Elbette bütün felâketler birer imtihandır. Şu anda hepimiz imtihandan geçiyoruz. Kimimiz sabır imtihanındayız, kimimiz dayanışma. Hep birlikte bir kardeşlik imtihanındayız. En mühimi de yardımlaşmayı, paylaşmayı, dayanışmayı sürdürebilmek.
Sinan ÖZYURT
Eğitimci

Babam açık kalp ameliyatı olup tıkalı iki damarını değiştireli henüz beş gün olmuştu. Ameliyattan 48 saat sonra yoğun bakımdan servise çıkarıldı, ben de yanında refakatçi olarak kalıyordum. Geceler uzadıkça uzuyordu. Her sabah saat 6 civarında hastamıza vermemiz gereken bir hap vardı. Saati akşamdan kuruyordum fakat uyanmamız için alarmın çalmasına ihtiyaç yoktu. Sabaha kadar neredeyse on beş yirmi dakikada bir uyanıyorduk. 6 Şubat sabahı da yine alarm çalmadan uyanmıştım. Telefonuma bakınca sosyal medyada deprem haberleriyle karşılaştım. Hemen televizyonu açarak depremin merkez üssünü ve büyüklüğünü öğrenmeye çalıştım. Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7.7 büyüklüğünde, on komşu ili ciddi şekilde etkileyen bir deprem.
Bundan sonra hastane odasında hem televizyondan hem de internetten deprem haberlerini takip etmeye başladık. Bölgeden gelen görüntüleri gördükçe çok değil birkaç saat önce kendi kendime içinde bulunduğum şartların zorluğunu düşünmüş olmamdan utanç duydum. Biz daha yeni yapılmış, her açıdan çok iyi şartlara sahip, istediğimizde hemşiresinden doktoruna bütün sağlık personeline anında ulaşabileceğimiz bir hastanedeydik. Üç öğün yemeğimiz ayağımıza geliyor, ilaçlarımız düzenli olarak takip ediliyordu. Meğer ne büyük bir nimetin içindeymişiz.
İnsan çoğu zaman içinde bulunduğu halden şikâyet eder. Başkalarının neler yaşadığını, nasıl bir durumda bulunduğunu düşünmez bile. Kendisini her şeyin en iyisine layık görür. Dünya hayatının bir imtihan alanı olduğunu unutuverir. Varlığın ve yokluğun, sağlığın ve hastalığın bu imtihana dâhil olduğunu hatırlamak bazen çok sarsıcı olaylar neticesinde mümkün olabiliyor maalesef. Keşke her anımızı imtihan bilinciyle yaşayabilsek.
Deprem büyük bir imtihan. Bu imtihanın hem depremden önceki hem de sonraki boyutları var. Deprem öncesindeki imtihanı iyi verebilseydik sonraki imtihanımız da kolaylaşacaktı. Bunu başaramadığımız için deprem sonrasındaki imtihanımız çok daha ağır oluyor. Deprem öncesinde yapılması gerekenleri elbette konuşmalıyız. Yıllardır konuşuyoruz da. Fakat ülkedeki birçok meselede olduğu gibi sadece konuşmakla yetiniyoruz. Sıra atılması gereken adımlara geldiğinde orada durup kalıyoruz. Biz hemen her konuda ani, acil, kısa vadeli çözümler ve iyilikler üretmede pek mahiriz. Uzun soluklu, süreklilik gerektiren iyiliklerin, köklü değişimlerin, kalıcı çözümlerin üretilmesinde başarılı olamıyoruz. Bu durum büyük bir toplumsal zaafımız. Bunun farkında olmalı ve bu hâli düzeltmek için çaba sarf etmeliyiz.
Elbette bütün felâketler birer imtihandır. Şu anda hepimiz imtihandan geçiyoruz. Kimimiz sabır imtihanındayız, kimimiz dayanışma. Hep birlikte bir kardeşlik imtihanındayız. En mühimi de yardımlaşmayı, paylaşmayı, dayanışmayı sürdürebilmek. İlk günlerin sıcaklığıyla fedakârlığın zirveye çıkması güzel fakat üzerinden zaman geçtikçe duyarlılık ve hassasiyetin yerini unutmaya ve ilgisizleşmeye terk etmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız. Daha da kötüsü birilerinin bu acıyı fırsata çevirmeye çalışması. Maalesef gerek deprem bölgesinde gerekse depremzedelerin yerleştikleri diğer şehirlerde kiralar katlanarak artıyor. Bunun önüne geçmek gerekiyor. Bu da bencillikten uzaklaşmakla, dayanışma bilincini sürekli kılmakla mümkün. Başımıza gelen musibetler en azından aklımızı başımıza getirmeli değil mi?
