Yeşil Kazaklı Çocuklar Kabristanı

Dünyaya dair biriktirdiğimiz, hayal ettiğimiz, gelecek için sakladığımız her türlü hayal ve yaptığımız planlar, sadece birkaç dakika içinde tepetaklak olabilir. Hayatı bu azim hakikatin gerektirdiği şekilde yaşamak zorundayız.

Taha KILINÇ

Bütün Türkiye’yi yasa boğan Kahramanmaraş-Adıyaman-Gaziantep-Hatay depremleri, sınırımızın öte yakasında Suriye’de de büyük bir yıkıma neden oldu. 2011’de başlayan halk ayaklanmasının ardından, Baas rejimi ve müttefikleri tarafından yıllar boyu bombalanan İdlib, Halep ve çevre mıntıkalar, şiddetli depremlerle tamamen harabeye dönüştü. Arama-kurtarma çalışmaları için gerekli malzeme ve yetişmiş eleman eksikliğine ağır kış şartları ve rejimin uyguladığı katı abluka eklenirken, Suriye’nin kuzeyi belki de son yüzyılın en ciddi insanî kriziyle karşı karşıya kaldı.

Bölgeden gelen haberlere göre, depremlerde hayatını kaybedenlerin sayısı 7 bine yaklaştı. Binlerce insanın da yaralı, bakıma muhtaç ve sakat şekilde hayatını sürdürmeye çalıştığı kaydediliyor. Bazı bölgelerde enkazın kaldırılamadığı, bazı kayıplara da henüz ulaşılamadığı belirtiliyor. Türkiye’den STK’lar eliyle gönderilen yardımların yanı sıra, Katar başta olmak üzere dünyadan birkaç ülke de Suriyeli afetzedelere el uzatabilmek için seferber oldu. Uluslararası yardımlar Türkiye üzerinden aktarılırken, ülkemizde mülteci olarak bulunan binlerce Suriyelinin hem yakınlarının yaralarını sarmak hem de Türkiye’de ikamet ettikleri bölgelerde meydana gelen ağır yıkım sebebiyle sınırın öte yakasına geçiş yaptığı biliniyor.      

Suriye’nin kuzey kesimlerinde tüm bunlar yaşanırken, başkent Şam’da “deprem diplomasisi” diye özetleyebileceğimiz bir hareketlilik vardı. Baas rejimi lideri Beşşâr Esed, 20 Şubat’ta Umman’ın başkenti Maskat’ı ziyaret ederek, Sultan Heysem bin Târık tarafından en üst düzey protokolle karşılandı. Geçtiğimiz yıl Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptığı kısa ziyaretin ardından Esed, ikinci kez Arap dünyasında bir ülkeye ayak basıyordu. “Halkına bomba yağdırdığı için” Arap Birliği’nden dışlanan Suriye, böylece Arap saflarına yeniden davet ediliyordu. Diplomatik temaslar bununla da kalmadı zaten; Arap dünyasının farklı ülkelerinden meclis başkanlarıyla Mısır Dışişleri Bakanı Sâmih Şükri, 27 Şubat’ta aynı gün Şam’daydılar. Suriye başkenti, yıllardır hiç böylesine yoğun bir diplomatik trafiğe sahne olmamıştı.

“Deprem diplomasisi”nin ikinci ayağını ise afet sebebiyle Suriye’ye yapılan ekonomik ve lojistik yardımlar oluşturuyordu. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, depremden etkilenen rejim mıntıkalarına da yardım ulaştırdı. Ayrıca -ABD ve Batılı ülkelerin yaptırımına rağmen- dünyanın farklı ülkelerinden yardımlar geldi. Ancak ne yazık ki, tüm bu yardımlar sahadaki afetzedelere pay edilmek yerine Şam’da karaborsaya düşerek fahiş fiyatlarla satıldı. Suriye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik kriz sebebiyle fukara halkın ekseriyeti asgari ihtiyaç maddelerine erişemezken, deprem vurguncuları servetlerine servet kattı. Şamlı haber kaynakları, yardım dağıtım organizasyonlarının Beşşâr Esed’in eşi Esmâ Esed’in kontrolünde olduğunun altını çiziyor.   

* * *

Türkiye sınırına yakın Cindires kasabasında, depremde vefat edenlerin topluca gömüldüğü bir kabristan var… Ve orada, başına ve ayak ucuna iki tahta parçası dikilmiş, küçücük bir mezar… Başucuna şu not düşülmüş: “Kimliği meçhul, yeşil kazak giyen kız.” Bu kadar. Asla rolünün bulunmadığı nice zulmün orta yerinde, bir tabiî afetle Âlemlerin Rabbi’nin huzuruna çıkarken, üzerinde sadece yeşil bir kazak bulunan kız çocuğu… Ne kimlik, ne anne-baba, ne tanıdık… Yazının başlığını o mezardan ödünç aldım. Suriyeli mazlumların hepsini temsilen.

* * *     

Bu deprem, hepimize birçok şeyi öğretti ve öğretecek. Gündemi çoktan işgal etmeye başlamış bulunan lüzumsuz tartışmalardan başımızı kaldırabilirsek, öğrendiklerimizi ibrete ve irfana döndürecek mecali de bulabileceğiz kalbimizde.

Özellikle sınırımızın öte yanında yaşanan hayatları düşündüğümüzde, üç noktanın altını bilhassa çizmemiz gerekiyor:

  • Dünyaya dair biriktirdiğimiz, hayal ettiğimiz, gelecek için sakladığımız her türlü hayal ve yaptığımız planlar, sadece birkaç dakika içinde tepetaklak olabilir. Hayatı bu azim hakikatin gerektirdiği şekilde yaşamak zorundayız. Hani şairin, “Burası dünya/ Ne çok kıymetlendirdik/ Oysa sadece tarla idi/ Ekip biçip gidecektik” deyişi gibi…
  • “Suriyeli” şeklinde karikatürize edilen ve dışlanan mülteci tipolojisinin, hepimize saniyeler kadar uzak olduğunu gördük. Deprem bölgelerinde, sayısız insan “Suriyeli”ye dönüşüverdi, evsiz-barksız, korunaksız… Afetten sonra yerini-yurdunu terk etmek durumunda kalan Suriyeliler için “Neden geliyorlar? Ülkelerinde kalsınlar!” diyenler de anladı, bazen kalmanın artık imkânsız hale geldiğini.
  • Türkiye ve Suriye toprakları tarih boyunca etle tırnak gibi birbirine geçmiş. Orada yaşanıp buraları etkilemeyen veya burada olup da tesiri oralara ulaşmayan hiçbir şey yok. Olumlu ve olumsuz anlamda. Tabii afetler ve depremler de bu ortak kadere dâhil elbette. Sadece 1114 Maraş Depremi’nin bilançosunu incelediğinizde bile, tablo aynı. Etkilenen mıntıkadan vefat sayısına… O halde, aramıza zorla çizilen sınırları yüreklere ve zihinlere de çizmenin kime ne faydası var?