Üniversitenin Unutulan Misyonu

Türk üniversitesi, “1933 Reformu”yla bütün terminolojisi ve yapısı ile birlikte olduğu gibi Batı’dan transfer edilmiştir. 1933’te “İstanbul Darülfünunu” ilga edildi, İstanbul Üniversitesi kuruldu.

Durmuş GÜNAY

Prof. Dr., Maltepe Üni. Öğretim Üyesi

I.GİRİŞ

Üniversitenin unutulan misyonu, “kültür”dür. Bu argüman, üniversite ‎tarihimizde iki olay ile açıklanmaya çalışılacaktır. Birincisi, üniversitenin ‎misyonları sayılırken kültür misyonunun bulunmamasıdır. İkincisi ise “33-‎Üniversite Reformu”dur. ‎

Burada, bakışımızı yükseköğretim alanı ile sınırlayacağız. Günümüzde, ‎üniver-sitenin üç misyonu olduğu dile getirilmektedir; araştırma, eğitim-‎öğretim, topluma katkı misyonu. Aşağı yukarı çeyrek yüzyıl önce, “topluma ‎katkı” yerine “kamu hizmeti” misyonu deniliyordu. Günümüzden yarım ‎yüzyıl kadar önce ise “kamu hizmeti” yerine “topluma danışmanlık” misyonu ‎denilmekteydi. Eğitim-öğretim misyonu ile araştırma misyonu aynı kalmakla ‎birlikte üçüncü misyon yukarıda ifade edildiği gibi değişmektedir. ‎Üniversitenin misyonu, Batı’daki değişimine paralel olarak Türkiye’de de ‎değişmektedir. Çünkü, üniversitenin misyonu ülkemizde, “acaba”sız olarak ‎Batı’dan olduğu gibi nakledilmektedir. Esasında üniversite Batı’da ne ise ‎bizde de öyle olması en önemli idealimizdir, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye ‎gerek yoktur” anlayışı hakimdir. ‎

Eğitimde modernleşme dönemi olarak bilinen 1773’ten beri, özellikle ‎Tanzimat’tan ve 1933 reformundan beri Türkiye’nin bir üniversite sorunu ‎vardır. Bu sorun kronik (müzmin) hale gelmiştir. Üniversite tarihimizden ‎biliyoruz ki ortaya konulan “çözümler”den bir süre sonra vazgeçilerek yeni ‎bir düzenleme yapılagelmiştir. Her düzenleme sonrakinin yanlışı olmaktadır.‎

II. SORUN NEDİR?

Sorun nedir? Birincisi, üniversite denilen varolanın Batı’da dile getirilen ‎misyonu Batı için dahi doğru mudur? İkincisi, üniversitenin tamamen veya ‎kısmen başka bir ülkeye aynen nakledilmesi mümkün müdür ve doğru ‎mudur? Kurumlar, içinde bulunduğu ülkenin tarihi ve toplumsal şartlarına, ‎kültürüne dayanır. O toplumun bir parçasıdır. Her ülkenin kendine özgü ‎kültürü ve o kültürün gerçekleştirdiği medeniyeti vardır.‎

Ne yazık ki bizim üniversitemizin misyonu içinde “kültür” yoktur. Çünkü; Batı ‎üniversitesi kültür misyonunu unutmuştur (Gasset,1997). Türk üniversite ‎anlayışı “33-Üniversite Reformu”ndan beri Batı’dan sorgulan-maksızın transfer ‎edilmekte olduğu için bizim üniversitemiz de kültür misyonunu ‎unutmuştur. Oysa, “her memleketin birinci kültür müessesesi üniversitedir” ‎‎(Karakoç, 2017). Kültürün anlamını ve önemini burada vurgulamak ‎gerekmektedir.‎

