olarak Uhud Savaşı’na katılmış ve savaşta şehit düşmüştür. Savaş başlamadan önce oğlu Câbir’i yanına çağırmış ve bu savaşın ilk şehitlerinden biri olacağını ümit ettiğini söyleyerek geride bırakacağı kızlarına bakmasını ve borçlarını ödemesini vasiyet etmiştir. Mekkeli kafirler onu şehit ettikten sonra burnunu, kulaklarını ve diğer uzuvlarını keserek müsle yapmışlardı. Abdullah’ın kız kardeşi (Hz. Câbir’in halası) Hind, Abdullah’la birlikte eşi Amr b. Cemûh ile oğlu Hallâd b. Amr’ı da Uhud’da kaybetmişti. Hind, şehitlerini Medine’ye taşımakla uğraşırken onu gören Hz. Aişe, “Başka ne haberler var?” diye sorunca, “Rasulullah sağ ve selamette, onun dışındaki musibetler önemli değil” demiştir. Yeteri kadar kabir ve kefen bulunamadığı için Rasulullah (s.a.v) Uhud şehitlerinin birden çok cenazesini aynı kabre defnediyordu. Babasıyla beraber başka birinin aynı kabirde olmasına gönlü razı olmayan Hz. Câbir, kabirlerini altı ay sonra birbirinden ayırmak için açtığında babasının yere bitişik kulak memesi ve sakalının birkaç teli dışında vücudunun bozulmadığını görmüştü.
Hz. Peygamber, onun ve diğer bazı şehitlerin kabrini her sene ziyaret eder, yüksek sesle,سَلَامٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ ۚ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ (Sabrettiğiniz için size selam olsun. Ahiret yurdu ne güzeldir!) (R’ad Suresi: 24) diyerek onları selamlardı. Daha sonra Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman da bu uygulamaya devam etmişlerdir. Birçok sahabi ve tabiinin de bu sünneti düzenli bir şekilde devam ettirmişlerdi.
O, Bedir Savaşı’nda bulunmamıştır. Çünkü kız kardeşlerine bakacak kendisinden başka kimseleri bulunmadığı için savaşlarda babası onu kardeşlerini kollamakla görevlendirmiş, Uhud Savaşı’nda babası şehit düşünceye kadar hiçbir gazveye katılmamıştı. Bundan sonra hiçbir gazveyi kaçırmayan Câbir, Resûl-i Ekrem’le birlikte on dokuz gazveye katılmıştır. Hudeybiye’de, Bey’atürrıdvân’da bulunmuş ve Hz. Peygamber’in orada bulunan 1400 kişiye hitaben, “Bugün sizler yeryüzünün en hayırlı insanlarısınız.” dediğini rivayet etmiştir. Hayatının son yıllarında bu olaydan söz ederken, eğer gözlerini kaybetmemiş olsaydı altında biat ettikleri ağacı gösterebileceğini söylemiştir.
Câbir b. Abdullah, Resûl-i Ekrem’in özel iltifat ve ilgisine mazhar olan sahabilerden biridir. Hz. Peygamber bir defasında onu devesinin arkasına bindirmiş, hastalandığı zaman ziyaretine gitmiş, babasının şehadeti dolayısıyla üzüldüğünü görünce, onun Allah Teâlâ’nın iltifatına nail olduğunu haber vererek kendisini teselli etmiştir. Câbir (r.a) babasının vefatı dolayısıyla sadece yetim kardeşlerine bakmaya değil aynı zamanda babasından kalan borçları da ödemeye mecbur olduğu için maddi bakımdan çok zor durumda kaldı. Çoğu Yahudi olan alacaklılar hurmaların toplanma zamanı gelince Câbir’den alacaklarını istediler. O da hurma bahçesinden başka gelirleri olmadığını ve o yılki mahsulün borcunu karşılamaya yetmeyeceğini Hz. Peygamber’e arz etti. Resûl-i Ekrem, toplanan hurmaları birkaç öbek halinde yığdırdı. Sonra da bunlardan en büyük öbeğin yanına oturarak ölçeği eline aldı ve herkese alacağı nispetinde hurma vermeye başladı. Hz. Peygamber’in bir mucizesi olarak Câbir’in bütün borçları ödendikten sonra da hurmaların eksilmediği görüldü.
Rasulullah’ın vefatından sonra Yemâme Savaşı, Şam Kuşatması, Kadisiye, Sıffîn ve Rum Seferi gibi önemli savaşlara iştirak eden Hz. Câbir, gittiği yeni yerlerde sünnetin/hadislerin seferler yoluyla yayılmasına büyük katkı sağlamıştır. Mesela, Abdullah b. Üneys’in Hz. Peygamber’den duyduğu, üzerinde mazlum hakkı bulunan kimsenin cennete giremeyeceğine dair bir hadisi bizzat onun ağzından öğrenmek maksadıyla deve sırtında Şam’a kadar bir ay süren uzun bir yolculuk yapmıştır.
Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle fitnelerin baş gösterdiğini görünce kendisini hadis rivayetine vermiş, Mescid-i Nebevî’de bir ilim meclisi oluşturmuştur. İkamet ettiği Medine başta olmak üzere, Mekke, Mısır ve Şam’dan birçok hadis talebesi yetiştirmiştir.
Doksan dört yıl yaşayan, muammerinde olan Câbir (r.a), h.78 (697) yılında Medine’de vefat etmiş, cenaze namazını Haccâc’ın kıldırmamasını vasiyet etmiş, namazını Hz. Osman’ın Medine Valisi olan oğlu Ebân b. Osman’ın kıldırmıştır.
Binden fazla hadis nakleden muksirun bir sahabe olarak 1540 hadis rivayet etmiş; 26 hadis Buhârî’nin, 126 hadis Müslim’in sahihlerinde münferiden yer almış, 58 hadiste ise Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.
Allah O’ndan Razı Olsun.