Şehirlerimiz, Meskenlerimiz ve Medeniyetimiz

Büyük semtlerin merkezlerinde, yüzme havuzlarının da bulunduğu yerlerde, insanların banyo yapabildikleri umumi duşlar mevcuttu. Bu durum Avusturya toplumunun temizlik konusunda hangi seviyede olduklarını ifade etmek bakımından yeterliydi.

Mucahid YILDIZ

Bir cemiyetin medeniyet seviyesini, o toplumu meydana getiren insanların içinde yaşadıkları evleri, mahalleleri, köyleri, kasabaları ve şehirleri belirler. İçinde huzur ve emniyetin hâkim olduğu yerleşim birimleri uygarlıkta zirveye doğru yol alındığına işaret eder. Bu huzur ve emniyet hem madden hem de manen olmalıdır. Bu ikisi bir arada olamıyorsa mutlaka bir noksanlık vardır.

Ömrümün büyük kısmını Avrupa’da geçirmiş biri olarak hem buralardaki şehirler, farklı mekanlar arasında mukayese yapabilme imkânı bulduğum gibi hem de memleketimizle Avrupa, hatta kısmen Afrika’daki yerleşimler arasında da bir karşılaştırma yapabilme imkanı bulabildim.

Bir inşaat mühendisi ya da bir mimarın bunlara bakışı elbette daha farklıdır. Ben sıradan bir gözlemci olarak ancak bu karşılaştırmaları yapabilirim. Aynı şehirde bir mahalleden başka bir mahalleye gittiğinizde büyük bir fark göremeyebilirsiniz. Ancak bir şehirden başka bir şehre gittiğinizde aynı ülkede olsanız bile, az da olsa bazı şeylerin daha değişik olduğunu görürsünüz. Ülkeler arasında bu değişiklikler daha da göze çarpıcıdır. Bunun sebebi ise kültür ve medeniyet seviyesinin farklılığıdır.

Yaklaşık kırk yıla yakın bir süre önce Topkapı’dan kalkan bir otobüsle Almanya’ya yolculuğum başlamıştı. Türkiye’den çıkıp Bulgaristan’a girdiğimizde hemen ilk gördüğümüz şehirde bir başka ülkeye girdiğimiz anlaşılıyordu. Son yıllarda belki farklı bir görünüm söz konusu olabilir. Ancak o yıllarda henüz Sovyetler güdümünde komünist Bulgaristan ve Yugoslavya’nın şehirlerinde büyük caddeler, uzun beton bloklar ve kitleleri topladıkları büyük meydanlar olduğunu hatırlıyorum. Küçük dairelerin bulunduğu uzun ve yüksek beton bloklarda binlerce insan yaşıyordu. Avusturya sınırına vardığımızda, Yugoslavya’ya bağlı son ülke Slovenya’da daha Batı Avrupa görünümüne bürünen, daha zengin ve şatafatlı binaların bulunduğu şehirler görmeye başladık. Yollar, caddeler daha düzenli, şehir içindeki trafik akışı da daha ahenkli olmaya başlamıştı.

Avusturya’ya girdiğimizde Almanca ‘Autobahn’ denilen Türkçe’ye de otoyol olarak tercüme edilen, İngilizcede ise ‘highway’ ya da ‘freeway’ yüksek/serbest yol dedikleri, o zamanlar memleketimde hiç görmediğim bir yol çeşidi ile karşılaştık. En az dört şeritli olup, gidenlerle gelenlerin birbirlerini rahatsız etmedikleri bir yol. Sollama probleminin de hiç yaşanmadığı rahat mı rahat bir yol.

Avusturya’nın Salzburg şehrinde Türk otobüsüyle yaptığımız yolculuk sona erdi. Otobüsün Almanya’ya girme izni olmadığından, buradan Münih’e kadar olan yolculuğumuz bir Alman otobüsüyle devam etti. Almanya’ya girdiğimizde her bakımdan buranın Avusturya’dan gelişme bakımından çok daha ilerde olduğunu görebiliyorduk. Yollar çok daha düzenli, caddeler tertemiz, binalar yeni ve bakımlı. O zamanlar öyleydi. Fakat maalesef son yıllarda bu bakımdan büyük bir gerileme görülmektedir. Almanya ile ilgili ayrıntılara girmeden önce Avusturya hakkında birkaç söz sarf etmek istiyorum. Üniversite tahsili yapmak maksadıyla çıktığım gurbet hayatımın ilk dört yılını Avusturya’da geçirdim.

Başkent Viyana ve çevresindeki şehirler, üzerlerinden iki dünya savaşı geçmiş olmasına rağmen, başta ABD olmak üzere ittifak ülkelerinin ağır bombardımanlarına maruz kalmadılar. Tarihi izlerini kaybetmediler. Almanya’da ise yerle bir edilen şehirlerdeki tarihi eserler sonradan restore edildi. Viyana ve çevresindeki şehirlerde yüzyıllardan beri ayakta kalmayı başarmış binalarla karşılaşabilirsiniz.