III. KÜLTÜR NEDİR?

Kültür, insanın içinde bulunduğu çevrede karşılaştığı verileri ve bilgileri ‎anlamak ve yorumlamak için kullandığı, hafızada saklı ve zihinde gömülü ‎bulunan kalıcı temel bilgilerdir. Açık bilgi (expilicit knowledge), örtük bilgi ‎‎(tacit knowledge), gelenekler, görenekler ve değerlerin tümü kültürü ‎oluşturur. ‎Heidegger, “Yürürlükte olan bir görüşe uygun olarak, insanın tinsel ve ‎yaratıcı etkinliğinin gerçekleştirildiği alanı “kültür” adıyla adlandıralım. ‎Kültürleşmesi (cultivation) ve örgütlenmesi ile birlikte, bilimi kültürün bir ‎parçası sayarız” der (Heidegger, 1998a). Kültür, insanın yargılarına, yargılar da eylemlerine kılavuz-luk eder. Kültür, bilgi alanındadır. Bilgi, ‎‎“dilde varolan” alanına aittir. O halde, kültür de dilde varolan alanındadır. ‎Kültür, insanın hayatı boyunca çevresinden öğrendikleri arasından ‎saklanmaya değer bulduğu, “düşünülmüş ve söylenmiş en iyi bilgilerdir” ‎‎(Tate, 2018). Bunlar, edinilen bilgiler arasından seçilerek kalıcı olmak üzere ‎kaydedilen ve hafızada depo edilen kılavuz bilgilerdir. Bildiklerimizi ‎unuttuktan sonra zihinde kalan bilgilerdir. ‎

Hayat, kültürün tanımladığı yolda yürümektir.

Hayat bir yolculuktur. Kültür, yolun haritasıdır. Hayat, kültürün tanımladığı yolda yürümektir. İnsanın eyleminin kılavuzu yargılarıdır, sürekli karar vermek zorundadır. İnsan, bilim olmaksızın yaşayabilir fakat kültürsüz yaşayamaz. Kararlarını kültür ile verir insan. Bir binanın mimari projesi kültür ise binanın kendisi hayattır. Projesiz bir bina inşa edilemez. Kültürsüz bir hayattan da söz edilemez. Mimari estetik, bir yapı için ne ise kültürün düzeyi de hayat için odur. “Düşük kültür” ve “yüksek kültür” ifadeleri buna işaret eder.

Modern dünyada tek bir konuda eğitilmiş, ancak kültürsüz kimsenin durumuyla ilgili olarak Gasset şöyle söyler: “Medeniyet, sadece bir konuda bilgilenip de başka her şeyden esas itibariyle habersiz kimsenin hayret verici kaba, aptalca ve saldırgan manzarasını görebilmek için 20. yüzyılın başlangıcını beklemek zorunda kaldı” (Gasset,1997).

Gasset belli bir meslek için eğitilmiş fakat kültürsüz insan için şu örneği verir: “Mühendis, mühendisliğe vakıftır; fakat bu, bütünün sadece bir parçasıdır, Avrupalının bir boyutu; bütün insan “mühendis” denen bu parçada bulunamaz” (Gasset,1997).

Avrupa üniversitesi ve anlayış olarak onun yankısı olan Türk üniversiteleri, kültürü göz ardı etmiştir. Yalnız bir meslek alanında bilgili başka bütün alanlarda bilgisiz olan bir insan, nasıl bir hayat yaşayacaktır? Hayat, sadece bir meslekten ibaret değildir. İnsan, toplumsal ve kültürel bir varlıktır. İnsanın kaçınılmaz olarak yöneticilik, insan ilişkileri, aile hayatı vb. ilişkileri söz konusudur. Hayatın estetik ve etik yönleri vardır. İnsan bir meslekten ibaret değildir.

Tabiat (nature), doğal varlık dünyası; kültür (culture), insan elinden çıkma yapay varlık dünyasıdır. Tabiat, imkân alanıdır. İnsana hiçbir şey hazır verilmemiştir. Kültür, imkânı mümkün yapan bilgidir. Kültür, Latince “cultura” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük yeni Türkçede “ekin” sözcüğü ile karşılanmıştır. Eski Türkçede kültür kelimesinin karşılığı “hars”tır. Ziya Gökalp da kültür için “hars” sözcüğünü kullanır. Hars sözcüğü, ekin yetiştirilen tarla anlamındadır, ekin değil. Yukarıdaki açıklamadan da görüldüğü üzere kültür, kendisinden bilgi üretilen bilgidir. Dolayısıyla kültür karşılığı olarak “hars” terimi daha isabetli görünmektedir. “Ekin” terimi yerine hars terimi kullanılmalıdır yaklaşımı da bugünkü dil karmaşası içinde makul görünmemektedir. Çünkü, “kültür” terimi Türkçeye yerleşmiş bulunmaktadır.

