Altın Buzağı

Herkesin miras aldığı veya elde ettiği değerler ile put inşa edilmişti. Dolayısıyla başkalarına öykünerek inşa ettikleri tanrı aynı zamanda kendi tanrıları da olmuş oluyordu. Üstelik içinde Musa’nın dininin sosu da vardı. Yaptıkları şey din adınaydı ve kendilerinindi.

Zübeyir NİŞANCI

Dr. Öğretim Üyesi, Marmara Üni. Sosyoloji Bölümü

 “Altın buzağı” olayı var, Musa (a.s) kıssasında. Musa kavminin Mısırlılara öykünerek Samiri’nin öncülüğünde yaptığı altın buzağı hikayesi. O kıssadan öğrendiklerimi birkaç soru etrafında günümüz dünyasında karşımıza çıkan söylemlerden örnekler vererek paylaşmak isterim.

  1. Altın Buzağı neydi ve Mısırlılar neden ona tapardı?
  2. Neden Musa (a.s) kavmi de altın buzağı yapmak istedi?
  3. Samiri Musa kavmini buzağı yapmaya nasıl ikna etti?
  4. Samiri’nin buzağıya resullerin ayak izinden katması ne demektir?
  5. Daha önemlisi ben, kendime, bu hikâyeden nasıl bir ders çıkarırım?
  6. Bugünün altın buzağısı nedir?
  7. Samiri’nin yaptığı altın buzağıya “elçilerin ayak izinden” katması bugün karşıma nasıl çıkıyor olabilir?

Başlayalım: Tarım, Mısır medeniyetinin merkezindeydi. Onun temel aracı sığırın erkeği öküz ve dişisi inek idi. Onların yavrusu olsa da aslı ve cinsiyetsiz hali olan buzağı da ekonomik üretimin temel aracı olması dolayısıyla kutsal sayılıyordu.

Altın ve altından üretilen şeyler ise ekonomik üretimin sonucunu temsil ediyordu. Herhangi bir meta da ekonomik üretimin sonucudur ancak altın araçsal yani gündelik hayatta kullanım fonksiyonu dışında ve üstünde anlamlar taşıyordu.

Bu anlamlardan biri, insanın acizliğini hatırlatan temel ihtiyaçlarını aşmış olma ve kendini bu ihtiyaçlara karşı güvene almış olma duygusudur. O yüzden Mısır, altın medeniyetidir.

Eski Mısır kalıntılarına bakın, hemen her şey altın süslemeli ve altın rengindedir. Hatta bulmacalarda karşımıza çıkan Mısır tanrısı Ra “Altın Dağı” anlamına gelirken Kral mezarları da “Altın Ev” olarak anılıyordu.

Hatta tanrıların vücudunun altından oluştuğuna inanıyorlardı. Dolayısıyla Mısır dininin merkezinde de altın vardı. İnsanın kendi eliyle hayatını garantiye alma çabasının aracı olan buzağıyı ve sonucu olan altını bir araya getiren “altın buzağı” kutsal bir imgeydi. Büyük ihtimalle insanlar ona tapmakla ferahlık ve gurur hislerini yaşıyorlardı. Musa (a.s) ise etrafındakileri buna karşı aşkın ve tek bir yaratıcıya inanıp, ona ibadet etmeye çağırıyordu. Fakat Musa kavminin bir kısmı Mısırlıların tanrılarına öykünerek “bize de onlarınki gibi bir put yap tapınalım” dediler.

Yani Musa’nın kavmi, Mısırlıların parlak putlarına özeniyor ve benzer bir put edinmek istiyorlardı. Kendilerine bir altın buzağı yapmalarını istemeleri bir yönüyle Mısırlıların ferahlama ve gururlanma vesileleri olan araçlardan edinmekti. Musa (a.s) bunu şiddetle reddetti. Ama o yanlarında yokken Samiri, öykündükleri “altın buzağı” inşa etme işine el attı. Samiri, kavmin elindeki altınları toplayıp ondan esintiyle nefislerini okşayacak sesler çıkaran bir altın buzağı yaptı. Ancak Musa kavminin Musa’nın tanıttığı Allah’a ibadet etme duygularını da tatmin etmek için altın buzağının hamuruna elçilerin (peygamberler ya da vahyin taşıyıcısı Cebrail) ayak izinden eklediğini iddia etti. Yani Samiri, Mısır putlarına öykünenler için inşa ettiği putun hamuruna Musa’nın getirdiği dinin sosundan katmıştı. Bu ekleme, o öykünmeli tapınma duygusunu yaşatmak için insanların gözündeki gerçek din sosuna bandırarak meşrulaştırmıştı. Samiri’nin altınları grup üyelerinden toplaması ise buzağıya kolektif kimlik kazandırmış ve onu herkesin tanrısı yapmıştı.

