Ailenin Temeli

Evet insan, hayatını sürdürebilmek için asgari seviyede de olsa bazı gıdalar almak zorundadır. Bu, her insana farzdır. Kendisine verilen beden emanetini, ancak böyle koruyabilir çünkü. Vücudun hareket edebilmesi, varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu gıdalar için olmazsa olmaz şart, helâl olmadır.

Mustafa ÖZEL

Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

Aile, insanlığın en eski kurumlarından biri. İlk insanın varlığı, aile ile birliktedir. Ailesiz bir toplum düşünmek, mümkün değildir. İnsanlık ve toplum için vazgeçilemez bir kurum olan aileye, onun ehemmiyetine dair çok şey söylenmiştir, dünya var olduğu sürece de söylenmeye devam edilecektir.

Aile kültürü toplumdan topluma kimi farklılıklar gösterse de bazı ortak özellikler de taşımaktadır. Bunların başında, sevgi, fedakârlık, paylaşma gibi konular gelir. Bunların varlığı ve gücü, ailenin sağlamlığını, dayanıklılığını gösterir. Ekonomik durum da ailenin varlığına ve geleceğine tesir eden unsurlar arasındadır. Ailenin kurucu iki unsuru olan karı ve kocanın kültürleri de önemli bir yer tutar.

Ancak aile konusu konuşulurken üzerinde durulmayan bir nokta vardır ki, biz bu yazıda bunun üzerine eğilmeye çalışacağız.

Son zamanlarda yapılan araştırmalarda çocuğun eğitiminin anne karnındayken başladığı belirtilmektedir. Bu tespit, yeni gibi gözükse de bizim kültürümüzde “helal süt emme” tabiri, bu eğitimin çocuğun oluşumunun öncesine işaret etmektedir. Elbette anne karnındaki çocuk, annesinin yedikleriyle içtikleriyle şekillenmektedir. Ama iş, bununla sınırlı değildir. Annenin duygu dünyasının bebek üzerindeki tesiri, onun beslenmesinden daha az değildir. Konumuz beslenme, yeme içme olduğu için oraya girmiyoruz.

*

İslam kültürünün merkezî kavramlarından ikisi, helâl ve haram kavramlarıdır. Bunlar, ticaretten siyasete, eğitimden sanata kadar hayatın bütün alanlarında mühim bir yer tutar. İnsan ve toplum hayatındaki hareket ve davranışlar, insanın beslenmesi, yeme içmesiyle doğrudan alakalıdır. Dolayısıyla müslümanca yaşamak, öncelikle müslümanca beslenmekle mümkündür. Onun için müslümanlığımız, yediklerimizin helal olmasına, haram olmamasına merbuttur.

Kur’an-ı Kerim’de her konuda olduğu gibi yeme içme, beslenme konusunda da emirler, ayetler vardır. Ve bunlar bütün Müslümanları bağlar. Bunlar bazen bütün insanlara, bazen de müminlere yöneliktir. Bazen de kime hitap ettiği açık ve net değildir. Ancak bağlamdan hitabın, müminlere yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Konumuzun ana ekseninin oluşturan temel iki kavram, helâl ve tayyib kavramlarıdır. Evet insan, hayatını sürdürebilmek için asgari seviyede de olsa bazı gıdalar almak zorundadır. Bu, her insana farzdır. Kendisine verilen beden emanetini, ancak böyle koruyabilir çünkü. Vücudun hareket edebilmesi, varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu gıdalar için olmazsa olmaz şart, helâl olmadır. Bu helâl olmanın içine, bir yiyeceğin üretilmesi, işlenmesi, satılması vb. süreçlerin tümü girer. Yani bu, İslam’ın istediği ve koyduğu ölçülere uygun olmadır. Sürecin herhangi bir aşamasında şeriata, İslam’ın koyduğu kurallara bir aykırılık söz konusu olursa, o gıda helâllik özelliğini yitirir, haramlık sıfatını kazanır. Böylece onu yemek, helâl olmaz. Helâl olmayan, yani haram olan bir besinle beslenen insanın sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürmesi çok zordur. İhtiyaç duyduğu enerjiyi kendisine verecek olan besinler, gıdalar şer’an kirlidir. Ölüm tehlikesi dışında, o da ihtiyaç ölçüsünde, böyle bir besin alınabilir.

Burada İmam Gazzâlî’nin söylediklerine kulak vermekte fayda var. O, muhalled eseri İhyâ’da, Yemek Bölümü’nde şöyle demektedir (İhyâü Ulûmi’d-dîn, Dâru İbn Hazm, Beyrut 1426/2005, syf. 432): “Akıl sahiplerinin hedefi, ahiret yurdunda Allah Teala’ya kavuşmaktır. Allah’a kavuşmak ancak ilim ve amel ile olur. Bunlara devam etmek ise sadece ve sadece vücudun sağlığıyla mümkün olabilir. Beden sağlığı ise yalnızca yemek ve azıkla gerçekleşebilir. Bu sebepten selef-i salihinden biri şöyle demiştir: “Muhakkak ki yemek dindendir.” Sözlerin en doğrusunu söyleyen Allah, bu konuya şöyle dikkat çekmiştir: “Temiz olanlardan yiyin, salih (dine uygun, güzel) amellerde bulunun.” (Mü’minûn, 51).”