IV. ÜNİVERSİTENİN MİSYONU

Üniversitenin Misyonu şöyle sıralanabilir:

  1. Kültür kazandırmak: Bilgiyi besleyen bilgi kazandırmak ve toplumun doğruluk, iyilik ve güzellik idealarını nesillerin ruhunda kökleştirmek.
  2. Araştırma yapmak: Bilim, sanat, teknoloji ve felsefe alanlarında araştırmalar yapmak
  3. Eğitim-öğretim yapmak: Toplumun ihtiyaç duyduğu üst düzey insan yetiştirmek. Bu, profesyonel meslek eğitimi anlamına gelir: Doktor, avukat, mühendis gibi.
  4. Bilim adamı yetiştirmek: Araştırmacılar ve eğitim veren bilim adamları yetiştirmek. Bu, lisansüstü (master ve doktora) ve doktora-sonrası öğretim anlamına gelir. Üniversite, toplumun ihtiyacı olan üst düzey insan gücünü yetiştirmenin yanı sıra kendi ihtiyacı olan araştırma ve öğretim kadrosunu da kendisi yetiştiren yegâne kurumdur.

Sayılan bu misyonların hepsi doğrudan veya dolaylı olarak topluma katkıdır. Dolayısıyla, ayrıca toplumsal katkı şeklinde bir misyon daha saymak gerekli görünmemektedir.  Üniversitenin en önemli misyonu, mensuplarına çağın hayati fikirleri olan kültürü kazandırmaktır.

Türk üniversitesi, “1933 Reformu”yla bütün terminolojisi ve yapısı ile birlikte olduğu gibi Batı’dan transfer edilmiştir. 1933’te “İstanbul Darülfünunu” ilga edildi, İstanbul Üniversitesi kuruldu. Hirsch anılarında şöyle yazar: “Günün Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, kamuoyuna yaptığı resmî açıklamada, yeni kurulan üniversitenin lağvedilen Darülfünun ile hiçbir ilişkisi olmadığını, kendi geleneğini kendisi ile başlatan tamamıyla yeni bir kurum olduğunu vurguladı” (Hirsch, Anılarım, 2017, ss. 210).

Kısaca “33-Üniversite Reformu” olarak anılan dönüşümden sonraki kurumun, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip tarafından ifade edildiği üzere, “lağvedilen Darülfünun ile hiçbir ilişkisi yoktur”, “kendi geleneğini kendisi ile başlatan tamamıyla yeni bir kurum” dur.  Üniversite, yapısı ile birlikte, fakülte, rektör, dekan vb. terimler de Batı’dan olduğu gibi aktarılmıştır.

Medrese, fonksiyonunu yitirmişti. Bir sistem çöküşe doğru yönelmiş ve bu yönelişini kendisi isabetli görüyorsa, o sistem, kendini toparlamak adına çöküşünü hızlandıran negatif tercihler yapmaya başlıyor. Bu, çöküşün kaderi olmalı. O yüzden, olağanüstü bir güçle toparlanış ve diriliş çapında bir çaba ile varoluşa yönelmek gerekirdi. Bu yapıl(a)madı. Çünkü amaç, Batı(lı) olmaktı.

Tanzimat döneminde, medresenin yanı sıra kurulan Darülfünun, Batı’ya öykünmenin sonucuydu. “Fenler Evi” anlamındaki “Darülfünun” adı da bu öykünmeye işaret eder. Batı, Sanayi Devrimi (1765) sonrasında, yani 18.yüzyılın ikinci yarısında ve 19. yüzyılın ilk yarısında teknolojide (fende) önemli sıçramalar yapmıştı. Batı’daki bu gelişmeler, Osmanlı aydınlarını ve devlet ricalini derinden etkilemiş, bunalıma yol açmıştı. Tanzimat döneminde kurulan Darülfünun anlamıyla; Cumhuriyet döneminde kurulan üniversite, anlamıyla, söylemiyle, eylemiyle ve terminolojisiyle Batılı idi. 1863’ten 1933’e kadar, 70 yıl içinde beş defa Darülfünun açılmış ve kapanmıştır. 1933’ten 1980’e kadar 47 yıl içinde üniversitede beş defa düzenleme yapılmıştır. Toplum ve kurumlar, yaşayan canlı varlık gibidir. Belki medrese içinden canlı bir filiz büyütülerek geliştirilebilirdi. Bu yapılamadı. Bir toplumun kurumları, fiziksel bir nesne (yapı) gibi yık-yap şeklinde inşa edilemez. İnşa, cansız nesnelere özgüdür. Çınar ağacı inşa edilemez, yetiştirilir.