Herkesin miras aldığı veya elde ettiği değerler ile put inşa edilmişti. Dolayısıyla başkalarına öykünerek inşa ettikleri tanrı aynı zamanda kendi tanrıları da olmuş oluyordu. Üstelik içinde Musa’nın dininin sosu da vardı. Yaptıkları şey din adınaydı ve kendilerinindi. Kendi putlarını inşa etmişlerdi. Musa ise “altın buzağı”nın temsil ettiği buzağıyı yani evcil hayvanları kurban ederek geçimin araçlarını ilahlaştırmanın aksini yapmıştı. O yüzden Kurban Bayramı’nda bolca “La-ilahe illallah” denilip tekbir getirilir.

Altın Buzağı bir semboldür. Her devrin altın buzağısı bazı yönlerden Mısır’ın altın buzağısına benzese de farklı olabilir. Kanaatimce son yüzyıllarda dünyadaki altın buzağılardan biri modernist kalkınmacılık ve seküler medeniyetçiliktir. Aydınlanmacılık ile insanın kendi çabasıyla (human effort) hayat şartlarını ve insanlık durumunu (human condition) garanti altına alabilmiş olma ve insanın kemalinin (human perfection) yönünü kendince belirmesi düşüncesi yayıldı.

Bu inancın yansıması olan ilerleme ve kalkınma bir kıvanç aracı olarak putlaştırıldı. İnsanlığın ahlaki kemal ve üstünlüğü duygusu (human perfection) da üstün bir medeniyet anlatısı ile özellikle Avrupa’da yayıldı. İnsanın ilmi ve emeği ile ürettiğine güven tarih anlatısında da kendini gösterdi. Dünya tarihi Avrupa medeniyetinin tekâmülü ve ilerlemesi; bunun aksine Avrupa dışı medeniyetlerin geri kalmışlığı vurgusuyla sunuldu. Avrupa’nın altın buzağısı olan medenileşme ve ilerleme putuna karşı Müslümanların büyük çoğunluğu arasında da özürcü bir kompleks oluşturdu. Terakki nedir, insanlık durumu için gerçekte ne ifade eder gibi sorular sormaktan ziyade İslam’da terakkiye ve ilerlemeye müsaittir ve onu destekler gibi argümanlar geliştirildi.

Daha sonraki yıllarda, mesela 1990’lı yıllarda yoğunlaşarak Müslümanlar arasında “İslam medeniyeti” söylemi yayılmaya başladı. Hatta günümüzde dini otoriteler bile “İslam dini” yerine “İslam Medeniyeti” ibaresini kullanmaya başladı. Medeniyetçi ve bir yönüyle dine meydan okuyan hümanizma temelli kültür ve sanat anlatılarına dindarlar “İslam Kültür ve Sanatı” gibi retoriklerle karşılık verdi.

Avrupa sanat ve mimarisini yücelmesine mukabil Müslümanlar İslam mimarisi, İslam kültür ve medeniyeti gibi retorikler üretti. Onların kültürü, sanatı varsa bizim de var diyerek öykünmeci gurur ve kıvanç araçları geliştirildi. Onların parlak tarihi varsa bizim daha parlak tarihimiz var tarzı söylem ve yaklaşımlar ortaya çıktı. Onlar tarihin öznesi olmak iddiasındaysa esas biziz tarihin öznesi tarzında fikirler üretildi. Bu yaklaşımlar “onlar değil biz daha üstünüz çünkü bizimkinin içinde peygamber ayak izi var” duygularından çıkıyor. Ve Samiri’nin buzağısının çıkardığı insanlık durumu için bir şey ifade etmeyen fakat nefse çok tatlı gelen seslere benziyor. İnsanların gurur duygularını okşadığı için insanlara tatlı geliyor ve onu sorgulanabilir bulmuyorlar. “Ne var ki medeniyetimiz ve onun tarihiyle övünmenin, onu çalışıp öne çıkarmanın, onun tarihini yazmanın ne zararı var” deniliyor. Tarih çalışmanın özünde bir sorun yok. Onu nasıl ve neye referansla ve hangi saiklerle çalıştığımızda ve onu nasıl paketleyip sunduğumuzda değişiyor her şey.

