Afet Sonrası Çocuk ve İletişim

Afet sonrası çocukla kurulan iletişim, çocuğun gelişim dönemlerine göre farklılıklar göstermektedir. Soyut düşünme becerisi kazanmamış olan 0-6 yaş çocukları, başlarına gelen olayı “acaba benim yüzümden mi oldu, anne-babamı çok üzdüm, yaramazlık yaptım onun için oldu…vb.” düşünceleri kendilerinden bağımsız göremeyebilirler.

Tuğba ÖNCÜ

Uzm. Aile Danışmanı

Hareket Spor Kulübü İyilik Kupası

İnsanoğlu yaşadığı hayat boyu farklı olaylarla karşılaşır. Yaşanılan olayların büyüklüğü kadar olayları yaşama şeklimiz, algımız ve verdiğimiz reaksiyonlar da kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir. Ancak gerek ruhsal ve gerekse bedensel açıdan asıl önemli olan öznel deneyimin zihinsel ve bedensel bellekte bıraktığı izler, yani anılardır (Şar, 2018: 1). Son günlerde yaşamış olduğumuz deprem hepimizi derinden etkilemiş ve teessür etmiştir. Etkilenenler arasında küçücük bedeninde ve iç dünyasında belirsizlik, korku ve güvensizliğin hâkim olduğu, bu hazin olayı anlamlandıramayan çocuklarımız da yer almaktadır. Çocukların erişkinlere göre yaşanılan olayı anlamlandıramaması ve baş edebilme becerisinin eksik olması, çocuk zihninde henüz travmatik yaşantıların oluşmamış olmasından kaynaklıdır.

Doğal afetler insan yaşamını etkileyen, doğrudan insan etkisinin olmadığı ölüm ve yaralanmaya sebebiyet veren büyük çaplı doğa olaylarıdır. İnsanlar doğal afetler karşısında yaşadıklarını kolay kolay unutamazlar (Özen, 2018: 66). Afetlerde hayatını kaybedenlerin büyük bir kısmını çocuklar oluşturmaktadır (Limoncu ve Atmaca, 2018: 133). 0-17 yaş dönemini oluşturan bebeklik, okul öncesi, okul dönemi ve ergenliği kapsayan çocukluk döneminde afetlerin fiziksel ve psikolojik olarak bıraktığı izler farklılık arz etmektedir. Yaşanılan olayın etkisini atlatamayan çocuklarda ilk bir ay ya da 40 gün içerisinde meydana gelen davranışlar akut stres bozukluğu oluşturabilmektedir. Yaşanılan olay olağan dışı bir durum olduğu için, verilen anormal tepkiler normal davranış olarak sayılmaktadır. Afetten bir ay sonrası için oluşan rahatsızlıklar travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olarak adlandırılmaktadır. Travmaları, insanın ya kendisi ya da kendi dışında birinin yaşamış olduğu olumsuz olaya maruz kalması olarak kısaca açıklayabiliriz.

Nasıl ki bir rahatsızlığın bedene acı verip hasta etmesi gibi travma da bedene giren ve iyileşmesi oldukça zaman alan yaralardır. Kişinin iyileşmesi yaşanılan travmanın büyüklüğüne ve kişinin sahip olduğu kişilik özelliklerine göre değişebilmektedir. Kişiliğimizin temelinin atıldığı çocukluk döneminde çocuklarla sağlıklı iletişim kurmada en önemli adım, kullandığımız dilin çocuğun gelişim dönemlerine uygun olup olmadığıdır. Aksi takdirde çocuk dünyasında derin yaralar açabiliriz. Çocuklar tramvayı karşılayabilecek bir yaşta değilken çevresi tarafından yanlış yönlendirmeler sonucunda çocuk ruhu zarar görebilir ve iyileşmesi daha da güçleşebilir. Travma sonrası çocukları en çok kaygılandıran konular “ben güvende miyim?”, “bana ne olacak, bana kim bakacak?” gibi güven endişesi taşıyan sorulardır. Travmaya maruz kalan çocukların verdiği tepkiler ya duygusal-davranışsal ya da bedensel tepkilerdir.

Olayın tekrar olmasından dolayı duyulan korku, endişe, kâbus dolu rüyalar olduğundan fazla öfkelenme gibi tepkiler duygusal ve davranışsal tepkilere örnek gösterilebilir. Sıkıntı hissinin bedene yansıması, baş ve karın ağrısı, bulantı, iştah problemleri, kabızlık, uyuyamamak, uykuya dalmada güçlük, gece aniden uyanma, enürezis (alt ıslatma), regresif (parmak emme, alt ıslatma, kekemelik…vd.) davranışlar ise travma sonrası meydana gelen bedensel tepkilere örnek verilebilir.