Bu ifadelere, üniversite özerkliği, akademik özgürlük söylemlerine rağmen kimilerinin itiraz edeceğini hatta tepki göstereceğini tahmin etmek elbette zor değil. Onlara göre bin yıldır bu topraklarda, İslam Medeniyeti diye bir şey yoktur, dolayısıyla bir İslam kültürü de yoktur, olsa bile çok ilkeldir, burası boş bir coğrafyadan ibaretti sanki. Böyle şartlandırıldık ne yazık ki.

“33-Üniversite Reformu”nun üzerinden yaklaşık doksan yıl geçti. Dünya çapında orijinal bilimsel eserler ortaya konulabildi mi? Dünyaca tanınan bilime esaslı katkı yapan bilginler yetiştirilebildi mi? İnsanlığın önüne büyük eserler, yeni teknolojiler, sanat eserleri, filozoflar, bilim adamları konulabildi mi? Bir ekol kurulabildi mi? Köklü bir üniversite geleneği kurulabildi mi? Türk üniversitesinin üzerine oturduğu felsefi bir zemin var mı? Üniversitenin bir bilgi ve bilim felsefesi var mı? Bu konularda kaygı taşıyan bilim adamları, düşünürler, filozoflar nerededirler? Neden daha çok sorunlar konuşulur, çözümler üzerinde kafa yorulmaz?

Bir üniversite kültürü var mı? 33-Üniversite Reformu başarılı idiyse, daha sonra 1946, 1960, 1973 ve 1980 düzenlemelerine neden ihtiyaç duyuldu?

Halen iflah olmaz bir yükseköğretim sorunumuz yok mu? Sürekli yükseköğretim tartışılmaktadır. Köklü çözümler geliştirilemedi. Üniversite, toplumun yaşadığı büyük “sorun”un içinde daha çetin bir sorun. Bunların konuşabileceği, özgür ve verimli bir entelektüel ortam oluşamadı. Sorunun çözümü içeride değil dışarıda arandı. Bakış açısına göre farklı terimlerle, Batı’nın üniversiteleri nakledildi, transfer edildi veya taklit edildi denilebilir.

Kurumlar neden nakledilemez? Bir varolanın varoluşunu borçlu olduğu, Aristoteles’e göre, dört neden vardır. Formal neden (causa formalis), fail neden (causa efficens), maddi neden (causa materialis) ve amaç nedeni (causa finalis).

Üniversite de bir varolandır. Üniversitenin formal nedeni kültürüdür. Üniversitesinin yapısı, öğretim kadrosunun kültürü, müfredat ve üniversitedeki yaşanan ilişkiler, değerler, örtük ve açık bilgi üniversite kültürüne aittir. Fail neden, öğretim kadrosudur. Amaç, toplumun ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştirmek, bilim ve teknoloji üretmektir. Maddi neden, yetiştirilen insan gücünün unsurları (öğrenciler) ve üretilen bilim ve teknolojinin malzemeleridir.

Şimdi “33-Üniversite Reformu”nu göz önüne alalım. Üniversite Batı’dan alındığına göre, formunun (kültürünün) önemli bir kısmı, Türk öğretim kadrosunun yani fail nedenin yabancı olduğu bir kültür. Almanya’dan getirilen öğretim üyeleri ise, öğrencinin ve toplumun kültürüne yabancı. Fail, form ve madde (yani öğrenci) birbirine yabancı. Birbirine yabancı nedenler nasıl bir araya gelip bir varolan ortaya çıkabilir?

Şöyle bir varsayım ile konuya biraz daha açıklık getirebiliriz. Varsayalım ki, ABD’de başarılı olan bir üniversitenin benzeri Türkiye’de kurulsun. Kurulan üniversite, öğretim kadrosu, öğrencileri, kütüphanesi, fiziki alt yapısı (binaları ve kampüsü) ile örnek alınan üniversitenin ikizi bir üniversite olsun. Acaba aynı sonuç alınabilir mi? Bize göre, aynı sonucun alınması mümkün değildir. Burada görünmeyen bir örtük bilgi vardır. Örtük bilgi transfer edilemez. Çünkü içinde bulunduğu kültüre aittir.

Üniversitelerimiz diyapazon gibi Batı üniversiteleri ile rezonansa geliyor. Orada bir titreşim olursa burada da çınlama sesi geliyor. Ne zaman kendi tefekkürümüzden fışkıran bir yükseköğretim sistemi kurabileceğiz?

