Misafir Olduğumuzu Hatırladık

Günler geçiyor artık evler yuva olma vasfını kaybetmiş, ölüm makinesi olarak görülüyor. İnsanlar çadırları kendilerine mesken edinmiş. Maraş’ta artık her yerden insan var, yardımlar geliyor. AFAD, Kızılay, STK’lar insanların maddi ihtiyaçlarını karşılıyor, manevi olarak iyileşmek için ise zamana ihtiyaç var. Türkiye tek yürek olmuş; Kayseri’nin ketesi, Trabzon’un ekşi mayalı ekmeği, Anadolu’dan tertemiz ellerin işlediği patikler… 

Şule BATDI

5 Şubat akşam saatlerinde, Ortaçağ’da bir kilisenin gizemli kütüphanesi üzerine kurgulanmış polisiye romanı, Gülün Adı kitabını bitirmiştim. 6 Şubat saat dört civarı, hâlâ okuduğum kitabın etkisinde olmalıyım ki rüyamda kitapta geçen kütüphanenin rafları arasında dolanıyorum. Deprem!.. Kütüphanede deprem oluyor. Saklanayım ama nereye?.. Uzaklardan seslenişler; abla uyan! Uzun uzun seslenişler… Hâlâ rüyada mıyım, gerçekliğe uyanabildim mi? Katmanlı bir kâbus mu bu yoksa? Deprem mi, rüya mı, peki başörtüm nerede?

Birkaç dakika sonra kendime geldiğimde, sokakta bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında buldum kendimi. Kalabalık,  çevremde bir sürü insan. Yeryüzü bütün birikmişliklerini kusuyor sanki. Peki gökyüzünün derdi ne ki aylardır gelmeyen kara kışı bugüne saklamış?.. Yeryüzü nefesleniyor sanki, iki dakika ara, ardından yeniden bir hengâme. Kendini beşik sanıyor, alabildiğini sallıyor. Bu sallantı uyutmuyor, öldürüyor.

Saat beş suları enkaz haline gelen bir ev, içeride anne baba ve iki çocuk, bütün mahalle birlik halinde kurtarmaya çalışıyor. Çekiç, matkap, balyoz… Ha gayret az kaldı, derken aile kurtuldu. Sabah namazı vakti, korku içerisinde yıkılmayan evde abdest ve namaz.

Teyzemlerden haber alamıyoruz, cevaplanmamış mesajlar ve aramalar. Yola çıktık, teyzemlerin evine doğru. Yol üzerinde bir sürü enkaz, enkazların içerisinde uykudan uyanmaya bile vakit bulamamış insanlar, ölü ya da yaralı. Yangınlar var, ara ara dumanlar yükseliyor. Yağmur artık anlam taşıyor, ateş sönmeli. Kavşakta kocaman pembe bir ayıcık, geceleri ona sarılarak uyuyan masum nerede?

Kahramanmaraş’ın merkezindeyiz, göğe yükselen apartmanların kimisi diz çökmüş, kimisi boydan boya uzanmış,  kimisi paramparça üst üste binmiş. Sokakta insanlar var, yirmili yaşlarda bir kız yolu arşınlıyor şok içerisinde, ailesi yok artık. Allah bilir hangi enkazın altında cesetleri. Sokağın başında toz toprak yığını haline gelen evin yıkıntısı altında kalan bir araba kaportası üzerine enkazdan düşmüş anne ve çocuklarının bulunduğu fotoğraf. Bu aile, artık bir resimden ibaret.

Saat dokuz suları teyzemin oturduğu sitenin önündeyiz, daha dün yüzlerce kişinin gelecek planı yaptığı, şimdi mezarlık haline gelen Ebrar Sitesi. Burada buram buram ölüm kokusu var. Nefesim düğümlenmiş, gözlerim yağmuru kendine örnek edinmiş. Enkaza sesleniş; Kıymet Teyze, Metin Enişte, Hüseyin, Uğur ses verin ne olur! Muhammed Ali, İbrahim, Beytullah ses verin! Yok, ses yok… Artık bayramlarda teyzem ve çocuklar anneannemin elini öpmeye gelemeyecek, eksik kalacak bir yanımız. Her gün ‘aradığınız kişiye ulaşılamıyor’ sesiyle karşılaşacağımızı bile bile arayacağız onları. “O verdi O aldı” desek de yüreğimiz yanmaya devam edecek.

Öğle saatleri civarı hava alabildiğine soğuk, aralıklarla dinen yağmur şiddetini iyice artırmış durumda. İnsanlar üşüyor, ağlıyor, sevdiklerini arıyor… Yeniden sarsıntı, kaçışmalar, bir daha can kaybetmeye dayanamayacak olan ben, kucağımdaki altı aylık yeğenimle koşuyorum arabaya. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, kendimizi ev sahibi olarak gördüğümüz dünya bize misafir olduğumuzu hatırlattı.

Günler geçiyor artık evler yuva olma vasfını kaybetmiş, ölüm makinesi olarak görülüyor. İnsanlar çadırları kendilerine mesken edinmiş. Maraş’ta artık her yerden insan var, yardımlar geliyor. AFAD, Kızılay, STK’lar insanların maddi ihtiyaçlarını karşılıyor, manevi olarak iyileşmek için ise zamana ihtiyaç var. Türkiye tek yürek olmuş; Kayseri’nin ketesi, Trabzon’un ekşi mayalı ekmeği, Anadolu’dan tertemiz ellerin işlediği patikler… 

Her yıl 12 Şubat kurtuluş bayramı için gösterilerin düzenlendiği Maraş Meydanı yok artık, Ulu Camii yok, Kapalı Çarşı yok, evler yok, neşe yok, mutluluk yok. Artık mezar var, korku var, ölüm var, hüzün var. Ağaç diker gibi sıra sıra gömülen insanlar var. Enkaz her yer; kepçe, hafriyat kamyonu, ağır iş araçları ev yapmak için değil, yuva olma vasfını kaybeden beton yığınlarını kaldırmak için kullanılıyor. Umutlar, anılar, gelecek planları insanlarla beraber toprağa gömülüyor.

 Ara ara yokluyor ölüm korkusu zihinlerimizi, artçı depremler ölümün ayak sesini kulaklarımıza mıhlamış durumda. Bir hafta, iki hafta, üç hafta… Günler ardı sıra geliyor, ölüme eşlik eden maişet kaygısı var insanlarda. Kimisi şehir değiştiriyor yeni bir hayat kurmak için, kimisi kaldığı yerden hayata devam etme çabasında.

 “Allah’ım beterin beterinden koru, kalanlarımıza sabır ver” en çok duyduğum dua bugünlerde. Duyguları esir alan, zevkleri bıçak gibi kesen en güzel dersi verdi bizlere. Her şeyin sahibi, gücü ve kudreti bütün mevcudatı kuşatan Allah, “ol” der ve oluverir. Bizlerse eli kolu bağlı, kıyametin provasını yaşar, tevekkül ederiz.