Dijital mahremiyetin korunması sadece bugünün değil yarının ve sonraki günlerin de meselesi olacak gibi görünüyor. Ve anlaşılan o ki birlikte ses çıkarılmadıkça dijital mahremiyetimizin ihlali son bulmayacak.
Elif Nuran ÖZGÜN ALBOSHI

Bugün hepimiz için su gibi, ekmek gibi hayatın doğal bir parçası haline gelen internet ile tanışıklığımızın tarihi çok eskilere dayanmıyor. İnterneti sadece sosyalleşme veya haberleşme amacıyla değil, bir vatandaş olarak vergi ödemekten tutun da hastaneye gitmeye kadar pek çok amaçla kullanıyoruz. Yani bir kimse sosyal medyayı kullanmama kararı alsa dahi E-Devlet, E-Nabız ve benzeri birçok sistemi kullanarak internet ile bağlarını sürdürmek durumunda kalıyor. Bu sistemlerin yanında evimizde kullandığımız birçok eşyanın da artık internete bağlı çalıştığını düşünürsek olayın boyutunu anlayabiliriz. Yerleri süpürmekten buzdolabından su almaya kadar çevrimdışı gerçekleştirebileceğimiz aktivitelerin sayısı gitgide azalıyor. Halbuki internetin kitleselleşmesi ancak 1993 yılında Mosaic isimli tarayıcının açılmasıyla gerçekleşiyor. Bir dönemlerin popüler e-posta ağı Hotmail ancak 1996’da hizmete başlıyor. Teknolojinin gidişatını belirleyen Google’ı ilk kullandığımızda ise takvimler yalnızca 1998’i gösteriyor. Biraz geri çekilip tarihlere dikkat kesildiğimizde şunu görüyoruz, internet ancak Y nesli ile yaşıt olsa da hayatımızı çok hızlı bir şekilde değiştirdi. Bu hızlı değişim, etik ve ahlaki soru işaretlerini de beraberinde getirdi.
Norveçli araştırmacı Eirik Løkke, Türkçede Koç Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanan Mahremiyet: Dijital Toplumda Özel Hayat kitabında tam da bu akıl karışıklıklarını ve taze problemleri ele alıyor. Tercüman Dilek Başak’ın Norveççeden çevirdiği ve ilk baskısını 2018’de yapan kitapta büyük veri devrimi, uluslararası hukuka göre dijitallik, otoriter rejimlerin dijital izleme aygıtları gibi pek çok konuya değiniliyor. 152 sayfada böylesine kapsamlı konuları layıkıyla anlatmayı başaran kitapta en ilgi çeken nokta, okuru gerçek ve dijital hayatta mahremiyetin sınırlarını düşünmeye davet etmesi.
Birçok insan gerçek hayatında evinin mahremiyetine önem gösterir ve bunu da perde takmak, kapıları kilitlemek gibi davranışlarla ortaya koyarken dijital hayattaki mahremiyete çok da dikkat etmiyor. 2013 yılında Edward Snowden isimli eski bir istihbarat görevlisi Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu’nun vatandaşları dijital dünyada takip ettiğine dair sırlarını ifşa ettiğinde dünya çapında tepkiler gecikmemişti. Ancak uluslararası kurumların raporlarına göre Amerika vatandaşlarının yalnızca %17’si bu ifşaatların ardından internet kullanımında değişiklikler yaptı. Kitapta anlatılan bu örnekten de rahatça görülebildiği gibi dijital kimliklerimizin izlenmesi, toplanması ve hatta maddi yahut politik amaçlarla kullanılması pek çoğumuzu rahatsız etmiyor. Halbuki benzeri bir gözetleme mekanizması gerçek hayatta uygulansaydı, mesela devletin herkesin evinin içini 7 gün 24 saat gizli kameralar ile izlediği ortaya çıksaydı, muhtemelen vatandaşların tepkileri çok daha şiddetli olurdu.