Gerçek bir üniversite, saksıdaki çiçek gibi değil, ulu bir çınar gibi kökünü ülkesinin kültür toprağının derinliklerine salan ve oradan beslenen bir kurumdur. Toplum üniversiteden ve üniversite toplumdan beslenir. Üniversitede üretilen bilgi toplumda kültüre dönüşür. Ülkenin fikir hayatını üniversite besler (Karakoç, 2017).

Tefekkür, fikir, düşünür sözcükleri ve filozofumuz sözcüğü ne kadar kullanılıyor dilimizde? Kendi yanlışlarımız, başkasından transfer ettiğimiz doğru bildiklerimizden sonuçta bizi daha iyi bir yere götürecektir. Neden götürecektir? Çünkü yaptığımız hatayı fark edince düzeltme imkânı vardır. Taklit, bir önyargıdır. Önyargı rasyonel alanının dışında olduğundan düzeltilmesi zordur. İdeolojik bağnazlıkla, önyargılarla yaptığımız hatalar ile bir yere varılamadığı ortada. Hakikat kendisine yapılan yanlışı affetmez, bir gün öcünü alır. Tarih affetmez, zaman affetmez, kültür affetmez.

Modern olanın en temel karakteristiği “yaratıcılık” tır. “Yaratıcılık”, yoktan var etme anlamında değil, vardan var etme anlamındadır. Eski Türkçe’de “ibda” denilen olay. Bu modernizmin olumlu bir yanıdır.

Modernizmin olumsuz yanı; geçmişe negatif, geleceğe pozitif bakan bir ön yargı taşıması ve geçmişteki özgün fikirleri kendine mâl etme küstahlığıdır.

Başka bir kültürün üniversitesini transfer etmek, modernin karakteristiği olan yaratıcılık niteliğini daha baştan berhava (yok) eder. Çünkü taklitte, alınanın mahiyetine nüfuz etmek için gereken zihinsel çabayı göstermekten kaçınma vardır. Zaten bundan dolayı taklittir. Kurumlar içinde bulunduğu toplumun bir parçasıdır. O toplumun kültürünün ürünüdür. Kültür, açık ve örtük bilgi olarak, değerler olarak toplumun kolektif zihninde, bireyin zihninde gömülüdür. Nakledilemez. Örneğin örtük bilgi (tacit knowledge) doğası gereği nakledilemeyen bilgidir. O yüzden bütün düşünürlerin üzerinde ittifak ettikleri anlayış, her toplumun kültürünün kendine özgü olduğudur.

Modernleşme döneminden ve daha çok Tanzimat’tan beri eğitim tarihi sürecinde, yükseköğretimde yaşanan başarısızlıklardan, her seferinde, daha fazla Batılılaş-mak gerektiği sonucuna varılmıştır. Kültürün ve toplumun kendi içinde bir özerkliği olduğu, kendi doğasıyla barışık olmayan bir form verilemeyeceği görülememiştir. 19.yüzyıldan 20.yüzyılın ortalarına kadar, yani Osmanlı’nın son yüzyılı ile Cumhuriyet’in ilk 50 yılında Fransız tipi pozitivizmin devletin felsefesi haline gelmiş olması, insan, toplum, tarih kavrayışını sığlaştırmıştır (Özlem, 2013). Bu sığlaşma, devlette ve aydınlarda zihinsel körlüğe yol açmış olmalıdır. Doğa bilimlerine önem ve öncelik veren, değerleri görmezden gelen, kültür bilimlerine önem vermeyen pozitivist devlet adamları ve kimi aydınlar, kültürün ve kurumların başka bir kültürden nakledilemeyeceği gerçeğini gör(e)memişlerdir ve böylece başarısızlıklar devam etmiştir.

V. “KÜLTÜR FAKÜLTESİ

Edgar Morin, “insan hem fiziksel, hem biyolojik hem psişik, hem kültürel, hem toplumsal, hem de tarihsel bir varlıktır” der (Morin, 2013). İnsanın sayılan bu özelliklerine dair bilgi kültürdür. Bütün bilgi alanı dilde varolan alanıdır. Kültür, dilde varolan alanının içinde yer alan, kendisinden başka bilgilerin üretildiği veya türetildiği bilgidir. Kültür, bilimde, çok sayıda tekil olayın açıklanmasını sağlayan yasaların formülleri gibidir. Bu formüller de kültürdür. Kültür, insanın hayatının yollarını gösteren bilgilerin zeminidir, bir nevi hayatın haritasıdır.