Esasen Avrupa medeniyetçiliği insanın rabb olma, kendi ilmi (bilim) kudreti (teknoloji) ile hayat şartlarını iyileştirme, geleceğini garantiye alma ve insani kemal için kendi düşüncesiyle (seküler felsefe) yolunu bulma iddiasıdır. Bu yönüyle medeniyetçilik, tarih anlatısı üzerinden insan failliğini (öznelik) ilahlaştırır. Nasıl bir medeniyet kurduk, toplum inşa ettik, ilerledik, harika şeyler ürettik derken bir tür tarihin döngüsü insanın elinde vurgusu yapar. Kanaatimce Kur’an’daki tarih ve medeniyet anlatısı özetle şöyle: “İnsanlar varoluşsal güvenlik ve üstünlük duygusu almak için diye yapılar yaptılar. Hâlbuki o yapılar yıkılıp gitti ve onlarla gurur duyanlara gerçekte bir şey sağlamadı. Yüzünüzü o yapılara döneceğinize geçmişin ve geleceğin, sizin ve ihtiyaçlarınız olan şeylerin gerçek sahibi olan Allah’a yönelin. Övgü ve hamd O’nadır. Kusursuz olan O’dur. O’nun ilmini, O’nun azamet ve keremini tanıyın ve yalnız ona yönelin.” Ben Kur’an’ı dinleyip gururumu okşayacak ve beni yanıltacak şeylere karşı içine “peygamberin ayak izinden” yani “din duygusu ve sosundan” eklenmiş olsa da dikkatli olmalıyım. İçimden seslenecek Samiri fısıltılarına karşı ayık olmalıyım. Bu arada Samiri davranışı bir prototiptir. Önce kendi nefsim olmak üzere herkeste ve her toplulukta farklı derecelerde bulunabilir. Bu satırları yazarak hiç kimseye ve hiçbir zümreye siz Samirisiniz demiyorum ve diyemem.

Bunu demek kendi adıma büyük bir ahlaksızlık, eğer bir zümreyi doğrudan hedef alır ve itham edersem bu büyük bir haksızlık ve zulümdür. Samirilik bu anlatıların zirvesidir fakat Samiri anlatısı bir kıstas ve yol göstericidir. Bir söylem prototipinde Samiri kıssasına benzer yönler olması, o prototipinin tarihsel Samiri figürü kadar büyük bir yanıltıcılık içinde olduğu anlamına da gelmez. Çoğu haram olanın azı da haram olduğuna göre, azına da dikkat etmek gerekir. Benim için esas mesele altın buzağıyı bana “resullerin ayak izini” katarak anlamını değiştirdiğini iddia eden kendi içimden (nefsimden) veya dışarıda nefsi duygularımı paylaştıklarımdan gelen eğilim ve tutumlara karşı uyanık olmaktır. Peki, içine peygamber ayak izi katılmış yani din sosu verilmiş “altın buzağı” yalnızca medeniyetçilik ve tarihçilikte midir? Elbette değildir. Daha nice öykünmelerle oluşturulmuş “altın buzağı” örnekleri bulunabilir. İslamiyet’in hakikati, en parlak hakikattir. Resulullah’ın yolu en güzel yoldur. Kur’an’ın sözü en doğru sözdür. Allah’ın yaratması güzeldir. Varlıktaki tüm güzellikler hamde ve övgüye layık her şey de O’nundur. Elhamdulillah. İslamiyetin hakikatini, Resulullah’ın sünnetini bugünlere taşıyan cümle müminlerden, evliyadan, asfiyadan ve ulumedan Allah razı olsun. Onların emekleri için de Elhamdulillah. “Biz” kullarız, Rabbımız Allah’dır. Biz nimetlendirilen ama gaflete düşenleriz. Gecenin gündüzün, mazinin ve müstakbelin sahibi O, biz ise ne geceye ne gündüze hükmü geçmeyen maziye de müstakbele de eli yetişmeyenleriz.

Bize nasib olan tüm güzellikler Allah’tan, bizden çıkan kötülükler ise nefsimizdendir. Şükrünü ifa edemediğimiz nimetler O’nun, ancak gaflet, gurur ve kibir ile işlediğimiz hatalar bizimdir. Cümle günahlarımız için de Estağfurullah.