Bu felâket bana ne söylüyor diye sormalıyız kendimize? Depremi başkalarına verdiği mesaj üzerinden okumak yerine benim payıma ne düşüyor diye okumalıyız. Böyle yaparsak en azından kendi adımıza bu süreçten hayırla çıkabiliriz.
Ölümün ne zaman geleceği belli değil. Her an, her yerde ölebilirim. O halde ölüm sonrası için hazır olmalıyım. Evvela Allah’a karşı sorumluluklarımı samimiyetle yerine getirmeye çalışmalıyım. Sonra yakından uzağa diğer insanlarla ilişkilerimi de bu sorumluluk bilinciyle gözden geçirmeliyim. Kalp kırmamaya çalışmalı, ihtiyacı olanın yanına varmalı, yarası olana merhem bulmalıyım. Sevdiklerime vakit ayırmalı, hayatın aslında içinde bulunduğum şu andan ibaret olduğunu aklımdan çıkarmamalıyım. Dua, zikir, sabır ve namazla Rabbimden yardım niyaz etmeliyim. O yardım ederse hiçbir güç bize zarar veremez, O bizi bırakırsa hiçbir gücün faydasını göremeyiz. Bağlılıklarımı gözden geçirmeliyim. Neye bağlanmam gerekirken ben nelere kaptırmışım gönlümü?
Zorluklara sabredip nimetlere şükretmeyi hayatımın merkezine yerleştirmeliyim. Ancak bunu başarabilirsem Efendimizin hadisindeki hoş hâli yaşayan müminlerden olabilirim. “Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)
Bugünün işini yarına bırakmamalıyım. Gözümüzün önünde binlerce insan ne hayallerle, umutlarla girdikleri yataklarından bir daha çıkamadı. O halde yapılması gereken iyi ve güzel ne varsa bugün yapılmalı. Erteleme hastalığından kurtulmaya çalışmalıyım. Ayağıma kadar gelen iyilik fırsatlarını hemen değerlendirmeliyim.
Bu süreçte çoğu zaman kendimizi çaresiz hissettik. Birçok şeyi yapmaya gücümüz yetmedi. Ancak şunu biliyoruz ki Rabbimiz bizi gücümüzün yettiğinden sorumlu tutacak. Önemli olan çaresizliği büyütecek yakınmalar yerine az da olsa devamlılığı olan iyiliklere odaklanmak, elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak.
İnsanımızdan, gençlerimizden asla umut kesmemeliyim. Onlarca iyilik hikâyesine şahit olduk bu süreçte. Birilerinin harflerle tanımlamaya çalıştığı gençlerin can havliyle nasıl koşturduklarını gördük. Bütünüyle iyi bir kuşak olmadığı gibi tamamen kötü bir nesil de yok. Her kuşakta iyilik peşinde koşanların yanında kötülüğü yaymaya çalışanlar da var. Hiçbir gencimizden ümit kesemeyiz, onların kalbindeki merhamet çınarını gördük. Bize düşen o çınarı susuz bırakmamak olmalı.
Felâketin üzerinden haftalar geçtikçe bir taraftan yaralar sarılmaya çalışılırken diğer taraftan ilk günlerdeki duyarlılık zayıflamaya başlıyor. Elimizden geleni yaptık artık hayatımıza dönebiliriz algısı yaygınlaşıyor. Oysa çok büyük bir deprem yaşandı. Artçıları da durmadan devam ediyor. Bazı insanlar geçici olarak başka şehirlere göçtüler fakat büyük çoğunluk bölgede yaşamaya devam ediyor. Göçenlerle ilgili dikkat etmemiz gerekenler var. Bulundukları şehirlerde her hususta onların yardımcısı olmalıyız. Elbette incitmeden. Mesela trafikte o şehirlerin plakalarına karşı daha bir anlayışlı olmalıyız. Depremden bu yana en çok dikkat ettiğim konulardan biri bu şahsım adına. Deprem illerinin plakalarına karşı hassasiyet, şunu düşünmeme de vesile oldu, birbirimize karşı anlayışlı olmak için ille de başımıza bir afetin gelmesi mi gerekiyor? Bu ülkede hepimiz birer depremzede adayıyız. Her halükârda birbirimize karşı daha müsamahakâr olsak ne kaybederiz?
Deprem bölgesinde yaşayanlarla ilgili yardımlaşma ve dayanışma süreci de devam ediyor. Kendimizi uzun soluklu bir çabanın parçası haline getirmeliyiz. Enkaz kaldırılıp insanlar geçici barınma ortamlarından evlerine dönene kadar onların yanında olmalıyız. “Amellerin en faziletlisi, az da olsa devamlı olanıdır.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (Müslim, Müsâfirîn, 216). Demek ki yardımlarımızın miktarından çok daha önemlisi, devamlılığı. Bunun için bölgeye olan ilgimizi sürekli diri tutmak zorundayız.