İnsanların internete bağlı cihazlarındaki her hareketinin izlenmesi ve kullanılması sadece devletlerin kullandığı bir yöntem değil. Birçok teknoloji şirketi daha iyi reklamlar yapmak ve kullanıcının tüketim seviyesini arttırmak amacıyla benzer yöntemlere başvuruyor. Akıllı cihazlarımıza indirdiğimiz uygulamaların neredeyse hepsi ekranı kaydırma hızımız dahil akla hayale gelmeyecek kadar detaylı bilgileri işleyerek büyüyen bir iş modeline sahip. İçinde bulunduğumuz bu durum, fert fert hepimizin dijital dünyaya sunduğu bilgiler ve bunların mahremiyeti üzerine kafa yormamızı gerektiriyor. Nitekim internete bağlanan her kişinin gerçek bir hayatı ve kişiliği olduğu gibi bir de dijital hayatı ve kişiliği oluşuyor. Dijital mahremiyetimiz de en az gerçek hayattaki mahremiyetimiz kadar önemli ve değerli. Tartışmanın bu noktasına gelindiğinde dijital mahremiyeti için çaba sarf eden birçok insan, çevresindekilerden “Saklayacak bir şeyin mi var?” gibi tepkilerle karşılaşabiliyor. Ancak burada mesele bireylerin saklayacak bir şeylerinin olup olmaması değil, kendilerine “Saklayacak bir şeyim var mı?” sorusunu sormak zorunda kalmamalarıdır. Mahremiyete saygı duyulan bir düzlemde herkes hangi bilgilerinin kimlerle paylaşılacağını seçebilme, ölçebilme ve reddedebilme hakkına sahip olmalıdır. Benzeri argümanlarla karşılaşıldığında “Bu durum gerçek hayatta başıma gelseydi nasıl tepki verirdim?” sorusu üzerine düşünmek faydalı olabilir. Çünkü gerçek hayat ve dijital hayatın paralelliği, mahremiyetin iki tarafta da eşit düzeyde önemli olmasını gerektirir.
Peki ne yapmalı? Dijital hayatın büyümesinin önüne geçmek pek mümkün ve mantıklı olmadığı için mevcut sistem içerisinde iyileştirmeleri talep etmek en mantıklısı olacaktır. İlk olarak dijital mahremiyet konusunda bilinçlenmek elzemdir. Her bireyin hangi dijital bilgilerinin toplandığını ve saklandığını; bunların hangi amaçla kullanıldığını yahut kullanılacağını bilmeye hakkı vardır. Bu hakkın farkında olmak ve bunu mümkün olan her biçimde talep etmek en gerçekçi çözüm yoludur. Nitekim özellikle internet ve teknoloji üzerine çalışan şirketlerin neredeyse tamamı, kullanıcılarla büyür. Yani Apple’a, Google’a veya Facebook’a para kazandıran ve haliyle bu şirketlerin büyümesini sağlayan durum, kullanıcıların bu siteleri ve uygulamaları kullanıyor olmasıdır. Bu nedenle kullanıcıların kolektif talepleri çoğu zaman şirketleri harekete geçmeye iter. Bilinçlenmenin yanında internette geçirilen vakti azaltmak, web sitelerindeki çerezler hakkında bilgi edinmek ve mümkün mertebe çerezlere izin vermemek de dijital mahremiyet için somut adımlar arasında sayılabilir. Kitabın devletin dijital gözetimine yönelik temel önerisi ise “Açık, liberal toplumu korumak”tır. Haklarımızın farkında olduğumuz ve verilerimiz hakkında şeffaflık talep ettiğimiz bir toplumsal düzen, hiç şüphe yok ki hem bizim için hem de gelecek nesiller için daha güvenli olacaktır. Dijital mahremiyetin korunması sadece bugünün değil yarının ve sonraki günlerin de meselesi olacak gibi görünüyor. Ve anlaşılan o ki birlikte ses çıkarılmadıkça dijital mahremiyetimizin ihlali son bulmayacak. Bu yüzden daha fazla gecikmeden okumak, bilinçlenmek ve harekete geçmek hepimizin ödevi ve sorumluluğudur.