Üniversite yukarıda insanı tanımlayan özelliklere karşı gelen bilgileri veren müfredata sahip bir “Kültür Fakültesi” (veya Felsefe Fakültesi) olmalıdır (Gasset,1997). Bu fakültenin müfredatında şu dersler olmalıdır: Fizik, biyoloji, tarih, sosyoloji, felsefe, teoloji ve dil. Dil, modern dilleri ve arkaik dilleri kapsar. Bütün programların öğrencileri, bu fakültenin derslerini zorunlu olarak alacaklardır. Öğrenci, bulunduğu bölüme göre bir yabancı ve bir arkaik dil öğrenmelidir. Bu fakültede verilecek dersler, örneğin fizik ve biyoloji bölümlerindeki fizik ve biyoloji dersleri gibi değildir. Fiziğin ve biyolojinin yorumunu, felsefesini içeren dersler olmalıdır. Kültür fakültesinin derslerini alan öğrenci, fizik evrenin ve canlı evrenin, tarih, toplum ve evrenin genel yorumu hakkında çağının hayati fikirlerine sahip olacaktır.

VI. SONUÇ

Kültürsüz bir üniversite mezunu, topluma yabancıdır. Kültür zafiyeti, kişinin mesleğini dahi tam olarak başarmasını engeller. Sadece bir meslekte bilgili, sayısız alanda bilgisiz insanın zihin dünyası ve ufku daralabilir, yücelik duygusu, sanat ve estetik inceliği kaybolabilir. Duygu dünyasındaki heyecan, düşünmeyi kışkırtır. Üniversite, öğrencilerine insanı tanımlayan nitelikleri de kazandıran bir kültür vermelidir.

Üniversite, bir kültürde ne kadar başarılı olursa olsun, başka bir kültüre transfer edilemez. Öğrenci hoca arasında, usta çırak arasındaki örtük bilgi, kurumları yaşatan geleneklerin örtük bilgisi ve değerler nakledilemez. Bir kültürde/toplumda başarılı olan bir üniversitenin başka bir kültüre nakledilmesi halinde başarılı olması beklenemez. Üniversite, içinde bulunduğu kültürün, düşünürlerinin, filozoflarının, bilim ve sanat adamlarının kılavuzlu-ğunda ve ancak bilge yöneticilerin elinde başarılı olabilir.

KAYNAKLAR

Çotuksöken, B. (2003). Felsefi Söylem Nedir?. İstanbul: İnkilap Kitabevi.

Gasset, O.y.(1997). Üniversitenin Misyonu (B. Üçpınar, Çev.). İstanbul: Birleşik Yayıncılık

Günay, D. (2019a). Üniversite Felsefesi, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları.

Günay, D. (2019b). Türkiye’nin Üniversite Sorunu, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları

Heidegger, M. (1998a) Bilim Üzerine İki Ders, (H. Hünler, Çev.). İstanbul: Paradigma Yayınları.

Heidegger, M. (1998b) Tekniğe İlişkin Soruşturma (D. Özlem, Çev.). İstanbul: Paradigma Yayınları.

Hirsch. Ernst E. (2017). Anılarım (F.Suphi, Çev.). Ankara: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları.

Jasper, K. (1959). Idea of University, USA: The Beacon Press.

Koyre, A. (2004). Bilim Tarihi Yazıları (K. Dinçer, Çev.). Ankara: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları.

Morin, E. (2013). Geleceğin Eğitimi İçin Gerekli Yedi Bilgi. (H.Dilli, Çev.). 4. Baskı, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.

Karakoç, S. (2019). Düşünceler I Kavramlar, 8. Baskı, İstanbul: Diriliş Yayınları.

Karakoç, S. (2004). Düşünceler II Kurumlar, 2.Baskı, İstanbul: Diriliş Yayınları.

Karakoç, S.(2017). Sütun, Günlük Yazılar II, 9. Baskı, İstanbul: Diriliş Yayınları.

Özlem. D. (2013). Söyleşiler, Yaşamı ve Felsefeyi Anlama Serüveni, İstanbul: Notus Kitap.

Tate, N. (2018). Ne İçin Eğitim (M. Erkan, Çev.). Konya: Çizgi Kitabevi.