Kur’an-ı Kerim’de yeme konusunda helâl ve tayyib kavramlarının öne çıktığı görülmektedir. Bunlar bazen birlikte bazen de ayrı olarak kullanılmaktadır. Şimdi birlikte kullanıldıkları ayet-i kerimelere bakalım. “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarını yiyin!” (Bakara, 168), “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl ve temiz olanları yiyin.” (Mâide, 88), “Ganimet olarak ele geçirdiklerinizden helâl ve temiz olanları yiyin” (Enfâl 69), “Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olanları yiyin.” (Nahl, 114).

Bu vurguların ardından ayetlerde dikkati çeken başka bir husus da, verilen rızıkların temiz (tayyib) olanlarından yemektir. Cenab-ı Allah, İsrail oğullarına verdiği nimetleri saydıktan sonra şöyle demektedir: “Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin.” (Bakara, 57). Aynı surenin 172. ayet-i kerimesi ise müminlere yöneliktir: “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” A’râf suresinin 160. ayetinin son kısmı da Bakara suresinin 57. ayetiyle, bir iki zamir değişikliğiyle, aynıdır ve yine Yahudilere yöneliktir. Allah’ın İsrail oğullarını temiz gıdalarla rızıklandığını, Yunus (ayet: 93) ve Câsiye (ayet: 16) surelerinde de görmekteyiz. Tâhâ 81. ayette de yine yahudilere, kendilerine rızık olarak verilenlerin temiz olanlarından yemeleri emredilmektedir. Enfâl 26 ve Mümin 64 ayetlerini de bu manada değerlendirebiliriz.

Bu konuda üzerinde özellikle durulması gerek bir ayet vardır. Hak Teala Hazretleri, Mü’minûn Suresi’nde (ayet: 51) şöyle demektedir: “Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve salih (güzel ve iyi) ameller işleyiniz.” Burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Acaba Allah’ın peygamberleri temiz şeylerden yemiyorlar, salih ameller işlemiyorlardı da, Allah ondan dolayı mı onlara bunu emretti?” Herkesin bildiği gibi peygamberler için böyle bir durum asla söz konusu olamaz. Burada maksat, insan peygamber de olsa, bu konu kendisine hatırlatılmalıdır. Çünkü bu, asla ihmale gelmeyecek bir meseledir. İnsan, son nefesini vereceği âna kadar bu hal, bu dikkat ve hassasiyet üzere olmalıdır. Temiz şeyler yemek ve salih ameller işlemek, devamlılık isteyen davranış ve hareketlerdir. Daima, her zaman ve her yerde böyle davranın, demektir. Peygamberlerin bu davranışları, kendileri örnek oldukları için, ümmetleri tarafından takip edilir.

Ayette verilmek istenen asıl mesaj, konumuzu doğrudan ilgilendirmektedir. Görüldüğü üzere ayette iki şey, emredilmektedir: “Temiz şeylerden yemek” ve “salih (güzel ve iyi) ameller işlemek.” Buradaki sıralama dikkat çekicidir. “Temiz şeylerden yemek”, “salih (güzel ve iyi) ameller işlemek”ten önce zikredilmiştir. Çünkü salih ameller işlemek, temiz şeylerden yemeye bağlıdır. Bu bağlamda nazara erilmesi gereken diğer bir husus da, peygamberlerin “temiz şeylerden yemek”ten sonra “namaz kılın”, “ibadet edin” gibi özel bir amele değil de, “salih (güzel ve iyi) ameller işlemek” gibi genel bir davranış ve hareket alanına yöneltilmiş ve yönlendirilmiş olmalarıdır. Namaz kılmaktan cihad etmeye, hayır hasenat yapmaktan evlenmeye kadar her şey, salih amele dâhildir. Helal ve temiz gıdalar yemeyen bir insandan salih ameller sadır olmaz, helal ve temiz yiyeceklerle beslenmeyen bir bedenden faydalı, iyi, güzel davranış ve hareketler meydana gelmez.

Helal ve temiz besin ve gıdalarla beslenmeyen insanların yapacağı evlilikler, kuracağı yuvalar sağlam ve sağlıklı olamaz. Helal ve temiz yiyecekler yalansız dolansız ticaretten, kul hakkından uzak durarak, yaptığı işin hakkını vererek elde edilir. Dinimiz İslam bizden, her şeyden önce helâl kazanç peşinde koşmamızı ister. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bu hususta hatırı sayılır derecede ayet-i kerime vardır. Hadis kitaplarının ticaret ve alışveriş bölümlerinde konuyla ilgili çok sayıda hadis-i şerif bulunmaktadır.

Yazımızı Peygamber Efendimizin (s.a.v.) iki mübarek sözüyle bitirmek isterim.

İlki, İmam Nesâî’den: Hz. Âişe vâlidemizden (r.a.) nakledildiğine göre, Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İnsanın yediği şeylerin en güzeli, kendi kazancından olandır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” (Nesâî, Büyû’, 1)

İkincisi İmam Müslim ile İmam Tirmizî’nin rivayet ettikleri hadistir. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatmaktadır: Allah Rasulü (s.a.v.), “Ey insanlar! Allah Teala temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah, peygamberlerine emrettiği şeyleri müminlere de emretti.” buyurdu ve şu ayetleri okudu: “Ey peygamberler! Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve salih (güzel ve iyi) ameller işleyiniz. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.” (Mü’minûn, 51), “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin…” (Bakara, 172). Sonra Allah Rasulü (s.a.v.) uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, ellerini göğe uzatarak, “Ya Rab, ya Rab!” diye yalvarıp yakaran bir adamdan söz etti ve “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?” buyurdu.” (Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 2)