Avusturya’ya geldiğimde kaldığımız evin içinde tuvalet ve banyo yoktu. Arkadaşlarımızın evlerinde de sonradan yapıldığını öğrendik. Meğer neredeyse bütün binalarda evlerin içinde tuvalet ve banyo bulunmuyormuş. Koridorlarda iki ya da üç dairenin ortak kullandıkları bir tuvalet bulunuyordu. Büyük semtlerin merkezlerinde, yüzme havuzlarının da bulunduğu yerlerde, insanların banyo yapabildikleri umumi duşlar mevcuttu. Bu durum Avusturya toplumunun temizlik konusunda hangi seviyede olduklarını ifade etmek bakımından yeterliydi. İlk bir yıl Almanca dil kursundan sonra, öğrenciliğimin yanı sıra çevre köylerdeki ilk ve orta okullarda din dersi öğretmenliği yapıyordum. Önceleri trenle köyleri dolaşırken sonraları araba ile okullara gitmeye başladım. Almanca dilimin daha da gelişmesi için arabamda sürekli radyo açıktı. Bir programda konuşmacı, Avusturya halkının 20.yüzyılın sonlarında olmamıza rağmen, temizlenmek, yıkanmak için suyu ne kadar az kullandıklarından bahsederek şikayetçi oluyordu. Hatırladığım kadarıyla büyük bir çoğunluğun ancak ayda bir sefer yıkandıklarını, bunun ne kadar üzücü bir durum olduğunu söylüyordu.

Avusturya’ya gitmeden önce Almanya’da üç ay kalmıştım ve evlerde tuvalet-banyo ile ilgili herhangi bir sıkıntının yaşandığını görmemiştim. Ancak burada da bize yabancı olan bir durum söz konusuydu. Tuvalet ve banyo, ikisi de bir odada bulunuyordu.

Almanya daha önce de bahsettiğim gibi II. Dünya Savaşı’nda İngiliz ve Amerikan bombardımanları ile bütün şehirleri yerle bir edilmiş bir ülke idi. Yalnızca Heidelberg şehri bombalanmadı. Zira bu şehir Amerikalıların çok sevdiği bir şehirdi.

Savaş sonrası erkek nüfusun büyük ölçüde azalması, kadınların mecburen daha fazla çalışmasını gerektiriyordu. ‘Trümmerfrauen’ adı verilen ‘harabe kadınları’ yıkılan binalardan kalan tuğlaları tek tek toplayıp temizlediler ve binalar yeniden eskisine benzer bir şekilde inşa edildi. Bu yüzden Almanya’da neredeyse hiçbir şehrin eski olmadığı, yeniden kurulduğu söylenir. Bu ülkede gezenler bilir, şehirler adeta birbirlerinin kopyaları gibidirler. Orta yerinde ‘yüksek cadde’ anlamında ‘Hochstrasse’ adı verilen büyük mağazaların, dükkanların yer aldığı alışveriş caddesi bulunmaktadır. Genelde bu merkezde kiliseler de mevcuttur. Bu merkezden dışarıya doğru şehir büyümektedir.

Batı Avrupa’daki diğer şehirlerin görünümleri Almanya’dan daha farklıdır. Tarihi olarak eski mekanlara daha çok şahit olursunuz. Özellikle İspanya’nın Endülüs eyaleti, hele de İslam tarihi geçmişinden dolayı görülmeye değer bir yerdir.

Almanya’da dikkate değer bir başka durum, şehir nüfuslarının azlığıdır. Türkiye ile karşılaştırdığımızda, şehirlerin insan sayısı bakımından bu şekilde küçük tutulmasının ne kadar faydalı olduğu görülür. Zira kalabalık şehirler kaosun, huzursuzluğun, güvensizliğin diğerlerine nisbetle çok daha fazla yaşandığı yerlerdir. 2020 verilerine göre Almanya’nın en büyük şehri ve başkenti Berlin’in nüfusu 3 milyon 664 bin 88’dir. İkinci sırada ise 2 milyonu bile bulmayan nüfusuyla Hamburg yer alıyor.

Bu mevzuyu daha fazla uzatmadan son bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Şehirleşmede modern dünyanın yaptığı en büyük hatalardan birisi, binlerce insanı bir araya toplayan ancak birbirlerinden azami derecede uzaklaştırılan apartman kültürüdür. Maalesef bu Avrupa’da çok yaygındır. Bu büyük apartmanlarda hayatını geçiren insanlar birbirlerine selam vermeyi bile çok görürler. Komşuluk ilişkileri neredeyse hiç yoktur. Bir dairede yaşlı bir insan ölmüştür, ancak bir hafta sonra oradan gelen ağır kokulardan dolayı yan dairedekiler şikayetçi olunca farkına varılır.

Halbuki içinde yaşadığımız evler, mahalleler ve bunlardan oluşan kasabalarımız ve şehirlerimiz her yönüyle huzur ve emniyet içinde bulunduğumuz mekanlar olmalıdır.