Afet sonrası çocukla kurulan iletişim, çocuğun gelişim dönemlerine göre farklılıklar göstermektedir. Soyut düşünme becerisi kazanmamış olan 0-6 yaş çocukları, başlarına gelen olayı “acaba benim yüzümden mi oldu, anne-babamı çok üzdüm, yaramazlık yaptım onun için oldu…vb.” düşünceleri kendilerinden bağımsız göremeyebilirler. Bu gibi durumlarda çocuklara yaklaşırken öncelikle sakin, basit ve net bir dil kullanarak bunun kendisiyle ilgili bir durum olmadığı ifade edilmelidir. Afet sonrası günlük rutinlere mümkün olduğunca kısa sürede dönmek önemlidir. Çocuklar, duyguları ve korkuları hakkında konuşmaya teşvik edilebilir fakat konuşmak istemeyen çocuklar da bu konuda zorlanmamalıdır. Çocukların duygularını ifade etmedeki en büyük iletişim aracı, oyundur. Duygularını yansıtmaları için resim çizmeye teşvik edilebilir. Okul dönemi çocuklarına afetin meydana gelme sebebinin, depremin yer kabuğunun hareket etmesi sebebiyle oluştuğunu ahşap oyuncak materyaller eşliğinde anlatılabilir. Çocuklar, sadece konuşarak iletişim kurmazlar. Oyun onlar için bir iletişim aracıdır. Duygularının anlaşıldığını hisseden çocuk olumsuz durumlarla daha kolay başa çıkabilme becerisi geliştirecektir. Bu yüzden çocuğu dinlerken yargılamadan ve yorumlamadan sonuna kadar dinleme becerisi göstermeliyiz. Çocuklarla konuşurken detay vermek yerine basit bir dil kullanmayı tercih edelim. Bu dönemde çocuğa sık sık sarılarak kuracağımız tensel temas onun güvende olduğu mesajını da verecektir.

Ailesinde kayıp olan çocuğa, çocuk üzülmesin diye konuşmaktan çekinmek yerine çocuk konuyu açtığında yaşına uygun bir dille ona eşlik edebilmeliyiz. Öncelikle, uygun ve sakin bir ortam tercih edilir. Çocuk için kaybettiği kişilerin ölüm haberi net, kısa ve somut bir dille söylenir. Kaybedilen kişi için “öldü, vefat etti” kelimelerinden biri kullanılabilir. Çocuğun sorusu ne kadarsa misliyle cevaplanmalıdır. Onlara yaşamın ve ölümün ne demek olduğunu anlatmak için tabiattaki tüm canlılar, bitkiler ve mevsimlerden örnekler göstererek somut dille ifade edilebilir. Çocukta kafa karışıklığına yol açabilecek “ölen kişi yolculuğa çıktı” gibi soyut açıklamalardan uzak duralım. Aksi takdirde çocuk kaybettiği kişinin yolunu gözler hale gelebilir. Açıklama yaparken çocuğun soru sormasına ve konuşmasına izin verelim. Kaybı, çocuğun zihni açısından gerçek kılmak önemlidir. Bunun için onunla mezarlık ziyareti yapılabilir. Yetişkinlerin yaptığı hatalardan biri de yaşanılan elim hadise karşısında kendi duygularını çocuğa yansıtmaktan olabildiğince kaçınmalarıdır. Bu durum çocuk ile aramızda bir iletişim seti oluşturacaktır. Bunun yerine onun üzüntüsüne ortak olalım. Kaybı takip eden dönemde çocuğun çevresinde, ilişkilerinde ve günlük aktivitelerinde herhangi bir değişiklik yapmamaya gayret edelim. Çocuğun günlük ihtiyaçlarını yerine getirmeye devam eden tutarlı bir tavır sergileyelim. Aşılması güç olduğu durumlarda ise çocuğun profesyonel psikolojik yardım almasını sağlayalım.

“Umutsuzluk yok. Gün gelir gül de açar. Bülbül de öter.” (Sezai Karakoç)

Vesselam…

 Kaynakça:

  1. Limoncu, S., & Atmaca, A. B. (2018). Çocuk Merkezli Afet Yönetimi. Megaron13(1).
  2. Özen, Y. (2018). Travmatik Ben.Çınaraltı yayn: İstanbul.
  3. Sayar, K., & Bağlan, F. (2019). Koruyucu Psikoloji. Timaş yayn: İstanbul
  4. Şar, V. (2018). Travmatik stres ve bedensel hastalıklar. Stres ve bedensel hastalıklar: günümüzde psikosomatik tıp, 1-5.

Uzm. Aile Danışmanı Tuğba Öncü